Bahçedeki Misafir

Yaklaşık iki ay önce yeni bir eve taşındık. Yıllardır oturduğumuz daireden ayrılıp yeni bir yerleşim yeri olan evimize taşınmak bizim için de kolay olmadı. Eşim, ufak da olsa bahçesi olan bir evde yaşamayı arzu ettiği ve emeklilik hayatımızı daha dingin ve sakin geçirmek istediğimiz için henüz hiçbir komşumuzun olmadığı bu eve yerleştik. Bizi ilk ziyaret eden bir kedi oldu. Kedi dışarıdan bizim bahçeye girmiş, bahçeyi turlarken karşısında beni görünce hiç hoşlanmadı. Bana öyle bir bakışı vardı ki, sanki hâl diliyle, “Buralar benim mekânım. Buralar bana ait. Siz de nereden çıktınız? Gidin buradan.” der gibi bakıyordu.

Bahçedeki Misafir

Yine günlerden bir gün gökyüzü, gün batımının kızıla çalan tonlarıyla boyanırken, bahçedeki huzurlu sessizlik ansızın duyduğum bir hışırtıyla bölündü. Merakla sesin geldiği yöne baktığımda, bahçe kapısının altından süzülen küçük, siyah bir gölgeyle karşılaştım. Bembeyaz patileri, siyah kadife gibi yumuşak tüyleri ve ışıl ışıl gözleriyle yine karşımdaydı. Sadece bana bakıyordu. İster istemez düşündüm: “Acaba biz hayvanlara ait olan yerleşim alanlarını işgal mi ediyoruz? Bu kedi benden ne istiyordu?”

İlk başta tereddüt ettim. Vahşi doğanın bir parçasıydı ve benim dünyama ne kadar uyum sağlayabilirdi ki? Yanına yaklaşınca bu sefer kaçmadı. Biraz okşayınca yere yattı ve ben onu doyasıya okşadım. Böylece onunla her geçen gün daha fazla vakit geçirmeye başladım. Adına, tüylerinin renginden ilham alarak Karadut dedim. Gün içinde onunla oynamak için bahçeye çıktığımda, beni beklediğini fark ediyordum. Kimi zaman bahçe masasının üzerinde uyuya kalmış bir hâlde onu buluyordum, kimi zaman da tırmandığı ağacın en yüksek dalından adeta bana sesleniyordu.

Karadut, bahçenin sadece bir parçası değildi; o artık bahçenin en değerli misafiriydi. Bir gün yine bahçeye çıktığımda Karadut yanıma gelmedi. Bahçedeki duvarın üzerinde sessizce oturduğunu gördüm. Bana yine anlamlı anlamlı bakıyordu. Hâl diliyle sanki bir şey göstermek istiyor gibiydi. Yanına yaklaştığımda duvardan atladı ve arkasına bakarak yürümeye başladı. Ben de peşinden yürüdüm ve beni bahçenin en ücra köşesindeki, otların arasına gizlenmiş yavruların yanına götürdü.

Küçük yavruların gözleri kapalıydı ve annesinin sıcaklığını hissedince incecik seslerle miyavlamaya başladılar. Gözlerime inanamamıştım. Karadut’un biri bembeyaz, diğeri kendisine benzeyen iki tane yavrusu vardı ve o küçük canlara annelik yapıyordu.

Karadut’un bakışlarındaki o güven, o anne şefkati tüm endişelerimi sildi. Açıkçası, kalbimin bir odasını onlara hemen açtım. Her gün onlara su ve yemek bıraktım, uzaktan onları izledim. Yüreğimin bir köşesinde bu minik ailenin bahçemi evi olarak benimsemesini diledim. O günden sonra Karadut ve yavruları, bahçemizin en değerli misafiri oldular. Artık her sabah üç siyah gölge, bahçemizin çimlerinde güneşin ilk ışıklarının altında oynaşıyordu.

Karadut, sadece bizim bahçemize değil, kalbimize de bir yuva kurmuştu. O, bahçemize gelen bir misafir değil, bize koşulsuz sevgiyi ve güveni öğreten bir dost olmuştu. Eşim, evin içinde kedi beslemenin doğaya uygun olmadığını söylediği için onları eve almıyordum.

Zaman geçti, yavrular büyüdü, etrafı keşfetmeye başladılar. Bahçe, onların oyun alanına dönüştü. Peş peşe koşup oynaşıyorlar, bir çalıdan diğerine sıçrıyorlardı. Ben de bu anları izlerken sanki kendi çocukluğuma geri dönmüştüm. Onların masumiyetine, neşesine şahit olmak, içimdeki tüm sıkıntıları alıp götürüyordu.

Bir gün yağmur bastırdı. Çok şiddetliydi. Yavrular ıslanmasın, üşümesin diye endişelendim. Karadut’u bulmaya çalıştım ama ortalarda yoktu. Panik içinde etrafa bakınırken minik kedi yavrularının sesini duydum. Bahçenin ucundaki tahta kulübenin altına sığınmışlardı. Onları hemen alıp eve getirdim. Kuruladıkça, minik kalplerinin ne kadar hızlı attığını hissettim. Titriyorlardı.

Kapının tırmalandığını duydum. Gelen mutlaka Karadut’tu. Endişeli bir şekilde miyavlıyor, içeride neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Kapıyı açtım. Kapının önünde Karadut bekliyordu. Gözlerinde ne bir sitem ne de bir korku vardı; sadece bir güven ve sonsuz bir sevgi… Yavrularını kucağımda görünce, sanki bana teşekkür eder gibi başını yere eğdi. O an, kalbimin en ücra köşesinden bile bir ses yükseldi: “Bu kedi ve yavruları, benim ailem.”

Karadut, yavrularını görünce gözlerindeki o rahatlama ifadesiyle içimi ısıttı. Tek tek kokladı onları, temizledi. Sanki fısıldıyor gibiydi: “Aferin size, iyisiniz.” O an, bahçeme giren bir kedinin kalbime ne kadar derin bir iz bıraktığını anladım. Onlar sadece bahçeme giren kediler değildi. Onlar bana hayatın en saf ve en anlamlı hâlini gösterdiler. Bana, koşulsuz sevginin, fedakârlığın ve en beklenmedik anlarda bile gelen bir mucizenin var olduğunu hatırlattılar. Ve şimdi bahçemin her köşesi, onların minicik ayak izleriyle dolu. Bu izler sadece toprağa değil, aynı zamanda benim kalbime de kazındı. Onlar bana yeniden yaşamayı, hissetmeyi ve sevmeyi öğretti. Artık biliyorum ki, en büyük hazine, bir hayvanın gözlerindeki sevgi ve sadakatten daha değerli değildir. Karadut ve yavruları, benim için sadece kedi değiller. Onlar, sevginin, fedakârlığın ve koşulsuz bir bağın sembolü oldular. Bana, en beklenmedik anlarda bile sevginin, umudun ve yaşamın kendisinin ne kadar mucizevî olduğunu gösterdiler. Ve artık biliyorum ki, benim bahçem sadece çiçeklerle dolu bir yer değil; aynı zamanda minik patilerin izleriyle dolu, sıcak bir yuva.

Şaziye İnceler Ekici / Edebiyat Gazetesi / Ekim 2025 / Sayı 33

Kemal Taşdemir Yazdı: On Sekiz

On Sekiz

Çöl diyarını kaplayan deniz,

Ateşler içinde sular isteriz.


Gören, gösteren aynalar;

Uzaktan gelen sesler var.


Maviden soğuksa kırmızı,

Kan renginde tuval bir yazı.


Bilinmeyeni içinde tutan,

Bildiğinden ötede olan.


Fihristesi bir insandır adı;

Kesret içinde vahdeti andı.


Düşünce, gökten tek nefes;

Sonsuza başlayan ulvî ses.


Gözlere hitap eden madde,

Sanatkârı anlatan bir pâre.


Kalınca insan hayatta yalnız,

Anlarmış aslında O yapayalnız.


Görmek, hepsinde tek tek harf;

Birleştirip okumak eder Mushaf.


Kemal Taşdemir / Edebiyat Gazetesi / Ekim 2025 / Sayı 33

Aysu Çimenli Yazdı: Bir Beyaz Zambak

Gecesi uzun olur yarası çok olanın

Yalnız bir kuldan bekler şefkati

Sözler söyler belki,

Hiç duymayacağını bildiği halde

Gece çökmüş kalbinin sokaklarına

Ellerin titrer, üşürsün

Bir buse bekler ellerin

Bir beyaz zambak gibisin,

Onlar kadar temiz, masum ve asilsin

Misal, ellerim titrer çekinirim,

Korkarım seni çok sevmekten

Korkarım seni çok sevip dalından koparmaktan.


Aysu Çimenli / Edebiyat Gazetesi / Ekim 2025 / Sayı 33

Ömer Yılmaz Yazdı: Mahşer

Ömer Yılmaz Yazdı: Mahşer

Şehrin tüm ışıkları birer birer sönmüş,

Her biri derdimle ağlıyorlar bu gece

En ayrı sevgililer dahi geri dönmüş,

Geri dönmeyen ebedî yâre bu son hece.


Nerede gençliklerim, hani aşktan görmezdi;

Âmâ gibi bir al yolda yürür, geri dönmezdi.

Dikenler sarsa dahi her yanını bilmezdi,

Gençliklerim ölse de sen ölmezsin sevdiğim.


Düşünceli üzgün ağlayan çokça yol var.

Her yolun en sonunda milyon kere sen var.

Hangi yoldan gidersen git ebedî son var,

Hesap günün gelince de gelme bana sevdiğim.


Ömer Yılmaz / Edebiyat Gazetesi / Ekim 2025 / Sayı 33

Roman Yazmak Korkunun Ötesinde Bir Şey

Roman yazmak korkunun ötesinde bir şey...Öncelikle hangi konu hakkında yazacağını düşünmek sadece aylar değil, yıllar alabiliyor. Zamanının ne zaman geleceği size bağlı olmadığı gibi, hangi konu hakkında yazacağınıza da siz karar veremezsiniz. O herhangi bir olayın veya kişinin üzerinizdeki etkisinden veya tamamen başka bir şeyden aniden ortaya çıkar. Doğumu o kadar tuhaf ki... Belki de bir insanın doğuşundan daha tuhaf, daha gizemli, daha esrarengiz... 

Roman Yazmak Korkunun Ötesinde Bir Şey

İnsanın doğuşu belli kurallara bağlıdır ama roman yazmanın herhangi bir kuralı ya da disiplini yoktur. Doğumu bu kadar tuhaf olan biri nasıl yazılır... İlk cümleyi bitirdiğinizde, sonraki satırların gelmesini anlatılamaz bir heyecanla beklemek varken sayfaların, çarşafların eklenmesini ve nihayet tamamlanışını görmenin ne kadar muhteşem bir his olduğunun farkını bir düşünün... Yazdığınız her satır, düşündüğünüz her mısra belki de kanınız pahasına yazılır, mürekkep sadece bir araçtır. Bir yazar için yazarak geçirdiği geceler karanlığı hissettirmeyecek  kadar aydınlık olabilir, yazarken aydınlanar, yazarken yaşar, ama aynı zamanda sabahları da karanlık kadar sarsılmış olabilir çünkü o her zaman yazmak arayışı içinde, sürekli düşünmektedir.

Yarattığınız her karakterin kaderini yazmak,  nerede olursa olsun bir gölge gibi onu takip etmek sizin için bu kadar kolay olmasa gerek. Gerçekçi olmayan karakterlere o kadar  hayat veriyorsunuz ki, kendi hayatınızı umursamıyorsunuz. Çünkü siz, evet siz yarattığınız her karakterin kaderinden sorumlusunuz ve onların başına gelen ve gelecek her şeyin büyük bir mesuliyetini taşıyorsunuz. Yazar olmayanlar ailelerinden ve genel olarak insanlıktan sorumluysa, yazarlar yarattıkları her karakterden sorumlu olmaları durumunda (aynı zamanda diğerleri gibi onlar da aileye ve insanlığa karşı sorumludurlar) taşıdıkları yükün ağırlığını bir düşünün. Sorumluluklarının yanı sıra onlar için sağlıklarını da feda ediyorlar. Ancak karşılığında bir yazar unvanını ve sonsuzluğu kazanırlar.

Karakterler ruha o kadar hakim oluyor ki... Sanki her zaman yanınızdalar, sizinle diyalog halindeler. Nerede ve ne zaman olursa olsun senden vazgeçmezler, seninle şakalaşırlar, hatta seni yargılayıp ağlatabilirler. Çünkü var olmayan karakterler sanki gerçekten varmış gibi gelir karşınıza ve bazen onları değil de kendinizi var olmayan bir varlık olarak düşünürsünüz ve su gibi akıp gidersiniz.

Belki de onlar sizin en yakın arkadaşlarınız, sırdaşlarınız, kahramanlarınızdır. Çünkü her birinde düşüncelerinizin ve enerjinizin kıvılcımları var. Ama tüm bunların yanı sıra onlara özgürlük de vermişsiniz ve her konuda tercih hakkını onlara bırakmışsınız. Aksi halde diktatör bir yazar ve karakterlere saygısız biri olarak hatırlanırsınız... Bir yazarın varlığı eserlerinin yanı sıra karakterlerinin mükemmelliğine de bağlı değil midir? Yazmak korkunun ötesinde bir şey olduğu gibi yaşamın da ötesinde bir şey...

Habil Yashar / Edebiyat Gazetesi / Ekim 2025 / Sayı 33

Yeni Sezon Kitap Başvuruları Başladı

Alaska Yayınları

• Eseriniz, sözleşme süresince yayıncılık dünyasının en çok tercih edilen modellerinden talep doğrultusunda baskı sisteminde sınırsız basılıyor.

• Alaskakitap.com’un yanı sıra Kitapyurdu, D&R, Idefix, Kitap Sepeti, Pandora, Bkm Kitap, Tıkla24.de gibi onlarca platformdan satışa sunuluyor.

• Sosyal medyadan ve ulusal haber sitelerinden kitap tanıtımı yapılıyor.

• Yazar ile Türkiye’de aylık yayın yapan Edebiyat Gazetesi söyleşi gerçekleştiriyor.

• Yazara 25 adet kitap veriliyor. Yazar % 40 indirimle istediği kadar kitap alabiliyor.

• 100 adet satıştan sonra yazara % 20 telif ücreti ödeniyor.

• İlk baskının tükenmesinin ardından eseriniz ücretsiz olarak tekrar basılıyor.

• Yayınevi katıldığı kitap fuarlarına yazarı da davet ederek imza günü düzenliyor.

Detaylı bilgi için iletişime geçiniz. 

www.alaskakitap.com

Telefon: +90545 311 23 06

E-Posta: alaskayayinlari@gmail.com

Gülcan Şık Yazdı: Karanlığa Sarılmak

Hoş geldin gece... Usulca süzüldün odama. Senin o derin, vakur karanlığını sevdim. Kimilerinin korkuyla yüz çevirdiği sessizliğin, benim içimde tarifsiz bir sükûnete dönüşüyor. Gündüzün gürültülü telaşı, ışığın kalabalığı seni asla anlayamaz. Onlar için ürküten ne varsa, bana sığınak…

Gülcan Şık Yazdı: Karanlığa Sarılmak

Seninle yudumladığım bir bardak çayın dahi, gündüzde içilen on fincana bedel. Üst üste konmuş, yorgun bedenime yaslanmış yastıklarım...

Hatta gecenin ta içinden gelen sivrisinek vızıltılarına bile senin hatırına tahammül eder oldum. Zira sen, insanların karanlık dediği şeyde benim aydınlığımsın. Benim sığınağım, suskun dert ortağım, içimde büyüyen çocukluk hayallerimin örtüsüsün. Seninle baş başa kalmak… Kimi zaman sessizce ağlamak, kimi zaman gözlerimi kapatıp olmayacağını bildiğim hayallerin izini sürmek…

İşte bu, sana duyduğum bağlılığın ta kendisi. “Seni seviyorum” dedim sana, defalarca...

İnsanların gözlerine baka baka söyleyemediğim o ağır, o samimi cümleyi en çok sana fısıldadım.

Sen, sadıksın bana. Sır taşıyan bir dost kadar vakur, liman gibi güvenli, karanlığın içinde dahi dürüstsün. Zira tek renksin; ama o tek rengin içinde benim bin bir hâlim gizli. Sana anlattığım kelimeler, birer sır gibi yayılır odanın duvarlarına. Ve her gece olduğu gibi, sohbetimiz yorgunluğumla uykuda son bulur.

Sabahında ise bir hüzün çöküverir içime: “Neden daha çok sarılmadım sana?” diye serzeniş ederim kendime. İşte yine seninleyim. Kim bilir bu gece hangi hâlime sabredeceksin? Hırçınlığım mı sınayacak seni, yoksa sebepsiz kahkahalarım mı? Belki de içli bir ağlamanın çaresizliğinde yine sığınacağım kucağına. Sana sarılmak istiyorum. Karanlığına...

Kimselerle paylaşamayacağım, kıskanacağım bir huzursun sen. Benim en çok sustuğum yerde en çok konuştuğum, en kalabalık yalnızlığımsın. Sen karanlıksın, evet… Ama benim içimdeki en aydınlık hakikatsin.

Gülcan Şık / Edebiyat Gazetesi / Ekim 2025 / Sayı 33

Dostluğun Gölgesinde Bir Kimlik Arayışı Hakkında

Edebiyat dünyasında kimi eserler vardır ki yalnızca bir hikâye anlatmakla kalmaz, aynı zamanda bir kuşağın ruhunu da yakalar. Elena Ferrante’nin Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım romanı da tam olarak böyle bir kitap. Kimliğini gizleyen ama kalemiyle dünyanın en görünür yazarlarından biri hâline gelen Ferrante, edebiyat sahnesine “Napoli Romanları” adını verdiği dört ciltlik serisiyle damgasını vurdu.

Dostluğun Gölgesinde Bir Kimlik Arayışı

Serinin ilk kitabı Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım, ilk bakışta bir dostluk hikâyesi gibi görünür. Fakat sayfalar ilerledikçe bunun çok daha fazlası olduğunu fark ederiz: kadın olmanın sancıları, toplumun dayattığı roller, sınıf çatışmaları ve en önemlisi de kimlik arayışı…

Napoli’nin Sokaklarından Doğan Bir Hikâye Diyebiliriz:

Roman, bizi 1950’lerin Napoli’sine götürür. Yoksul bir mahallede büyüyen iki kız çocuğu vardır: Elena ve Lila. İkisi birbirinden farklıdır ama aralarındaki bağ son derece güçlüdür. Elena çalışkan, sakin, çoğu zaman gölgede kalmayı tercih eder. Lila ise ateş gibi; zeki, dik başlı, meydan okuyan.

Onların dostluğu sadece paylaşılan güzel günlerden ibaret değildir; kıskançlık, rekabet ve acı da bu bağın ayrılmaz parçalarıdır. Elena, eğitim yoluyla mahallenin sınırlarını aşmaya çalışırken Lila toplumun zincirlerine daha fazla dolanır. Bu ayrışma, ikisini hem birbirine daha sıkı bağlar hem de yollarını keskin bir biçimde ayırır.

Ferrante’nin Anlatım Gücü İse:

Ferrante’nin kalemi güçlüdür çünkü yalındır. O yüzden yalın olan her şey gibi görünür olduğunda doğal ve etkileyicidir. Abartıya kaçmadan, süslü cümlelere boğmadan karakterlerin ruhunu açığa çıkarır. Okurken çoğu zaman “Ben de bu hisleri yaşadım.” dersiniz. Napoli’nin dar sokaklarını anlattığı bölümlerde o atmosferi adeta yaşarsınız.

Ferrante’nin asıl büyüsü, gündelik hayatın sıradan sözlerini evrensel bir duygunun aynasına dönüştürebilmesinde saklıdır.

Dostluğa Çift Taraflı Bakış:

Roman boyunca dostluğun huzur verici olduğu kadar yıkıcı da olabileceğini görürüz. Elena için Lila hem yol gösterici bir ışık hem de aşılması gereken bir engeldir. Hayranlıkla kıskançlığın iç içe geçtiği bu duygu, hikâyenin her anına sinmiştir. Ferrante dostluğu romantize etmez; aksine çıplak, gerçek ve çelişkileriyle anlatır.

Romanda Güçlü ve Zayıf Yanlar:

Romanın en güçlü yanı, karakterlerin olağanüstü gerçekçiliğidir. Elena ve Lila’nın duyguları, bakışları ve çatışmaları öylesine tanıdıktır ki, okurken çoğu kişi “Benim de bir Lila’m vardı.” diye düşünür. Zayıf yanı ise kimi zaman detaylı mahalle tasvirlerinin tempoyu yavaşlatmasıdır. Ancak bu ayrıntılar da atmosferin gerçekçiliğini besler.

Romanın Bize Öğrettikleri:

Ferrante’nin romanı yalnızca iki kızın dostluğunu değil, aynı zamanda 1950’ler İtalya’sının sınıfsal uçurumlarını, kadınların görünmez mücadelelerini ve eğitimin açtığı (ya da kapattığı) fırsat kapılarını da ortaya koyar. En önemlisi de dostluğun yalnızca kahkahalardan değil, çatışmalardan da beslendiğini hatırlatır.

Hafızada Yer Eden Bazı Satırlar:

“Lila benim için hem kurtuluştu hem de bir tuzak.”

“Çocukluğumuzun sokağı, hayatlarımızın haritasını çizmişti.”

“Kendi yolumu bulmak için önce onun gölgesinden çıkmam gerekiyordu.”

Bu cümleler, çoğumuzun kendi içsel yolculuğuna denk gelen derin bir yankı taşımıyor mu?

Sonuç Yerine:

Elena Ferrante, Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım ile yalnızca iki kızın hikâyesini değil; bir toplumun belleğini de edebiyatın merkezine taşır. Okur, roman boyunca hem kendi dostluklarını hatırlar hem de kimliğini nasıl kurduğunu sorgular. Ferrante’nin başarısı, sıradan bir dostluk hikâyesini evrensel bir deneyime dönüştürmesinde gizlidir. Belki de bu yüzden kitabı elinize aldığınızda kolay kolay bırakamaz, satırların arasında kendi hayatınızın gölgelerini görürsünüz. Tüm okuyucularıma iyi dostluklar diliyorum.


Deniz Boyraci / Edebiyat Gazetesi / Ekim 2025 / Sayı 33

Portal

Hava bugün tam sevdiğim gibiydi Amsterdam’da. Yağan yağmur, ormanda uzun bir yürüyüş yapmayı daha da cazip hale getirdi benim için.  Arkadaşım Kasia yoldaşlık etti bana yürüyüş boyunca. Zaman zaman, yan patikadan geçen atların ayak sesi ve yağmurun tınısı daha da keyifli hale getirdi sohbetimizi. 

Yazar Güz: Portal

Kasia, yakın arkadaşı (Annie) aracılığı ile tanışmış olduğu, kendisini şifacı ve spiritüel koç olarak tanıtan Gerard isimli bir beyden bahsetti bana. Gerard, küçük bir klan kurmuş neredeyse kendisine inananlardan oluşan. İnsanlara, kendilerinin ya da atalarının yapmış oldukları hatalı tavırları sebebiyle yaratmış oldukları karmalardan arınmaları için meditasyon ve çeşitli ritüeller öneriyormuş. Düzenli olarak bu çalışmaları içeren bireysel seanslar sunarak, yüklü ücretler talep ediyormuş karşılığında. 

Ona inananlara, geçmişteki karmaları nedeniyle hayatlarında blokaj yaratmış olduklarını, yolunda gitmeyen kariyer ve finans konularının, evliliklerinin ve hatta sağlık sorunlarının bile bu çalışmalara devam etmeleri durumunda düzeleceğini söylüyormuş. Geçmişten ancak bu şekilde arınarak, geleceklerini de kurtarabileceklerini, zenginleşebileceklerini, bolluk bereket içinde yaşayacaklarını anlatıyormuş. 

Gerard’ın ilk seansları nispeten daha ucuzken, ileri aşamalardaki seansları çok daha pahalıymış. Blokaj oluşturan yüzeysel konuların, ilk seanslarda kolaylıkla çözüldüğünü, sürecin bir noktadan sonra derin kazı ve yoğunlaşma gerektiren sorunlara takılı kaldığını aktarıyormuş. O aşamada, katman katman kök sebeplere yoğunlaşacaklarını anlatıyormuş danışanlarına. Seans haricinde, kendisinin gecelerce tek başına, danışanın katılımı olmaksızın kişiye özel enerji çalışmaları yaptığını, reiki, thetha healing gibi yöntemleri de kullandığını, bu çalışmaları yaparken insan üstü mesai harcadığını ve uykusuz kaldığını belirterek, fiyatların bu kadar yüksek olmasının sebebini açıklıyormuş kendince. Gerard’a para vermek için arabasını satanlar, ay sonunu getiremeyenler, bankadan ihtiyaç kredisi çekenler olmuş. 

Gerard’ın söylediğine göre, geçmişte kendilerinin ve atalarının yaptıklarından bu çalışmalara katılarak arınan insanlar, sonrasında da frekanslarını yükselterek ruhani olarak beşinci boyuta erişiyorlarmış. Böylece para, bolluk, aşk ve sevgiyi yüksek titreşimler yayarak kendilerine çekiyorlarmış. Gerard, danışanlarının frekanslarının yükselip, beşinci boyuta geçmeleri için kendisinin portal olarak vesile olduğunu söyleyip meditasyonlar yaptırıyormuş danışanlarına. Arada da şifalı olduğunu söylediği bir şeyler içiriyormuş onlara seanslarda.

Kasia, anlattıkça anlattı nefesi kesilmişçesine. Sesinde kaygı, öfke, şaşkınlık vardı.  Hiç soru sormadan, bölmeden dinledim onu. Ancak, bir yandan da “Şu ormandaki huzur, toprak kokusu, ayağımı ıslak çimenlere bastığım zaman hissettiğim topraklanma duygusu, yağmurun ardından burnuma gelen petrikor kokusu, az önce kafama ceviz atan sincap, insanın enerjisini Gerard gibi şarlatanların binlercesinin bir araya gelip de başaramayacağı derecede yükseltiyor” diye düşünmeden edemedim.

Kasia, Gerard’dan düzenli olarak seans alanların arasında Annie gibi yüksek eğitimli yüzlerce kişinin olduğunu, bu duruma da çok şaşırdığını söyledi.  Annie ile yıllardır süregelen dostluğunun bile, onu Gerard’a karşı uyarmış olması nedeniyle bozulduğunu, Annie’nin da aylardır Gerard’a yüklü paralar ödeyerek seanslara katıldığını anlattı.

Benim fikrimi sordu bu konuda. Kasia’ya gülümsedim. “Biraz önce yanımızdan geçen kahverengi Friesian atının ayak seslerini duydun mu? İşte benim frekansımı yükselten, o at oldu. Şayet frekansı yükselterek beşinci boyuta çıkılıyorsa ormanın kalbinde o kadar çok portal var ki görebilene, duyabilene boyut kapısı odur. Emin ol, Gerard’dan daha güvenilir ve daha kalbe huzur veren ortamı sunar orman.” dedim. 

O sırada yürüyüşümüzü göletin yanındaki ağaç ev şeklindeki kafede sonlandırdık. Kahve ve çocukluğumdan beri çok sevdiğim buram buram tarçın kokan elmalı tartlarımızı alarak, göl kenarındaki bir masaya oturduk. Göldeki ördekleri izlemeye koyulduk kahvemizi yudumlarken. Kafede arka fonda James Hood’un Animal isimli eseri, kısık bir şekilde çalmaktaydı. O sırada birkaç tane yeşil papağanın gözümüzün önünden uçuşuna şahitlik ettik. “Al sana frekans yükseltici bir şey daha” dedim Kasia’ya.

Kasia, “Gerard konusunda ne düşünüyorsun gerçekten? Neden Annie ondan seans almayı sürdürüyor? Neden Gerard’la ilgili tatlı dille onu uyardığımda, benimle iletişimini kesti üstelik beni çok kıran cümleler sarfederek?” diye sordu. 

Kasia’yı biraz daha dinledikten sonra, şunları söyledim. “İnsan, yetenekleri ve ilgi alanlarını birleştirerek bütünün hayrına faydalı olma amacıyla iş kolunu seçip, hedefine maddi kazançlar yerine toplum için katma değer üretmeyi koyarsa hem mutlu, hem de başarılı olur. Dolaylı olarak para da kazanır, bolluk ve bereketi de günden güne artar. 

Kestirme yollardan zengin olup, hizmet ya da ürün sunduğu toplumun iyi olma halini gözetmeden, yaptığı işi kalitesiz ve etik olmayan şekillerde sunarak bolluk bereket içinde olmak isteyen insan, banka hesabı kabarık da olsa, statü sahibi de olsa, gerçek anlamda huzur ve neşeli olamaz. Her birimiz, kollektif bilincin bir parçasıyız. Bütün için neyi isteyip, topluma neyi sunduğumuz sadece bütüne verdiğimiz değil, aynı zaman da kendimize de verdiğimizdir. Kollektif için bolluk, bereket, sağlık, neşeyi içtenlikle isteyip, buna katkıda bulunmayı görev edinen, kendisi de bunu çeker hayatına. Kazana ne koyarsan, kepçene o gelir nihayetinde. Ben, kötülük ve üç kâğıt peşinde koşup, adam kullananın, gönül kıranın, haset olanların, kendi çıkarları uğruna adaletten sapanların gözlerinde ışıltı, yüzlerinde huzur görmedim hiç bugüne kadar. Tanıdığın bu şekilde yaşayan insanlar varsa, bir bak gerçekten gören gözlerle yüzlerine, bu dediğimi fark edeceksin bence. Türkçe’de “Yüzünde nur kalmamış.” derler. İşte o nurun kaynağı, insanın bu hayattaki eylemleri, niyetleri, kalbinde başkaları için taşıdıklarıdır. Kalp bir küfedir, içindekini yüzüne, aurana, hayatına sızdıran.

Etik olmayan şekillerde zenginleşip, kalp kırıp, başkalarına hasetle, kötü niyetle yaklaşıp, her fırsatta kendi çıkarlarını önceliklendirenler, meditasyonla, şifa kampları ile karma temizliği yapmaya çalışarak yine bir nevi kısa yoldan köşeyi dönme tilkiliği peşindeler bence. Hakiki arınma, önce pişmanlıkla, mahcubiyet ve telafi etme isteği ile olmaz mı? İçten bir telafi, maddi ve manevi kaynak ayırmayı, emek vermeyi, gerçek çaba ve adanmışlığı gerektirmez mi? Eğer zarara uğratılan, gönlü kırılan, hak ettiği şekilde muamele görmeyen o kişi, hayatta değilse, yani onunla yüzleşmek ve adil bir şekilde ona hakkını teslim etmek mümkün değilse, yaşananlardan ders çıkarıp, bir daha kimseye böyle davranmayarak olur gerçek arınma.  

Bir de atalardan gelen karma mevzusu var. O da öyle meditasyonla, ritüelle, reiki enerjisi ya da theta healing çalışmaları ile olmaz. Atalarımızın hatalarından dersler alarak, boynuz kulağı geçer misali onların bu hayatta yapmış oldukları güzel şeylerin daha da iyisini yaparak, onların yapmış olduğu hataları tekrarlamayarak, kendi davranışlarımızın sorumluluğunu alarak, emek vererek, paylaşarak, olaylara yıkıcı bir şekilde yaklaşmak yerine, yapıcı bir şekilde yaklaşarak, iyiliği, güzelliği yayma çabası ve niyeti ile olmaz mı?  Ata karması, ancak kendi eylemlerimizle iyileştirilir. İyi niyetli, sevgi kökenli eylemlerle temizlenir, eğer öyle bir temizlik gerçekten mümkünse.”

O sırada Kasia eli ile garsona işaret etti. Bana dönerek “Sen seversin, taze nane yapraklı çay içelim mi? Hava serinledi. Sen de tatlı tatlı anlatıyorsun, biraz daha oturalım mı?“ dedi. “Kasia’nın çay siparişi ile konuşmamı bölmesi, ikimizin de konudan uzaklaşıp, es vermesi, nefes alması için iyi oldu.” diye düşündüm o an. 

Kasia, chili soslu peynirli sufle de sipariş etti bizim için. Hollanda peyniri, en sevdiklerim arasında olunca, peynirli sufle de doğal olarak favorilerimden. Kocaman gülümsedim istemsizce. “İnsanın onu tanıyan, neyi sevip sevmediğini bilen, bakışından o anda, ona neyin iyi geleceğini bilen, hayatına, yolculuğuna, varlığına şahitlik eden yakın bir dostunun olması ne güzel!” diye düşündüm. Böyle bir dostu, yüzeysel, içi boş sohbetlerin yapıldığı yüzlerce arkadaşlığa değiştirmem ben. Derinlik ararım iletişimlerde. Bunun da ancak kısıtlı sayıda insanla yakalanabileceğini bilirim. Zaten, herkes de derinlik, yoğunluk, bağ kurmayı aramıyor ki ilişkilerinde. Kimi yüzeyselliği, kalabalığı, bağ kurmamayı tercih ediyor. Belki bizler de balıklar gibiyiz. Kimimiz dip balıkları gibi iken, kimimizse yüzey balıkları gibiyiz, duyguları işleme, düzenleme, anlama ve derinleşme potansiyeli ve eğilimi olarak. Ben bunları düşünürken, siparişlerimiz geldi masaya.

Çayımdan bir yudum aldığım sırada, Kasia, “Az önceki kahven buz gibi oldu konuşmaktan Soğuk soğuk içtin onu, çayını soğutmana sebep olmayacağım. Ama tek bir sorum var. İnsanın eylemlerinden ve sonuçlarından bahsettin. O aşikâr olan, onu anladım, ancak niyete de çok vurgu yaptın. Niyetini eyleme dönüştürmediyse sence o da etki eder mi ki eylemleri gibi?”

Cevap verdim Kasia’ya. “Çayım soğusa da önemli değil. Annie en yakın arkadaşın ve ona olan kırgınlığın nedeniyle, ayazda kalmış gibi üşümüş kalbin. O nedenle anlıyorum seni. Evet, niyet iyi ise ama o an imkanlar tam olarak niyetini gerçekleştirmesine olanak vermese de tüm adımlarını niyetiyle tutarlı şekilde attıysa, odağı tutarlı ve içten bir şekilde çabalamakta, çözüm yolları aramakta olduysa, niyeti de eylemine tabidir. Ya da niyeti kötü olduğu halde utandığı, korktuğu, toplumdan dışlanmaktan çekindiği, imkanları el vermediği için kötülük yapmadıysa, kalbindeki o kötü niyeti de eyleme tabi.  Çünkü koşullar uygun olsa, yapma arzusu varmış o kötülükleri. Özetle niyetin, eylemindir bence.”

Biraz ara verdik bu konuya. Peynirli suflelerimizi yiyip, nane yapraklı, ballı çaylarımızı içtik, yağmurun sesine kulak vererek. O sırada, Kasia beş yaşındaki yeğenine hediye ettiği kırmızı yağmurluğun fotoğraflarını gösterdi bana. Kasia’nın buluştuğumuz zamanki kasvetli, üzgün yüz ifadesinin silinmiş olduğunu fark ettim. Konuşmamız ve orman havası ona iyi gelmişti. Kırmızı yağmurluğu göstererek, içimdeki kırmızı aşkını ateşlemiş olacak ki bir butikte gördüğüm kırmızı elbise geldi aklıma, onu anlattım hemen Kasia’ya. Kafe çıkışında, o kırmızı elbiseyi gidip satın almaya karar verdik heyecanla. 

Tam kalkacakken, Kasia’nın aklına yine Annie geldi. “Bak dedi, Gerard’a kaptırdığı paralarla ne elbiseler alırdı O. Senin bahsettiğin butiği bile satın alabilirdi paralarla.” Kasia’ya son olarak şunları söyledim cevaben “Annie kısa yoldan emek vermeden, ruhani ve dolaylı olarak da dünyevi olarak yükselişe geçmek için portal arıyormuş. Oysa, gözüne baktığın her canlı portaldır. Hasta bir kediye yardım ederek, kalp arınır. Dünya güzelleşir. İşini hakkını vererek yaparak, topluma faydalı olarak bolluk bereket artar. Kırdığın kalbi onararak, karma temizlenir. Hatta kalp kırmayarak, haksızlık etmeyerek, kimsenin hüznü, pişmanlığı, göz yaşı olmayarak, kimseyi değersizleştirmeyerek, insanlara biricik ve özel olduklarını hissettirerek, özenli ve sorumlu davranarak karma yaratmaktan sakınılır. Maddi ve manevi kaynaklarını, imkânları dahilinde az ya da çok demeden paylaşarak, nefsinden arınır insan. Kendisi için istediğini başkası için de istediği ve kendisine yapılmasını istemediğini başkasına yapmadığı zaman enerjisi, huzuru artar insanın. Örneğin, bir deniz kaplumbağası ile denizde yüzerken göz göze geldiğimiz an, ona kalbimizden yansıyan sevgi ve niyettir portalımız. Dolayısıyla, Gerard’a yüksek hizmet bedelleri ödeyerek, Annie hızlı ve kolay fakat bir işe de yaramayacak bir yol seçmiş kendisine. Annie, ilk etapta kendisini kandırıyor. Emeksiz, gerçek yüzleşmeler yaşanmadan, bedeller ödemeden neşe, huzur, bolluk ve berekete sahip olmak peşinde. Serbest piyasa, ne tip bir talep varsa, ona uygun arzı yaratır ivedilikle. Annie gibiler kısa yoldan, düşük emekli ve hızlı çözümler aradıkları için, serbest piyasada da onlara arz sunacak çeşitli yaştan, milletten, kültür seviyesinden, eğitim seviyesinden şarlatanlar çıkacaktır.

İnsan, kalbinin, aklının, emeğinin ekmeğini yer. Az önce dediğim gibi kazana ne koyarsa, kepçesine o gelir. Annie’ye de olan bu bence... Sana tepki verme sebebi ise, söylediklerinin, onun gerçek ve belki de zorlayıcı oranda emeği ve çabayı göstermeden her anlamda yükselme arzusunu desteklememiş olması. Seni duymak, belki de işine gelmedi. Ya da, bir boşluğa düştü, sağlıklı kararlar alamayacağı ölçüde çaresiz hissetti. Denize düşen, yılana sarılır misali Gerard’dan medet umdu. Sen yanında olup, onu uyarmışsın. Bundan sonrası onun özgür iradesi. Senden yardım almaya istekli olmadıkça Annie, sen ona zorla yardım edemezsin ki. Muhtemelen, Gerard Annie’nin duymaya hazır ve istekli olduklarını söylüyordur seanslarda. 

Herkes birbirinin portalı. Annie, senin kalbini kırmak yerine, kibarca teşekkür edip, yine de kendi istediğini yaparak da sınır koyabilirdi sana. Ama bana aktardığına göre, senin kalbini kırmayı seçmiş bir şekilde. Her deneyim, her temasta olduğumuz can bizler için portal. Ya iletişimlerimizde, bir üst versiyonumuza geçeriz eylemlerimiz ile, niyetimiz ile. Ya da zarar verir, bulduğumuzdan daha kötü bir hale getirip karşımızdakini, kendi ışığımızı da kısarız. Seçim, özgür irademize kalmış. Şimdi gidip şu kırmızı elbiseye bakalım. O kırmızı elbiseyi giydiğim anlarda da, karşıma çıkacak canlarla muhabbetim sevgiyle, dostlukla, iyilikle olur umarım, karşılaştığım gönül portallarından en şık ve güzel halimle geçerim bak o elbise ile.”

Kasia “Konuyu elbiseye bağladın yine, işte bu da tam sen” diyerek güldü. Tabi öyle olacaktı, kırmızı elbise mühim konu. Karşımıza çıkan portallardan aşkla, sevgiyle, iyi niyetle geçebilmek dileğiyle…

Yazar Güz / Edebiyat Gazetesi / Ekim 2025 / Sayı 33

Sophia Jamali Soufi Yazdı: Uyanık

Sophia Jamali Soufi

Bu bedenin külü

zamânın içinden

yükselen bir dumândır

Şehir

boğazda boğulmuş bir feryâd

Ben

ne sudan

ne topraktan

ölülerin bakışlarından doğdum

Zorluklar mı?

Tekrarlanan ölüm çanı

Her darbe

rûhumdan bir nefes emer

fakat her seferinde

yüzüme yeni bir maske takarım

Artık ne güneşten, ne aydan

kendi gözümle

yolumu ararım

Ve o yaralı kurt

gecenin kalbinde

sükûnetin boğazını

keskin dişiyle tırmalar

Bu huzursuz damarlar

kaçmak için değil

aksi rüzgârda dans etmek için

çırpınmaya başladı

O çıplak beden

kendi soğuğundan

içindeki ateşe sığınır

ve her seferinde

tekrarlanan yenilgide

kendini

ayna parçalarında

yeniden bulur …


Sophia Jamali Soufi / Edebiyat Gazetesi / Ekim 2025 / Sayı 33

İnsan

Seven kalp, annesinin sesindeki tınıda da, bir ağacın yapraklarında da aynı coşkuyu bulur. Merhametli olan, yanan her orman parçası için de, özgürce ormanlarda gezme hakkı gasp edilen her geyik için de, zarar gören kendi evladı için de aynı hüznü duyar. Gerçekten duyabilen, ney sesinde de, yağmur sesinde de, nal sesinde de huzur bulur,  ruhu ile derin bir bağ kurar. Hikmetin dışarıdan gelen seste olmadığını, kalbinde beslediklerinin duyduğu sesleri nasıl şekillendirip, anlamlandırdığını bilir.

Yazar Güz: İnsan

Minnettar olan, annesinin yıllar önce yapmış olduğu elmalı turta için de şükreder her tarçın kokusu burnuna geldiğinde, ondan dinlediği her uyku öncesi masal için de şükran duyar yıllar geçse de. Genç yaşta annesini kaybettiği için isyan etmek yerine, olanda da, olmayanda da gizli kalan güzellikleri görür. Kayıpları, daha da yükseklere uçması, vizyonunu geliştirmesi, kendi potansiyelinin farkına varması için, kanat olur ona. 

Yaşam amacını bilen, üretir, paylaşır, çabalar. Arada duraklasa da, yorulsa da, hiç pes etmez yüreği ile çıktığı yolculuğundan, yolundan. Birilerini mutlu etmek, destek olmak, varlığını hissettirmek isteyen, karşılık beklemeden, yokluk demeden vermek için sebep arar, fırsat kollar.  “Alma-verme” dengesi diye günümüzde dillere pelesenk olmuş şekilde, tüccar edasıyla kantarı koymaz ortaya her adımında. Paylaşmak, destek olmak için vesile yaratır. Bu, bazen “Sen seversin, onun için bunu yaptım” tadında olur, bazen de “Vitrinde gördüm, aklıma sen geldin, hemen aldım senin için” şeklinde olur. Gün gelir, hissettirmeden, dile getirmeden karşıdakinin ihtiyacını gidermek için maddi ve manevi kaynaklarını kullanır, mahcup etmeden.

Özen gösteren, karşısındakini istemsizce kırdıysa, uykusuz kalır. Bunu kendine dert edinir, hatasını sadece sözleriyle değil, eylemleriyle de telafi eder. Aynı hatayı bir daha tekrarlamaz. Emek vermek isteyen, her durumu bunun için fırsat bilir, çabalar. Yapmadıkları için mazeret yaratanlardan olmak yerine, işlerin yolunda gitmesi için ortam, fırsat yaratır çünkü bilir ki emeksiz, çabasız hiçbir şey büyümüyor, gelişmiyor, yeşermiyor.

Mütevazi olan, eğitiminden, dış görünüşünden, statüsünden, mal varlığından bağımsız olarak kalpten kalbe köprü kurar. Kimseyi, kimseyle kıyasa sokmadan karşısındakine biricik ve kıymetli olduğunu bakışı ile, sözleri ile, duruşu ile hissettirir. Yanında huzur ve güven hissedilir.

Gözlemlerime göre yukarıda saydıklarımı yapanları ise suistimal edenler, manipüle edenler çoğunlukta maalesef. Nihayetinde insan olmak, sanatların en zoru, yolculukların en erdemli olanı. Yolculukta bazen ihanete uğramak da, yorulmak da, kaybetmek de var. Hepsi insana dair, hepsi hayatın bir parçası.

Kurnazlığa kaside yazılan bir coğrafyada, kurnazlığı zekâ ile karıştıranlar çokça. Bilmezler ki, kurnaz insan daha düşük zekâ seviyesine sahip olmakla beraber, ahlaki olarak zayıftır, etik ve adaleti kendi çıkarları için feda etmiştir. 

İnsan bilinci ile yolculuğuna devam edenler, bunları görür, üzülür ama duymaya, sevmeye, görmeye, vermeye devam eder. Çünkü beşer olmak ile insan olmak arasındaki fark, bu yolculuktan alnının akıyla, tüm deneyimlenenlere rağmen çıkmakta yatar. 

Beşer bilinci ile insan bilinci arasındaki uçurum büyüktür. Beşer, orman yakar. Eğitimi, bilgisi, yeteneği ile hak etmediği pozisyonlara emek harcamadan, torpille, ayak kaydırarak gelir. Adam kullanır, kendi kasasını düşünür, arkadaşını kullanır, eşini aldatır, etrafındakileri dolandırır. Ayrımcıdır beşer. Adalet bilmez, olayları işine geldiği gibi yorumlar. İlişkilerde maske takar, taktik çok bilir, strateji uzmanıdır. Kıymet gördüğü zaman, kıymete kendisinin fazlasıyla layık olduğunu, karşı tarafın kendisine mecbur ve borçlu olduğunu sanır. Kolaylıkla şımarır, değersizleştirir karşısındakini. Bilmez ki iletişimde olduğu kişi, insan olmanın verdiği sorumlulukla, hoşgörü, nezaket ve kapsayıcılık ile ona yaklaşıyordur.

Bir muhitte, sokak hayvanlarına nasıl davranıldığından anlarım ben orada yaşayan ahalinin beşer bilincinde mi insan bilincinde mi olduğunu. Bir iş yerindeki en yetenekli, konusunda en bilgili ve çalışkan personelin meslektaşları tarafından mobbinge uğrayıp uğramadığı güzel bir göstergedir o kurumun beşer bilincinde mi, insan bilincinde mi olduğunu anlamak için.  

İlişkisine emek mi veriyor partnerinin kalbini hoş tutmak için, yoksa karşı tarafı kırıp, rencide ederek kendi yetersizliğini, hatalarını mı kamufle ediyor oradan anlarız karşımızdakinin beşer bilincinde mi, insan bilincinde mi olduğunu. Yakın arkadaşının, öz kardeşinin başarısını, güzelliğini, imkanlarını kıskanıp arkadan iş mi çeviriyor yoksa gönülden her daim iyiliğini mi istiyor…

Misaller listesi böyle uzar, gider. Hayat yolculuğunda, beşer ve insan arasındaki farkı anlayana ve ona göre konumlanana kadar yansıtma, aynalama aracılığıyla, sonsuz olasılıklı misaller kümesinden düşer bizim de bahtımıza çeşitli deneyimler, eşleşmeler, sınavlar, kayıplar, fırsatlar. 

İnsan olma yolculuğu, meşakkatli ama çok kıymetli. Yolculuğumuzda duyan, gören, seven ve yaşam amacına sadık olanlardan olmak dileğiyle. Aşk ve sevgiyle kalın…


Yazar Güz / Edebiyat Gazetesi / Eylül 2025 / Sayı 32

İnsanı İnsan Kılan Kalbinin Derinliklerinden Gelen Nezakettir

Merhaba hocam, okuyucularımıza kısaca kendinizden bahseder misiniz?

Başkent Ankara’da doğup büyüdüm. Çankırı İline bağlı ve kuzey sınırında kalan, iklim ve kültür olarak Batı Karadeniz Bölgesinde yer alan, Ilgaz Dağı’na komşu, Kurşunlu İlçesi nüfusuna kayıtlıyım. Yenimahalle Anadolu Teknik Lisesi Elektronik Bölümü ve Ankara Üniversitesi Yerbilimleri Mühendisliği bölümlerinden mezun oldum. Askerliğimi Hatay İlinde yedek subay olarak yaptım. Özel bir firmada şantiye şefi olarak meslek hayatına başladım. Hâlen Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığında Deprem Koordinatörü Şube Müdürü olarak görev yapmaktayım. Her zaman sahada olmayı sevdim, seçtim. Güzel dünyamızın birçok noktasına ve cennet vatanımızın il/ilçe bazında her karışına ayak basma şerefine nail oldum. Çalışma odaklı ve içtimâi konularda birçok şiir, makale, radyo-TV programları, seminerlerim var. Yüzlerce sertifikasyonlu eğitime katıldım, eğitim verdim. Ama hayat koşturmacasında en önemli belgenin gönül sertifikası olduğunu anladım. Birçok Sivil Toplum kuruluşunda yöneticilik yaptım, halen Ankara Uluslararası Batıkaradeniz Birliği Genel Başkanvekilliği görevini gönüllü olarak sürdürüyorum. Bir elmanın yarısı, üç kız babasıyım. İyi derecede İngilizce bilmekteyim.

Yazar Hasan Kaya

Sizce şiir nedir? Şiirde olmazsa olmaz dediğiniz öğeler var mı?

Söz kıyıda yüzmekse, şiir derin denizlere dalmaktır. Şiir sözlerin maddi görünürlüğü ile manevi düzlemdeki dansının kıvamında bir araya gelmesi; gönülden, gönüllere belli frekansta iletilmesidir. Söz bilmeyenin şiir yazması zordur, ancak her sözü bilen de şiir yazamaz. Zira insan kağıt ve kalemi eline alınca sözler ona direnir. Şiirin ne zaman dile geleceği, yazıya akacağı; suyun ne zaman sele dönüşeceğinin belli olmaması gibi, insana bağlı bir husus değildir. 

Şiir yazmak/şiirin yazdırılması için her şeyden önce binyılın seyyahı İbn-i Batuta’nın “Derdi olanın vakti olmaz” dediği gibi, insanın “Dertli” olması gerekir. Derdinde derin denizler gibi olması elzemdir. O denizlere dalacak inanç, birikim ve cesaret insanın azığı olmalıdır. Şiir yazacak akıl yeterli olsa da, yanına sağlam bir ruh gerekir. Bu akıl ve ruhun birlikteliğini onaylayacak ilahi bir enerji gerekir. Yemek tariflerindeki gibi; malzemeleri katıp, karıştırınca şiir olmaz. İçine insanȋ hasletleri katmak, sevgiyi yaşatmak, nefreti uzaklaştırmak gerekir. Eksik kaldığımız önemli bir haslet de, şiire kalbȋ ve hasbȋ olarak değer verecek bir toplum yapısının olması  gerekir. Hülasa çok çalışmak ve kendini bilmek gerekir. Zira kendini bilen her şeyi bilir.

Şairlik sizin için ne ifade ediyor? Öykü, deneme tarzında yazılar da yazıyor musunuz?

Şairlik; insana dair hasletleri, insanın sınırlarını zorlayan bir anlayışla; bir akarsuyun denize ulaşma heyecanını, devamlı şelalelerden çağlayarak hissetmesi gibi yaşamanın ve bu duygulara müptela olmanın bir tezahürüdür. Şairlik insani değerleri üstün tutarak, diğerlerine göre değil değerlerine göre yaşayarak, edebini bedeninden üstün tutma ve insanı “İnsan” kılma çabasının, ilahi bağlantı gerektiren bir yansımasıdır. Bu duyguların harmanlandığı yer şairin fabrikasıdır. Şiir bu fabrikanın mahsulü olsa da, bu fabrikanın ruhsatı sadece şaire bağlı değildir. Şairlik klasik bir meslekten çok, insanın ruhuna yakışan bir elbiseyi giymeye benzer. Şair emek harcar, kitap okur, tefekkür eder, vaktini ilim yolunda harcar. Ancak; bu ilahi elbiseyi ne zaman giyeceğini kendisi dahi bilemez. Şiir çalışmaları haricinde değişik konularda birçok radyo/TV programları ve makalelerim var. Kitap okumayı seviyorum, yazmakta beni rahatlatıyor. Ancak kamu hizmeti ve STK faaliyetlerinden dolayı yazdıklarımı derlemeye yeterince vakit bulamadığımda oluyor.

Yazma yolculuğunuzdan kısaca bahseder misiniz? Bu yolculukta size kimler destek oldu?

Çocukluk dönemimden bu yana kitaplara ve söze uzak değilim. Tam bir kitap kurdu olduğum söylenebilir. Havuzda toplanan suyun akması gerektiği gibi, belleğimde ve ruhumda toplanan sözlerin kendi hayat bakışım, inancım, maneviyatım ve dünyadaki mazlumların yaşadığı sıkıntıların azaltılması konusunda İslam’ın sancaktarı olan necip Türk Milletinin bir ferdi olmanın üzerime yüklediği sorumluluk beni her zaman derdimi ifade etmeye zorlamıştır. Ben şiirin ilahi yönüne ve büyüsüne inananlardanım. Bu yüzden çocukluk döneminde yazdığım şiirlerimi arşivlemedim. Onları paylaşınca adeta büyüsü bozulup, elimden bu yeteneğim alınacak gibi bir hissiyata sahiptim. Ama zaman ilerledikçe gördüm ki paylaşım sadece mal ve mülkle ilgili değil. İnsan Rabbinin ona verdiği her şeyin fazlasını paylaşması gerekir. Paylaş ki kaderin değişsin. Bende elimden geldiğince paylaşmaya çalışıyorum. 

Mehmet Akif Ersoy’un şiirleri ve İstiklal Marşı çocukluğumdan bu yana  beni çok etkilemiştir. Türk İslam anlayışına sahip şair ve yazarların maneviyat bütünlüğü, bana her zaman samimi gelmiştir. Ama okuduğum kitapları seçerken tutucu bir anlayışta değilim. Her kitapta en az bir güzel nokta olduğuna inanırım. Mesele o noktayı yada noktaları bulup, kendi bakış bütünlüğünüzle harmanlayabilmek. Kamuda şahit olduğum; liyakatsizlikler, yönetim beceriksizlikleri ve Mobbing olaylarına bizzat maruz kalmak ruhumda yoğun bir enerji birikimi ile bambaşka, yepyeni bir başlangıca sebebiyet oldu. Şimdiki aklım ve bakışımla; bu yaşadığım olayları ve kişileri de, ikinci yazma dönemimin oluşmasına vesile oldukları için sitayişle anıyorum. Çünkü yaşadıklarım, bende suları aşan seller misali, Tevhid şiarına dört nala koşan dünya hayatını anlama konusunda büyük bir heyecana sebep oldular. Allah onlardan razı olsun ve de onları ıslah etsin. Türk Milletini de, bu kutsal “İlay-ı Kelimetullah” davasında koruyup, yüceltsin.

Kitabınız Alaska Yayınları’ndan çıktı. Kitabınızda şiirseverleri ne tür şiirler bekliyor? İpucu verir misiniz?

Cismâni Akıl Rûhâni Güç isimli kitabımın; ülkemize ve sınırları aşan coğrafyalara hitap eden Alaska Yayınları’ndan çıkması, beni ziyadesi ile bahtiyar etmiştir. Kitap; “Cismâni Akıl Rûhâni Güç, Türk Milleti, İnsana Dair, Dünya Hayatı” isimli dört bölümden oluşuyor. Her bölüm; o bölümün konusu hakkında girizgah ve konu bütünlüğüne sahip 15 şiirden oluşmakta olup, toplam 60 şiir içermektedir. Kitaba Cismâni Akıl / Rûhâni Güç ismini vermemin asıl nedeni; hayata insan merkezli bakan, insan ruhuna dair hasletleri önceleyerek, tarihte üstün başarı seviyeleri yakalayan Türk medeniyet kodlarımız ile modern çağın kodları arasında çevrimiçi bir bağlantı kurma isteğimden kaynaklanmaktadır. Tüm dünyaya hitap edecek, insan merkezli bir medeniyet inşa etmek, mazlum dostu Türkler için ilahî bir yazgıdır. Kim bilir? Belki bizler de bu duruma vesile olacak, şanslı bireyler olabiliriz. 

Anda kalarak gelenekten, geleceğe bir bağlantı kurma ve bu bağlantı ile yaşadığımız dünyada insanlığa dair azalan umutları artırma çabası ile yazdığım şiirlerimde; diğerkamlık, kapsayıcılık, misafirperverlik, şefkat, merhamet, iyilik gibi insana dair hasletleri yaşama ve yaşatma endişesi bulunmaktadır. Bu endişenin kaynağı; tarihin her döneminde insanlığa yön veren ve üstün başarı seviyelerini yakalayan ecdadımızın ve Türk İslam anlayışının omuzlarıma yüklediği sorumluluk duygusudur. Zira kendi zahirinde ilahi bir frekans yolculuğunda akıp giden iyilik ve kötülük mücadelesinde insana düşen, iyiliğinde kötülüğünde tek millet olduğunu anlaması ve tarafını seçmesidir. Doğru yada yanlış tarafı seçeceği anahtarın kendi içinde olduğunu anlayan insan, başarıya bir adım yaklaşmış olacaktır.

Sefer ve kendini tanıma niyeti ile yolculuk etme anlayışına sahip olduğum dünya hayatında, öne çıkan başarılı insanların ortak bir özelliğinin de kitap okuma alışkanlıkları olduğunu gördüm. Benim de en büyük kazancım, bu alışkanlığa sahip olmamdır. Bu kitaptaki şiirlerim, geçici dünya hayatını "İkra" şiarı ile okuma alışkanlığımdan elde kalan duygularımın bir yansımasıdır. İçimde akıp duran şelale benzeri duyguların, akıl ve ruh süzgecime takılan kısmı olan şiirlerimi yazarken dikkatimi çeken; mısraların başlangıçlarındaki simetrinin bitişlerde de olmasıydı. Bir kurgudan çok, iç âlemimden yansıyan bu özel durumu araştırdığım kadarı ile dünyada da benzeri olmadığını gördüm, mutlu oldum. İnşallah siz kıymetli okurlarımla, bu mânâda da bir frekans yakalamış olur ve mahcubiyet yaşamam.   

Başucu yazar, şair ve kitaplarınız nelerdir? Yazarların ve kitapların hayatınıza nasıl bir etkisi oldu?

Dünya ve Türk klasiklerinin yanında; Lev Tolstoy, Farabi, Muhibbi, Yunus Emre, Mehmet Akif Ersoy, Necip Fazıl Kısakürek, Yahya Kemal Beyatlı, Sezai Karakoç, Abdürrahim Karakoç, Nurullah Genç gibi şairleri sever ve okurum. Yazılan bütün kitaplar övgüyü hak eder. Özellikle edebiyatın önem bulmadığı bizim gibi toplumlarda yazmak; övgüye mazhar, çok büyük bir cesaret işidir. Mutlak anlamda bakıldığında insan hayatı çok sınırlıdır. Başkalarının kitapları, başka insanların hayatı, tecrübesi, bakışı ve farklılıklarını yansıttığı için; her kitap bir hayattır aslında. Kitap okuyan insan da kısıtlı olan kendi hayatının yanı sıra, başkalarının hayatını da yaşamış olur. Ufku, vizyonu değişir; tekamül yolunda ilerlemiş olur. Kitap okumak sınırlı hayata sahip insanoğlu için, aynı zamanda ilahi enerji ile bağlantı kurmanın da bir yolu diye düşünüyorum. İkra emri ile başlayan muhteşem bir kutsal kitabımız olmasına rağmen, “İkra” şiârına bu kadar uzak bir toplum olmamız anlaşılır gibi değil. Sınırlı yapımıza, Sınırsız Güç’le irtibat imkânının verilmesi büyük bir lütuftur. Bunu inatla görmezden gelenlerle irtibatın kesilmesi, asaleti olanlara matuftur.  

Üzerinde çalıştığınız yeni bir kitabınız var mı? Okuyucularınıza ipucu verir misiniz?

Bugüne kadar yazmış olduğum denemeler, makaleler, köşe yazıları ve değerlendirme yazılarımı bir kitapta toplamak istiyorum. Milli ve manevi değerler ekseninde, önce kendimden başlayarak insanı “İnsan” kılmak arzusuyla bir çok farklı konuda yazdığım bu yazıları, okurlarımın da beğeneceğine yürekten inanıyorum. Dünyanın hangi noktasında olursa olsun; meşrep, soy, sop gibi özelliklerine bakılmadan, insanın acısını kalbî ve hasbî olarak hissedebilmek; yapılan her hareketin özüne yansıdığı, adeta bir titreşim havuzu olan hayatı anlamanın en önemli merhalesidir. Bu mânâda yazacağım kitapların okurlarımla aramda derin bir etkileşim ve köklü bir bağlantı kurmasını arzu ederim.

Son olarak okuyuculara söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Dijital çağın gerekleri ile medeniyet kodlarımızı, adalet ekseninde yeniden buluşturmanın şifreleri; kültür, sanat, eğitim, fen, felsefe, iktisat ve içtimai hayat gibi insanı ilgilendiren bütün konularda, insanı merkeze alan bir anlayışta gizlidir. İnsanı, insan kılan; makyaj ve pahalı kıyafetler değil, kalbinin derinliklerinden gelen nezakettir. İnsanî bakışın vazgeçilmez ilkesi olan kul hakkı, insanlığın nüvesini teşkil eder. İnsanın kalemine güç, gönlüne sevinç dolması için, soy ve sop gözetmeksizin her an mazlumların acısını duyması, çalışması ve üretmesi gerekir. İnsanın hayatta azaltmak istediği bir kötülük varsa, temizliğe önce kendi içinde başlamalıdır. İnsanın kendi ile mücadelesi ruhunu tanıması ile başlar. Niyetin gücü, adımların büyüklüğünü belirler. Gönül dili bilip, hata yapmak; çok dil bilip, hatasız olmaktan iyidir. Bu onurlu insanlık mücadelesi; sadece kan ve gözyaşıyla değil, kalem ve kağıtla mücadele ederken acı duyarak, yanlış yapma ihtimaline karşın doğru yolu seçerek, sabır ve heyecan arasındaki muhteşem dengeyi kurarak kazanılabilir. Kıymetli okurlarım; Haydi! Bu mücadelede birlikte yol alalım…

İyi ki Edebiyat Sanat Müzik Var

Merhaba Semra Hanım, okuyucularımıza kısaca kendinizden bahseder misiniz?

İnsanın kendinden bahsetmesi dünyanın en zor işlerinden biri. Kurgu yapmak bile bundan daha kolay. 1974 yılında Afyon’un Dinar ilçesinde doğdum. İlk ve orta öğrenimimin ardından hukuk eğitimi için Ankara’ya geldim. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra bir kamu bankasında avukat olarak çalıştım. Sonrasında bir süre de serbest avukatlık yaptım. 2020 yılında ilk romanım Tek Zaman yayımlandıktan sonra üniversitemin Fikri ve Sınai Haklar Merkezi’nde telif hukuku alanında yüksek lisans yaptım. 2023 yılından beri de iki ayda bir yayınlanan edebiyat dergisi biLAkis’in Editörü ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürlüğü’nü yürütüyorum.

Yazar Semra Aksoy

Bu hayatımın görünen yüzü. Bir de görünmeyen yüzü var ki okurlarla asıl bu yanımı paylaşmak isterim. Hayal dünyam çocukluğumdan beri çok güçlüydü. Okuduklarımı görsel olarak kolaylıkla zihnimde canlandırabilir ve izlediğim bir filmin karakterleri ile özdeşleşip uzak diyarlara onlarla birlikte yolculuk yaptığımı çarçabuk hayal edebilirdim. Bu huyum yıllar içinde gelişerek büyüdü. Gerçek dünyadan kopmayı seven yanımın da desteğiyle okuduğum kitapların içindeki karakterlere ve hikayelere kendimi kaptırmaya devam ettim. Gerçeklikten kendimi koparmak istediğim zamanlarda, neşeli olduğumda mutlu olduğumda, tedirgin ya da umutlu olduğumda hep kitaplara sığınırım. Gerçek yaşamı gerektiği gibi ve gerektiği kadar yürütebildiğim her andan sonra koşup gittiğim ilk yer kitaplarımdır. Tarih, arkeoloji, felsefe, bilim her zaman ilgimi çekti ve bu alanda okumalar yapmak bilincimi çok besledi.     

Yazma yolculuğunuzdan kısaca bahseder misiniz? Sizi kitap yazmaya yönlendiren nedenler nelerdir?

Bundan 10 yıl önce bir roman yazmaya başladığımda neden daha önce yazmaya başlamadım, diye hayıflandığımı hatırlıyorum. Öncesinde sıkı bir okuyucuydum. Sonra bilincimdeki her şeyin çok fazla biriktiğini ve taşmak üzere olduğunu fark ettim ve ilk kitabım Tek Zaman böyle ortaya çıktı. 

Yazarlık sizin için ne ifade ediyor? 

Yazmak bana en az okumak kadar iyi geldi. Yazdıkça bunu daha iyi anlıyorum. Sadece roman ya da öykülerim değil Bilakis için de düzenli olarak Bilakis Kitap Güncesi köşesinde kitap incelemesi yazıyorum ve tabi editör köşesi de benim sorumluluğumda. Bu durum da düzenli bir yazma alışkanlığı kazanmamı sağladı. Yazmak göründüğü kadar başıboş bir iş değil. Belli bir disiplin gerektiriyor ve yaptıkça gelişen bir alışkanlık. Duyguları ve düşünceleri yazarak ifade etmek son derece keyifli ki ben konuşmaktansa yazarak ifade etmeyi daha çok seviyorum. Doğrusu yazarak kendimi daha derli toplu ifade edebiliyorum. İyi kurgulanmış denemeler ve öyküler zamanla bana daha fazla keyif vermeye başladı. Kurgu yazmak başlı başına bir macera. Karakterlere can vermek olacakların heyecanını onlarla birlikte yaşamak dünyanın hem en zor hem en gizemli yolculuğu. Yazmak insanın içini dışına çıkaran bir eylem. Bu haliyle kendi bilinç üstü ve bilinç altımla da yüzleştim, kendi sınırlarımı, kıyılarımı, köşelerimi keşfettiğim bir hal oldu benim için. 

Göbeklitepe / Son Kaplan Adam isimli kitabınız Alaska Yayınları’ndan çıktı, tebrik ederiz. Kitabınızda okurlarınızı ne gibi sürprizler bekliyor?

Göbeklitepe bildiğiniz gibi son yıllarda hem ülkemizde hem dünyada büyük ses getirmiş bir buluş. Antik zamandan tarihte epey geriye giderek MÖ 9000’lerde Urfa çevresinden yaşamış bir medeniyetinin izlerine tanıklık etmek başlı başına oldukça heyecan verici. Arkeoloji, tarih, özel olarak da dinler tarihi de edebiyat kadar sevdiğim ve ilgimi çeken bilim dalları olduğu için Göbeklitepe ilk keşfedildiğinden beri ben de herkes gibi buralarda kimlerin yaşamış olabileceğini, yaşam alanı mı yoksa tapınak veya ibadet alanları olduğunu ve sonrasında neden terk etmiş olabildikleri hakkında epey kafa yordum bu konuda yazılmış bilimsel eserleri okudum ve arkeologların değerlendirmelerini dinledim. Sonra zihnimde yaşayan bir Göbeklitepe’nin görüntüleri belirmeye başladı. Tepelerde avlanan T taşlarının arasında gezinen, âşık olan, ölümlere, savaşlara tanık olan insanlar adeta “biz buradayız” der gibi bilincime düşmeye başladılar. Ben de MÖ 9000’lerde yaşayan birbirine âşık olan iki genç insanın hikayesini, sosyal arka planları ile birlikte ve arkeolojik bulgularla da besleyerek kurgu bir hikâyeye dönüştürdüm. “Son Kaplan Adam” ismi ise hikâyenin kahramanı olan genç adamın sevdiği kadınla evlenebilmesinin sırrını taşıyor.

Başucu yazar ve kitaplarınız nelerdir? Yazarların ve kitapların hayatınıza nasıl bir etkisi oldu?

Her ne kadar dünya ve Türk klasik edebiyat eserlerini severek okusam da fantastik kurgu her zaman benim için çok kıymetliydi. Bunun için Ursula Le Guin, Tolkein, Asimov ilk sırada sayacağım yazarlar. Bunlar dışında Yaşar Kemal, Füreyya, Latife Tekin, Virginia Wolf, Hemingway ve Dickens ilk anda sayabileceğim, eserleri ruhumda iz bırakmış yazarlardır. Kitaplar benim için vazgeçilmezdir. Bildiğim her şeyi kitaplardan öğrendim. Hayata insanlara dair ne varsa kitaplar benim en önemli öğretmenimdi. Dünyanın en yetenekli, hayal gücü en gelişmiş, en zeki insanlarının yazdığı muhteşem kurgu hikayelerle bilincimin buluşmuş olması benim için büyük bir şans. Kitaplarla çevrili bir dünya beni hem mutlu eder hem de güvende hissetmeme sebep olur. Bu sebeple kütüphaneler benim sığınağımdır. Bazı kitapları dönüp dolaşıp okurum. Defalarca ve onlarca kez okuduğum bazı kitaplar var. Onları yaralarıma ve umutlarıma basarım adeta bir ilaç gibi.

Üzerinde çalıştığınız yeni bir kitabınız var mı? Okuyucularınıza ipucu verir misiniz?

Bir roman ve bir de öykü kitabı üzerinde çalışıyorum. Roman, 1920 Ankara şehrinde kurtuluş mücadelesine alelade insanların yaşamı üzerinden bakan bir kurguya sahip. Öykü kitabım birkaç değişik formda 36 öyküden oluşan bir kitap olacak. Öykülerimin bir kısmı gerçek insan hikayeleri bir kısmı mitolojik öyküler ve bilim kurgu öykülerden oluşuyor. Tümünü bir öykü kitabında çıkarmak çılgınca bir karar gibi duruyor ama denemek istiyorum. İlgi alanlarımın farklılığı beni böyle bir kitap planlamaya zorladı denebilir. Çünkü ne gerçekten ne arkeoloji tarih ve mitolojiden ne de geleceğin olası dünyasından kopabiliyorum. Bu haliyle yine Tek Zaman romanımın genel temasıyla paralel olarak geçmiş, şimdi ve gelecek temalarına odaklanmaya devam ediyorum. Hepsinin birbiriyle olan bağına ve ilişkisine inanıyorum. Bu sebeple öyküleri kurgularken birini diğerine tercih edemedim ve tümünü aynı kitabın içinde yayınlamak istedim. Tamamlanıp yayınlandığında okurlar geçmişten geleceğe uzanan bir çizginin üzerinde yürürken bulacaklar kendilerini.

Son olarak okuyuculara söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Herkesin yaşama tutunma yolları nefes alanları keyif aldığı eylemler farklıdır mutlaka. Benim içinse kitaplar her zaman baş köşedeydi. Hayatın tüm zorluğuna karşın iyi ki edebiyat, sanat, müzik var, diyebilmek ve edebiyatla ilgili de yayınladığım kitaplar, edebiyat dergisi Bilakis üzerinden naçizane bunun bir parçası olmak benim için çok değerli. Ardımda hayal gücümün parçası olan kitaplar, yazılar, öyküler bırakarak ilerlerken adeta yaşadığımı hissediyorum. Seyahat etmek, yeni kültürler tanımak da benim için yine yaşamıma değer katan aktiviteler arasında. Yaşamın tüm koşturmacası ve keşmekeşi arasında bu nefes alanlarına sahip olduğum için çok mutluyum.

Okumak Hazineler İçerisinde Kendi Mücevherini Aramaktır

Merhaba hocam, okuyucularımıza kısaca kendinizden bahseder misiniz?

Şebinkarahisar'ın Bayram köyünde dünyaya geldim. İlköğretimi doğduğum köyde, ortaöğrenimimi ise ilçe merkezinde tamamladım. Yükseköğrenimini Ankara Gazi Üniversitesi'nde tamamladıktan sonra Anadolu'nun çeşitli illerinde Mesleki ve Teknik Anadolu Liselerinde öğretmen ve yönetici olarak görev yaptım. Halen aktif olarak yöneticilik kariyerine devam etmekteyim. Eşim Fatma Hanım, aynı zamanda meslektaşım. Burak ve Beliğ Tarık isimli iki oğlumuz var. Okumayı seviyorum. Ayrım yapmadan bütün kitapları okurum. Okuduklarımı, yaşadıklarımı, hayallerimi, umutlarımı yazma zamanın geldiği kanaatindeyim.

Şair Hüseyin Otsay

Sizce şiir nedir? Şiirde olmazsa olmaz dediğiniz öğeler var mı?

Şiir, bir sanattır; az kelimeyle çok şeyi anlatma becerisidir. Bir yazarın koskoca bir kitapta ifade edebileceklerini, bir şair birkaç dizede anlatabilir. Bunun temelinde ise şüphesiz duygu yatar. Duygu olmazsa, şiir var olamaz. Şiiri yazan esas güç; şairin duygu yoğunluğu, hayata bakış açısı, bilgi birikimi ve gözlemleridir. Ancak tüm bu unsurların arasında şiirin karakterini belirleyen ve ona ruhunu veren yegâne şey, şairin duygu durumu ve o anki hissiyatının derinliğidir. Bu durum, şairin kaleme aldığı bütün şiirler için geçerlidir. Şiir, duyguların damıtılmış halidir.

Şairlik sizin için ne ifade ediyor? Öykü, deneme tarzında yazılar da yazıyor musunuz?

Benim için şairlik, bir özgürlük alanıdır ve kendimi koşulsuz şartsız ifade edebildiğim bir mecradır. Şiir, hayatın karmaşası içinde kimseye hesap verme gereği duymadan, tüm duygularımı ve düşüncelerimi en saf haliyle ortaya koyabildiğim bir sığınaktır. Yazma eylemi, beni derinden mutlu ediyor ve kendimi gerçekleştirmenin en anlamlı yolu olarak görüyorum. Şiir yolculuğum, ilk eserim "Gömleğimin Sol Cebindesin" ile başladı. Hali hazırda yeni şiirler yazmaya devam ediyorum. Bu ilk kitabımın tanınırlığı arzu ettiğim seviyeye ulaştığında, okurlarımla buluşacak yeni bir şiir kitabı için de hazırlıklarımı sürdürüyorum Şiirin yanı sıra, öykü türünde de çalışmalar yapıyorum. Şu ana kadar yazdığım ve biriktirdiğim çeşitli öykülerim mevcut. Yazmak, bana yeni bir pencere açtı; bu pencereden bakarak öykü dünyasına adım atmak istiyorum.

Yazma yolculuğunuzdan kısaca bahseder misiniz? Bu yolculukta size kimler destek oldu?

Daha önceleri zaman zaman yazılar yazdığım olurdu. Lise yıllarında ilçemizde şiir yazma yarışması düzenlenmişti, ben de bu yarışmaya katıldım. Yarışma sonucunda ilçemizde birinci olmuştum. Daha sonraki zamanlarda şiir yazmadım. Ta ki 03 Ekim 2024 tarihine kadar. Bu tarihte deniz kenarında balık tutanları izlerken, içimden şiir yazmak geldi. O gün “Deniz ve Hayallerim” şiirini yazdım. Yaklaşık bir ay sora yine deniz kenarında yeni bir şiir yazdım. O tarihlerden sonra şiir yazmak benim için bir tutku haline geldi. İlk yazdığım şiirlerimi eşim, çocuklarım ve öğretmen arkadaşlarım ile paylaşıyor, görüşlerini alıyordum.  Olumlu tepkilerden sonra yazmaya devam ettim. Yazdıklarım birikti, kitap haline geldi. Destekleri için aileme ve öğretmen arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.

Kitabınız Alaska Yayınlarından çıktı. Kitabınızda şiir severleri ne tür şiirler bekliyor? İpucu verir misiniz?

Alaska Yayınevine çok teşekkür ediyorum. Şiirlerimi kitap haline getirilmesine vesile oldular. Kitap çıkma sürecinde benimle sürekli iletişim halinde olan İsrafil Bey’e ayrıca teşekkür ediyorum. Kitabımda genellikle özlem, aşk sevgi şiirleri ile birlikte doğa, tarihi mekânlar, memleket özlemi ile ilgili de şiirler bulunuyor. Etkilendiğim konularda şiir yazıyorum.  Yeni yazdığım şiirlerim daha derin duyguları, farklı konuları içeriyor. İlk yazmaya başladığım zamanlara göre kendimi geliştirdiğimi düşünüyorum.

Başucu yazar, şair ve kitaplarınız nelerdir? Yazarların ve kitapların hayatınıza nasıl bir etkisi oldu?

Başucu yazarlarım, şairlerim ve beni etkileyen eserler çok geniştir. Edebiyatın farklı dallarından birçok isme ilgi duyuyorum. İsimlerini sayabileceğim yazarlar arasında Mehmet Akif Ersoy, Turgut Özakman, İlber Ortaylı, Sabahattin Ali, Ahmet Ümit, İskender Pala, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşar Kemal, Elif Şafak, Zülfü Livaneli,   gibi Türk edebiyatının önemli isimleri yer alıyor. Dünya edebiyatından ise Cengiz Aytmatov, Amin Maalouf, Victor Hugo, Honoré de Balzac, Gabriel Garcia Marquez, Fyodor Dostoyevski, İvan Turgenyev, Lev Tolstoy, Maksim Gorki, Jack London, Patrick Süskind, Stefan Zweig, John Steinbeck, George Orwell, José Saramago ve Necib Mahfuz, Ernest Hemingway gibi usta kalemler bulunuyor. Özellikle Rus edebiyatının klasiklerini çok seviyor ve çoğunu okumuş bulunuyorum.Şiirle ilk ciddi tanışmam, üniversite yıllarımda okuduğum Abdurrahim Karakoç'un "Suları Islatamadım" adlı eseriyle oldu. Bu, benim ilk imzalı şiir kitabımdır. Ayrıca Bahaettin Karakoç'a ait ezberlediğim şiirler ve Yavuz Bülent Bakiler de sevdiğim şairlerdendir.

Bunların yanı sıra; Mehmet Akif Ersoy, Necip Fazıl Kısakürek, Nazım Hikmet Ran, Can Yücel,  Cemal Süreya, Orhan Veli Kanık, Cahit Sıtkı Tarancı ve Attilâ İlhan gibi önemli şairlerimizi de düzenli olarak okurum. Şairlerimizin zaman zaman şiirlerini okumanın yanı sıra, hayatlarını araştırarak neler yaşadıklarını anlamaya çalışırım. Beni en çok etkileyen eserler arasında;  Safahat, Çılgın Türkler, Bir Ömür Nasıl Yaşarınız?, Kürk Mantolu Madonna, Od, İstanbul Hatırası, Aşk, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Yaban,  İnce Memed,  Serenad, Körlük, Anna Karenina (Ana), Suç ve Ceza, Babalar ve Oğullar, İnsan Ne ile Yaşar, Gün Olur Asra Bedel, Vadideki Zambak, Yüz Yıllık Yalnızlık,  Midak Sokağı, Yolların Başlangıcı,  1984, Gazap Üzümleri, Simyacı, Afrikalı Leo, Sefiller, Hekim, Çanlar Kimin İçin Çalıyor, Güvercin ve Satranç, gibi eserler bulunmaktadır. Her yeni kitap insanı farklı bir dünya yolculuğuna çıkarır. Bu yolculuk esnasında okuyucu sürekli kendine yeni değerler katar. Bunlar farklı yazarların kullandığı kelimeleri, cümle yapılarını ve dilin zenginliğini görerek yazarın kelime dağarcığı genişletir.   Farklı kültürlerden, dönemlerden ve sosyo-ekonomik durumlardan karakterlerin hayatlarına girerek insanlık durumlarına dair derin bir anlayış kazanabilir. Hayata bakış acısı değişir. Benim için de okuduğum her kitap ufkumu açtı; yeni hayatlara girmemi, kelime dağarcığımı genişletti. Okuduğum her yeni kitabın empati kurmamı sağladığını düşünüyorum.

Üzerinde çalıştığınız yeni bir kitabınız var mı? Okuyucularınıza ipucu verir misiniz?

Üzerinde çalıştığım yeni kitabım var. Yazmaya devam ediyorum. Yakın zamanda okurlarımla buluşacağını ümit ediyorum. Yeni kitabım öykü olacak, daha sonra yeniden şiir kitabı çıkarmayı düşünüyorum.

Son olarak okuyuculara söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Okurlarımıza çok teşekkür ediyorum. Okumak “hazineler içerisinde kendi mücevherini aramaktır.” Okumaya devam etsinler. Şiir yolculuğum, ilk eserim olan "Gömleğimin Sol Cebindesin" ile başladı. Halihazırda yeni şiirler yazmaya devam ediyorum. Bu ilk kitabımın tanınırlığı arzu ettiğim seviyeye ulaştığında hazırlığını sürdürdüğüm yeni şiir kitabım okurlarla buluşacak. Okuma yolculuklarında onlara eşlik etmek bana mutluluk veriyor.

Benim Hikayem Aslında Bizim Hikayemiz

Merhaba hocam, okuyucularımıza kısaca kendinizden bahseder misiniz?

Ben Enes Balaman. İstanbul’un Bakırköy semtinde doğdum. Çocukluğumdan beri edebiyata, tarihe ve insan ruhunun derinliklerine ilgi duydum. Bu merak zamanla satırlara dökülen bir yolculuğa, kendi hikayelerimi yazma tutkusuna dönüştü. Yazmak benim için sadece kelimeleri yan yana getirmek değil; hayatın karanlık ve aydınlık yüzünü, ihaneti, kardeşliği ve sadakati anlatabilmek.

Yazar Enes Balaman

Yazma yolculuğunuzdan kısaca bahseder misiniz? Sizi kitap yazmaya yönlendiren nedenler nelerdir?

Yazmaya küçük yaşlarda başladım. İlk başlarda kısa hikayelerle kendimi ifade etmeye çalışıyordum. Zamanla fark ettim ki yazmak, hayatın içindeki çelişkileri ve insan ruhunun kırılganlıklarını anlamanın en iyi yolu. İhaneti, dostluğu, yanlış seçimlerin bedelini gördüm ve yaşadım. Bu biriktirdiklerim beni kitap yazmaya yönlendirdi. 

Yazarlık sizin için ne ifade ediyor?

Yazarlık, benim için bir tür hakikat arayışı. İnsan ruhunu anlamak, kendi karanlığımızla yüzleşmek, bazen de okuyucuya bir ayna tutmak. Yazarken hem kendimle hesaplaşıyorum hem de okura “Bak, bu senin hikayen de olabilir” diyorum.

Kitabınız Logo Yayınevi’nden çıktı, tebrik ederiz. Kitabınızda okurlarınızı ne gibi sürprizler bekliyor?

Teşekkür ederim. Kara Kardeşler-Şehrin hakimiyeti görünürde bir yeraltı hikayesi gibi başlıyor ama aslında çok daha fazlasını barındırıyor. Okur, güç mücadelesi, sadakat, ihanet ve kardeşlik arasında sıkışmış karakterlerle yüzleşecek. Her bölümde sürprizler var; kimine göre bir mafya savaşı, kimine göre insan ruhunun derinliklerine inen bir yolculuk.

Başucu yazar ve kitaplarınız nelerdir? Yazarların ve kitapların hayatınıza nasıl bir etkisi oldu?

Çocukluğumdan beri Dostoyevski’nin insan ruhunu çözümleyen eserlerinden çok etkilendim. Türk edebiyatında ise Yaşar Kemal’in anlatım gücü, Orhan Kemal’in gerçekçiliği bana ilham verdi. Bu yazarlar bana yazının sadece hikaye anlatmak değil, insanı anlamak ve anlamlandırmak için de bir yol olduğunu öğretti.

Üzerinde çalıştığınız yeni bir kitabınız var mı? Okuyucularınıza ipucu verir misiniz?

Evet, yeni bir çalışmam var. Kara Kardeşler hikayesi aslında henüz tamamlanmadı. Şehrin gölgelerinde hala bitmemiş hesaplar var. Yeni kitapta hem karakterlerin kişisel hesaplaşmalarına hem de şehrin yeni dengelerine odaklanacağım. Okuyucuyu daha karanlık, daha derin bir hikaye bekliyor diyebilirim.

Son olarak okuyuculara söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Hayat bazen bize en yakınımızdan ihanet, bazen de en ummadığımızdan kardeşlik öğretir. Benim hikayem, aslında bizim hikayemiz. Okurlara şunu söylemek isterim: Ne yaşarsanız yaşayın, karanlıkla yüzleşmekten korkmayın; çünkü ışığı ancak o zaman görebilirsiniz.

Kitap Hayatınızdan Hiç Eksik Olmasın

Merhaba hocam, okuyucularımıza kısaca kendinizden bahseder misiniz? 

1964 yılında Erzurum’da doğdum. Sırasıyla İnönü İlkokulu, Gazi Ahmet Muhtar Paşa Ortaokulu ve Erzurum Lisesi’nde okudum. Üniversiteyi yine kendi şehrimde, Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesinde okudum ve 1986 yılında mezun oldum. 1987’den bu yana kamuda ziraat mühendisi olarak çalışmaktayım. Okumak ve yazmak dışında müzik dinlemeyi, sinemaya gitmeyi severim. Kayak ve yüzme sporda ilgi alanlarım. Evliyim. İki çocuğum var. Genelde evde vakit geçirmeyi severim. Ruhsal yönden  kendimi duygusal olarak tarif edebilirim.

Yazar Erhan Bayraktutan

Yazma yolculuğunuzdan kısaca bahseder misiniz? Sizi kitap yazmaya yönlendiren nedenler nelerdir?

2006 yılında büyük teyzemi kaybettim. O’nun yokluğu beni çok etkilemişti. O anki duygularımı kağıda dökmeye karar verdim. Yarım sayfalık deneme tarzında bir şeyler karaladım. Başlığı da “Anneme ve Teyzeme” şeklindeydi. Yazım aile içinde çok beğenildi. Bu çalışma bana itici bir güç verdi. Yazma uğraşım başlamış oldu. Yazdığım öykü ve denemeler Erzurum’da çıkan dergi ve gazetelerde ve internet edebiyat sitelerinde yayımlandı. 2007 yılında kısa bir süre (iki ay kadar) mahalli bir gazetede müstear isimle köşe yazarlığı yaptım. 2011 yılından itibaren de şiir türünde yazmaya başladım. Sosyal medyanın yeni yeni filizlendiği yıllarda ben de öykülerimden, denemelerimden ve şiirlerimden kısa alıntıları  sosyal medyada paylaşıyordum. Yazılarım bayağı birikmişti. Yakın çevremden “neden kitap çıkarmıyorsun , yazılarının tamamını okumak istiyoruz “ tarzında talepler gelmeye başlamıştı. Kitap çıkarmayı erken buluyordum. Kafamın içinde başlayıp sonuçlandırdığım bir öykü vardı ama bunu yazıya bir türlü dökemiyordum. Bu öyküyü hala da yazamadım. Bu anlattıklarım üç yıl önceki düşüncelerim. Hedeflerimi ertelemenin bir faydası yoktu. Artık orta yaşı da geçmiş biriydim. Geriye bir iz bırakmak istiyordum. Kafamdaki öyküyü başka bir kitaba saklayıp öykülerimi yayımlatmaya karar verdim. Eylül ayının başlarında kitabım çıktı. Hayatımdaki en mutlu anlardan biri bu oldu.

Yazarlık sizin için ne ifade ediyor?

Sait Faik’in bir sözü vardır “yazmazsam delirecektim” şeklinde. Ben üstat gibi delirecek seviyeye gelmem ama yazmak benim için en önemli, en değerli uğraş, hobi. Bu da edebiyatı sevmemle alakalı galiba. Yazmadan önce sıklıkla okuyordum. Yazmak hayatımda çok sonra başladı.  Ortaokulda Türkçe hocam rahmetli Fikri Gürler bana okumayı sevdiren insandır. Derslerine ellerinde öykü kitaplarıyla gelir, o etkileyici sesiyle kitaplardan pasajlar okurdu. Ben de dersten sonra kitapçıya gider hocamın derste okuduğu kitabı satın alırdım. Başta söylediğim gibi okumayı ve yazmayı seviyorum. Kendimi ifade etmenin bir yolu yazmak. Özellikle şiir yazarken uygun kelimeyi bulmak, bulmaca çözmek, satranç oynamak gibi sanki. Beyin jimnastiği deniyor galiba buna. Bu beni mutlu ediyor. Yazdıklarımı internette paylaşmak da ayrı bir mutluluk. Yazdığım yazıların “günün yazısı” veya “günün şiiri” seçilmesi de ayrı bir gurur, bir haz veriyor tabii ki. 

Kitabınız Alaska Yayınları’ndan çıktı, tebrik ederiz. Kitabınızda okurlarınızı ne gibi sürprizler bekliyor?

Kitabımın arka kapak yazısı kitabı çok güzel tanıtıyor, tasvir ediyor. Yayımcıma bunun için de ayrıca teşekkür ediyorum. Kitaptaki öykülerde çoğunlukla kendimi, ailemi, arkadaşlarımı anlatıyorum. Okuyucular öykülerimde  çoğunlukla “hüzün” duygusunu hissedeceklerdir. Ben de gerçek hayatta duygusal bir insan olduğumdan kişiliğimle yazdıklarımın örtüşmesini, yazdığım öykülerde hüznün, romantizmin egemen olmasını çok doğal bir şey olarak görüyorum. Kitabı okuyanların olumlu yorumları beni çok mutlu etmektedir. Onlara da teşekkür ediyorum. 

Başucu yazar ve kitaplarınız nelerdir? Yazarların ve kitapların hayatınıza nasıl bir etkisi oldu?

Üçüncü soruda da bahsetmiştim. Ortaokuldaki Türkçe hocamız derslerde bizlere öykü kitaplarından pasajlar okurdu. Bu kitaplardan aklımda en çok kalan yazar adı Sait Faik’tir. İlk okuduğum kitaplar yazarın Mahalle Kahvesi, Havada Bulut, Şahmerdan, Lüzumsuz Adam adlı öyküleridir. Başucu yazarımdır Sait Faik. Reşat Nuri Güntekin, Mustafa Kutlu, Barış Bıçakçı, İsmail Bilgin, Amin Maalouf, Cengiz Aytmatov diğer etkilendiğim yazarlardır. Başucu kitaplarım ise  Sait Faik’in yukarda belirttiğim kitaplarından başka Işık Bahçeleri (Maalouf), Beyaz Gemi (Aytmatov), Ya Tahammül, Ya Sefer (Kutlu) kitaplarıdır. Kitaplar beni farklı kültürlerle, farklı insanlarla, farklı şehirlerle tanıştıran bir vasıtadır bence. Görmediğim yerleri, denizleri, ırmakları kitaplar bana gösterir. Kitap bir arkadaştır aynı zamanda. Bir arkadaşı, bir dostu dinlemek gibidir kitap okumak.

Üzerinde çalıştığınız yeni bir kitabınız var mı? Okuyucularınıza ipucu verir misiniz?

İlerde  denemelerimi kitaplaştırmak gibi bir isteğim, amacım var ama bir tarih veremiyorum şu anda. Nasip ne zamansa o zaman çıkar diyelim.

Son olarak okuyuculara söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Sevgi, özlem, arkadaşlık ve tabii ki hüzün gibi güzel duygular hissetmek istiyorsanız kitabımı okuyabilirsiniz. Hayatınızdan kitap hiç eksik olmasın. Edebiyat Gazetesine de bana   gazetelerinde  yer verdiği  için  çok teşekkür ediyorum.

Kitaplar Kötülüklerden Kaçıp Sığındığım Yer Oldu

Merhaba hocam, okuyucularımıza kısaca kendinizden bahseder misiniz? 

Merhabalar. Ben Irmak Zeynep. Lise öğrencisiyim ve bir süredir yazmaya çalışıyorum. “Yeis” isimli öykü kitabını yazan kişiyim ve kitap hakkındaki görüşlerinizi fazlasıyla merak ediyorum.

Yazar Irmak Zeynep Öksüz

Yazma yolculuğunuzdan kısaca bahseder misiniz? Sizi kitap yazmaya yönlendiren nedenler nelerdir?

Doğrusu, lise hayatıma başlayana dek yazın hayatına dair somut bir çalışma göstermedim. Liseye başlamadan önce kurmaca metinlerimi yazmamın tek sebebi yazmak zorunda kalmamdı, daha ziyade günlük tutuyordum o dönemlerde. Birkaç defa yazdıklarımı paylaşmayı denesem de bu isteğimde çok ısrarcı olmadım. Ancak liseye geçtiğimde kendime kahverengi kapaklı bir defter aldım ve ilk karalamalarımı yapmaya başladım. Hatta “Bir Çiçeği Öldürmek”, bu dönemde yazdığım ilk öykü. Ardından çok sevgili edebiyat öğretmenim sayesinde yarışmalara katılma atılımını gösterdim ve aldığım olumlu sonuçlar neticesinde yazdıklarımı paylaşma arzusu ile doldum. En sonunda da Yeis ortaya çıktı.

Yazarlık sizin için ne ifade ediyor? 

Aslına bakarsanız yazmak benim için her zaman kendimi rahatça ifade edebildiğim yegâne yöntem olmuştur. Dilimden dökülemeyecek hisleri kâğıda aktararak yaşamayı alışkanlık hâline getirdim bir nevi. Tabii, öykü yazmaya başlamamdaki sebep muhakkak ki bu hisleri başkasına atfedip onlardan kurtulma isteğimdi. Yani bir başka deyişle, hissediyor ve bunu anlatmak için yeni yaşamlara yelken açıyorum. Böylelikle kendimi anlatabildiğimi ve bunu çok iyi bir maskenin altında yapabildiğimi düşünüyorum.

Kitabınız Logo Yayınevi’nden çıktı, tebrik ederiz. Kitabınızda okurlarınızı ne gibi sürprizler bekliyor?

Yeis, yalnızca yaşanmışlıkları barındıran bir kitap. İçindeki her öyküde bir başka hayat var ve hepsi, şimdi bu dünyada bulunan hatta belki varlığından haberdar bile olmadığımız insanlar. Ancak Yeis, okuyucuya şunu hatırlatma gayretinde bulunuyor: Yanımızdan geçip giden her bir insan, en az bizim kadar insan. Hepsinin bir hikâyesi, bir amacı ve bir sonucu var. Yeis, hepimizin mutlak sonucu olan ölüm ile donatılmış bir kitap. Her hikâye farklı ancak yolculuğumuz o kadar aynı ki! 

Başucu yazar ve kitaplarınız nelerdir? Yazarların ve kitapların hayatınıza nasıl bir etkisi oldu?

Peyami Safa’nın eserlerini çok beğendiğimi söylemeden bu soruyu cevaplamam büyük haksızlık olur doğrusu. Özellikle “Bir Tereddüdün Romanı”nın Vildan’ı ile tanışmak benim için oldukça keyifli ve bir o kadar da tanıdık bir rastlantıydı. Peyami Safa, sadece bir yazar değil benim gözümde. O, çok iyi bir gözlemci her şeyden önce. Kendisi, okumaktan fevkalâde keyif aldığım yazarlardandır. 

Güzide Sabri’nin “Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi” isimli kitabı da beni derinden etkileyen ve okuma tavsiyelerimin ilk sıralarında bulunan kitaplardandır. Romantik türünün başarılı bir örneği olduğunu düşündüğüm kitabın, kadın bir yazarımız tarafından yazılması da beni oldukça gururlandırıyor elbette. Stefan Zweig’ın günümüzde seveni olduğu kadar sevmeyeni de çok kanımca. Ben ise kalemini fazlasıyla beğeniyorum. Yoğun anlatımına rağmen sıkılmadan kitaplarını okuyabilirim. Kitaplar genel manada hep kötülüklerden kaçıp sığındığım yer oldu. Bu yüzden okuduğum her bir yazara minnettar hissediyorum.

Üzerinde çalıştığınız yeni bir kitabınız var mı? Okuyucularınıza ipucu verir misiniz?

Uzunca bir süredir üzerinde çalıştığım bir roman taslağım var. Henüz tamamlanma hâline oldukça uzak bir noktada bulunuyor olsa da yazarken ve okurken çok keyif aldığım bir esere dönüşüyor. Bu eser ile ilgili söylemek istediğim şey, ön yargıların her zaman gerçeği yansıtmadığıdır. Ve aslında kınadığımız şeylerin takdire şayan olabileceğini fark etmeliyiz.

Son olarak okuyuculara söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Edebiyat farklı yorumlara açık bir yapıya sahip olduğundan edebiyat eserleri de yazarın kalemi kadar okurun gözlerinden, yüreğinden ve zihninden de etkilenir. Ben hissettiklerimi söyledim, umarım ki cümlelerim sizlere de bir şeyler hissettirebilir. İyi okumalar diliyorum.

Bu Eser Okurla Paylaştığım Bir Yolculuktur

Merhaba hocam, okuyucularımıza kısaca kendinizden bahseder misiniz? 

Merhaba sevgili okuyucularım, ben Açelya Keleş. 19 yaşındayım ve İstanbul’da yaşıyorum, aslen Orduluyum. Bu kitap, hem kendimi ifade etme arzumun hem de çevremden aldığım ilhamın bir ürünü. Satırları yazarken kendi dünyamı keşfettim; umarım okuyan herkes de kendi hayatına dokunan bir parça bulur. 

Yazar Açelya Keleş

Yazma yolculuğunuzdan kısaca bahseder misiniz? Sizi kitap yazmaya yönlendiren nedenler nelerdir?

Yazma yolculuğum çevremdeki insanların kitap okuma ve yazma alışkanlıklarından ilham almamla başladı. İçimde birikenleri paylaşma isteği beni kitap yazmaya yönlendirdi. Bu süreçte hem kendimi keşfettim hem de başkalarıyla duygularımı paylaşma imkânı buldum. 

Yazarlık sizin için ne ifade ediyor? 

Yazarlık benim için kelimelerle kendi dünyamı kurabilmek ve başkalarının yüreğine dokunabilmek demek. Bazen bir kaçış, bazen bir sığınak, bazen de kendimi en özgür hissettiğim yer. Yazarken hem kendimi keşfediyor hem de paylaştıkça çoğalan bir yolculuğa çıkıyorum. 

Kitabınız Alaska Yayınları’ndan çıktı, tebrik ederiz. Kitabınızda okurlarınızı ne gibi sürprizler bekliyor?

Öncelikle çok teşekkür ederim, hepinize bol güzel okumalar diliyorum. Bir Tutam Umut’ta okuyucuları kimi zaman duygulandıracak, kimi zaman da içlerini ısıtacak sürprizler bekliyor. Satırların arasında hayatın küçük ayrıntılarında gizli umut kırıntılarını bulacaklar. Belki kendi yaşadıklarından bir parça, belki de hiç düşünmedikleri bir bakış açısı onları karşılayacak. Kısacası, bu kitapta her okuyucuya kendinden bir şeyler fısıldayan küçük ama değerli sürprizler var. 

Başucu yazar ve kitaplarınız nelerdir? Yazarların ve kitapların hayatınıza nasıl bir etkisi oldu? 

Benim yazarlık yolculuğum biraz farklı oldu. Aslında başucu diyebileceğim bir yazarım ya da defalarca okuduğum kitaplarım yok. Daha çok çevremdeki insanların okuma ve yazma tutkusu beni etkiledi. Onların paylaşımları sayesinde ben de yazmaya yöneldim. Bu süreçte kendi dünyamı keşfetmeye başladım. Yani kitaplardan çok insanların tutkusu ve kelimelerle kurduğu bağ, benim için ilham kaynağı oldu. 

Üzerinde çalıştığınız yeni bir kitabınız var mı? Okuyucularınıza ipucu verir misiniz? 

Evet, üzerinde uzun süredir çalıştığım yeni bir kitap var. Henüz son bölümlerindeyim, bu yüzden adını ve detaylarını şimdilik saklı tutmak istiyorum. Ama şunu söyleyebilirim ki, hayatını yeniden yazmak zorunda kalan bir kızın, aşk, yalan ve terk edilme arasında sınandığı hikâye. Bu kitapta da yine duyguların izini sürecek, kimi zaman hüzünlü, kimi zaman umut dolu satırlarla karşılaşacaksınız. Okuyucularım için ufak bir sürpriz olsun istiyorum. 

Son olarak okuyuculara söylemek istediğiniz bir şey var mı? 

Okuyan herkese teşekkür etmek istiyorum. Satırlarda kendinizden bir parça bulmanızı, belki küçük bir umut kırıntısı yakalamanızı diliyorum. Bu kitap, sizlerle paylaştığım bir yolculuk ve umarım okurken keyif alır, kendi duygularınızla buluşursunuz.

Yazarlık Kalplere Dokunmayı İfade Eder

Merhaba hocam, okuyucularımıza kısaca kendinizden bahseder misiniz? 

Murat Doğan, 1969 yılında Kahramanmaraş ili Elbistan ilçesinde doğdu. Eğitim hayatını; ilkokul, ortaokul ve liseyi Elbistan’da, üniversiteyi ise Anadolu Üniversitesinde tamamlamış olup İngilizce ve Arapça bilmektedir. Evli ve iki çocuk babasıdır. Yayınlanan eserleri: “Hayata Işık Tutan Altın Sözler” (2014), “Ruh Saatiniz Kaç?” (2019), “Paranormal Hayatlar” (2022), “Bak”. 

Yazar Murat Doğan


Yazma yolculuğunuzdan kısaca bahseder misiniz? Sizi kitap yazmaya yönlendiren nedenler nelerdir?

Annemi kaybettikten sonra başladım. Babamın duaları ve desteği hep yanımda olmuştur. Ayrıca yaşamdaki acılar.

Yazarlık sizin için ne ifade ediyor?

Kalplere dokunmayı ifade eder.

Kitabınız Alaska Yayınları’ndan çıktı, tebrik ederiz. Kitabınızda okurlarınızı ne gibi sürprizler bekliyor?

Her birimizin hayat tiyatrosundaki rollerimizin performansını ölçebilmektir.

Başucu yazar ve kitaplarınız nelerdir? Yazarların ve kitapların hayatınıza nasıl bir etkisi oldu?

Necip Fazıl Kısakürek, (Çile) Tolstoy, (Anna Karenina) Dostoyevski, (Suç ve Ceza) Charles Bukowski, (Sevimli Bir Aşk Hikayesi) Victor Hugo (Sefiller) dir. Üzerimdeki etkilerine gelince, her biri birer ışık oldu.

Üzerinde çalıştığınız yeni bir kitabınız var mı? Okuyucularınıza ipucu verir misiniz?

"Ruh Saatiniz Kaç?", "Paranormal Hayatlar", Eserlerimin 2. Baskıları üzerlerinde çalışıyorum. Ayrıca "Bak" isimli eserim de  şu anda demleniyor ve en kısa sürede o da inşallah okuyucularımla buluşacak.

Son olarak okuyuculara söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Tüm okurlarımın kitaplarından çok kalplerine imza atabilmektir.

1932-2025 © Edebiyat Gazetesi
ISSN 2980-0447