Umut Özkan Yazdı: Kentin Hafızası Kahvehaneler

Ankara'nın her sokağında, caddesinde ve mahallesindeki kahvehaneler sosyal hayatın içinde olan yaşayan mekânlar olarak bilinir. Sayıları az da olsa bugün kentlerde sosyal yaşamın içinde olan kentin kültürel unsurlardır. Müdavimleriyle, kültürel havasıyla kentin mekân hafızası içinde yer almışlardır. Ankara'da Cebeci semtindeki öğrenci kahvehaneleri de hâlâ unutulmamıştır. Cebecide, Şah; Hamamönü’nde  Havuzlu Kahvehane; Ankara Kalesi'ndeki Kale Kahvehanesi  yokuşun kenarındaki ufak tefek kahvehaneler Ulus’ta, Kızılay'da... 

Umut Özkan

Her semtin kahvehanelerinde yaşanan öyküler, kahramanlar, olay örgüleri vardır. Belgesel film haline gelen, “Laf Aramızda Engürü Kahvehanesi’nden” öyküleriyle, kahramanlarıyla hiçbirinin farkı yoktur. Yazarlarımız, edebiyatçılarımız o kahvehanelerden ne tiyatro oyunları ne öyküler çıkardı. Haldun Taner’in “Keşanlı Ali Destanı”nda bir kahvehane vardı. O Sinekli’deydi.  “Altındağ” sırtlarındaydı. Sait Faik, öykülerinde hep bir kahvehaneyi betimler oturur, bir çay söyler, eline bir gazete alırdı. Köşedeki bir masaya geçer, oranın en ilginç tiplerini gözlemler bir kent öyküsü çıkarırdı.    

YAra Güler,  Ankara Kalesi’ndeki Ulus’taki kahvehanelerde ne fotoğraflar çekti. Sabahçı kahvehanelerinde yapılan sohbetlerdeki fotoğraflar hâlâ unutulmadı.

Kahvehane müdavimleri her meslek grubundan olurdu. Yaşamın nabzının tutulduğu mekânlardı. Kentin sorunlarını orada görebilirsiniz. Ekonomik, sosyal, kültürel yaşam bir şekilde kahvehanelere yansırdı. Siyasetçilerimizin sandalyenin üstüne çıkıp konuşma yaptığı meķânlardır. Kahvehanelerde oluşan kültürel ortamla birlikte bundan etkilenen insanlar ortaya çıktı. Kentin kahvehaneleri dayanışmanın, dostluğun, arkadaşlığın yaşandığı mekânlar olarak bilinirdi. Kahvehane arkadaşlığı, diye bir sosyal tanımlama bile yapılagelmiştir. 2 Kasım -10 Kasım arasında 34. Ankara Film Festivali düzenlendi. Festivalde Koç Üniversitesi Vehbi Koç Ankara Araştırmaları Uygulama ve Araştırma  Merkezi VEKAV Ödülüne layık görülen “Laf Aramızda Engürü Kahvesi” film belgeseli de izlendi. Ankara’da edebiyatın sanatın ve kültürün merkezi Yüksel Caddesi’nde çekilen “Engürü Kahvesi”ni anlatan film belgesel, Ankara Büyülü Fener Sineması’nda yapılan ödül töreninde “dereceye girdi. Koç Üniversitesi Vehbi Koç Ankara Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi ödülünü, “Laf Aramızda Engürü Kahvesi” isimli belgesel filmi aldı. Ödül töreni sonrasında belgeseli çeken, yazan kadro ve jüri üyeleriyle tanışıp söyleşi yapmak imkânım oldu.

Belgeseli çeken kadrodan Özlem Mengilibörü:

“Ankara’da Karanfil sokağındaki Engürü kahvehanesi, sabahın erken saatlerinde açıldıktan sonra yaşamı kahvehaneye yansıtıyor. İşçi memur, sanatçı, yazar, çizer sokağın sakinlerini, kahvehane müdavimleri olarak görmek mümkündür. Garsonlarının anlattıklarından, öğrenciler sabah saatlerinde, tiyatrocular, öğleden sonra yakındaki vergi dairesi çalışanları, öğle tatilinde geliyorlarmış.”

Engürü Kahvehanesi, 1990 - 2010 yıllan arasında Yüksel Caddesi Konur Sokak ve yakın caddelerin sakinlerinin buluştuğu, sohbet ettiği oyun oynadığı bir mekan olmuş. Kahvehaneye gelenler bir süre sonra arkadaş, dost olmuşlar. Gelenlerin bazıları orada tanışıp aile kurmuş, çoluk çocuk sahibi bile olmuşlar. O kültürden herkes etkilenmiş. Belgesel film ekibinden Can Mengilibörü :

“Keşke, Engürü Kahvehanesi’nin ünlü olmayan insanlarıyla tanışıp bu kültürden nasıl etkilendiklerini sorabilseydim. Engürü Kahvehanesi’ndeki dostluk ve arkadaşlık o kadar ilerlemiş ki kalacak bir yeri olmayan insanlar bir kahve müdaviminin evinde 3 ay kadar bile kalabilmiş. Kahvehanenin müdavimleri arasında yazarlar, sanatçılar, memurlar, çevre esnafı ve öğrenciler hep varmış. Engürü Kahvehanesi müdavimleriyle sürekli üretimi yaşayan bir meķân olmuş. Sosyal hayat ve günlük yaşamın koşuşturması burada da devam edermiş. Sokaktaki sosyal, ekonomik, kültürel değişimin izdüşümünü Engürü Kahvesi’nde görmek mümkünmüş. Bunu kahvehane müdavimlerinin konuşmalarında sohbetlerinde oyun aralarındaki şakalarından anlamak mümkünmüş. O kahvehanelerin ne “mukallit” tipleri vardır. Dayanışmanın yüksek seviyede olduğu yerler “mekân” olarak kahvehanelerdir. Buraların hafızaları hatıralarda hep canlıdır. Engürü isimli kahvehaneye  “bir yiğit gurbete gitse gör başına neler gelir” misali sabah bir tanrı misafiri çıkar gelirse onun bir hastası vardır, hemen bilinirmiş. Ankara’ya birkaç gün için geçici olarak geldiği anlaşılınca Engürü Kahvehanesi’nde onun hangi hastanede işi olduğu öğrenilir ya bir doktor ya da o hastanede hemen bir tanıdık bulunur. Ona yardımcı olunurmuş. Tabi “Engürü Kahvehanesi” merkezde bir yerdedir. Ankara’nın mahallerinde, sokaklarındaki kahvehanelerde bu dayanışmanın her türlüsü görülür. Veresiye defteri kapatmaktan tutun da çocukların okul giderlerine kadar...

“Sabah erken saatlerde kahveye gelen kişinin ses tonundan siz onun bir hastası olduğunu ya da başkente bir iş için geldiğini bilirsiniz.” diyor Can Mengilibörü.

Belgeseli çeken ekipten onun anlatımıyla bu belgeselin çekimi için öncelikle bir saha araştırması yapılmış. Kahvehanenin müdavimleri tek tek çıkarılmış. Sosyal tarih okuma çalışmaları yapıldıktan sonra görüşülecek sayı tam 92 kişi olmuş. Bir kısmı Ankara’dan değişik yerlere gitmişler onlarda bulunmuş. Bunlara Engürü Kahvehanesi ile ilgili sorular sorulmuş. Hepsinden cevaplar alınmış değerlendirilmiş...

“Kahve Kültürü” adı verilen olguyu bu belgeselde görebiliriz. Belgesel için sözlü kültür ile ilgili farklı kitap okumaları yapılmış. Belgesel mekânsal görüntüleri için görseller bulunmuş. Mekânın yaşanmışlıkları, hikâye örgüsü ortaya konulmuş. Kahvehane şimdilerde bir pasaja dönüşmüş durumda. O hikâyeler, yaşanmışlıklar olaylar, kişiler hepsi “Laf Aramızda Engürü Kahve” adlı belgeselde kaldı.

Kahvehanelerin ardından kıraathaneler, kent yaşamının ve kültürünün aynasıdır. Sosyal hayatın yaşayan parçalarıdırlar. Belgeselde kültürel değişimin fark edildiği mekanlar olarak ortaya çıkıyor. Belgeseli izlediğinizde Ankara’daki tüm mahalle kahvehaneleri gözünüzün önünden bir film şeridi gibi geçer. Benzerlikleri çoktur. O kahvelerde saygı ve sevgi en üst seviyedeydi. Bazen değişik ülkelerden turist grupları da Engürü İsimli kahvehaneye uğrarmış.  Kahvehanenin sahibi Süleyman Kaman’ın, “Lütfen onlara daha çok saygı gösterin.” sözü hâlâ kulaklardaymış.

Sokağın sayılan sevilen sözü dinlenen sakinleri buralarda da hemen belli olur. Sayılan ve sevilen kahvehane müdavimleri bir değer olarak ortaya çıkardı. Onlar eski tabirle “akil” kabul edilirdi. Kahvehanenin muzip şakacı tipleri hep bilinirdi. O kahvehaneye babasını çağırmak için gelen çocukların hikâyesi hâlâ unutulmamıştır. Sabah çok erken gidip oyuna dalan müdavim babalar, annelerin  “evde bir misafir var” öyküsü yazar, kahvehaneden bu öykü ile çağırılırdı.

O kahvehaneleri mahallenin kimsesizleri ev olarak da  kullanırdı.” Laf Aramızda Engürü Kahve” film belgeseli Ankaralı Can Mengilibörü, Banu Özlem Megilibörü, Tanju Gündüzalp tarafından hazırlanıp çekilmiştir. 34. Ankara Film Festivali kapsamında düzenlenen ödül töreninde dereceye giren Engürü Kahve Belgeseli VEKAV Vehbi Koç Ankara Araştırmaları Uygulama ve Araştırma  Merkezi tarafından para ödülü ile ödüllendirildi. Belgeselin değerlendirmesini yapan uzun yıllar TRT ‘de yapımcı yönetmen olarak çalışmış Belgesel Jüri Üyesi Kerime Senyücel’in belgesel ile ilgili değerlendirmesini el yazısıyla şöyle kaleme almış:

“Belgesel 1990’lı yılların Ankara’sının Kızılay bölgesinde popüler mekânlarından Engürü Kahvehanesi’nin tarihine ışık tutmakta, belgesel filmde sanatçılar, yazarlar, öğrencileri, memurları, işçileri buluşturan bir alan zaman zaman sanatsal yaratım mekânı olmuş, mekânın müdavimleri anlatmış. Belgeselde kent merkezinin değişimi anlatılırken Ankara’nın politik ve kültürel yakın tarihine bir bakış açısı ile yaklaşılmış ve jüri üyelerinin alkışlarını alıp beğenisini kazanmıştır.”

Unutmayın o kahvehaneler yaşayan kent hafızalarıdır. İnsan semt kahvehanelerinin en büyük kahramanıdır. Onu tanımak için semtimizde kahvehaneye uğrayıp bir çay içmek, kentin hafızasında yer almaktır. Kent kültürüne katkıdır. Yaşayan kent tarihinin parçası olan kahvehanelerimiz tarihsel, kültürel yaşamın dünden bugüne sözlü kaynaklarıdır.

İsmail Hilal Yazdı: Mevsim Dönüşü

Yine sessizlik dönemlerine girmeye başladığımız günlere “Merhaba” dedik. Yılın bitişinin farkına varmaya; yazın hızlı, sıcak, neşeli anlarından uzaklaşmaya ve daha çok kendi içimizle tekrar birlikte olmaya başladık. Çok şey biriktirdik. Yine anılar yükünün içerisinde önce sonbahara sonra artık kendini hissettirmeye başlayan kışa inceden selamı esirgemedik. Engelleyemediğimiz tek şey zaman ya onu tutmayı aslında ne kadar isterdik.

sonbahar

Tabi mevsim ile birlikte özellikle sobayı bilenler için özlem zamanı da başladı. Üzerine portakal kabuğu atmalar, kestane ve patates pişirmeler, ıhlamur kaynatmalar ve tabi pazar günü yıkanıp soba kenarında Şahane Pazar’ı izlemeler... Daha niceleri gözlerimizin önünden geçerken şu an yaşadığımız zamanın kalitesini de sorgular olduk. Ellerimizde telefon her anı paylaşmak ya da yaşayamayacağımız hayatlara bakarak geçen anlarla dolmaya başladı dakikalarımız. Belki de bizlere bir odada tek nefes olmayı öğrettiği için soğuk kıymetli. İşte o yüzden kış; aile kavramını, birlikte olmayı, paylaşmayı daha çok içine alıyor. Çünkü dışarıyla mücadele için içerde destek veren kalplere ihtiyacımız var. Boşuna “Yalnızlık zor zanaat” dememiş şair.  Ne kadar farklı manaları olsa da mevsimin bu samimiyeti içerisindeki yalnızlığa sığınarak büyümeliyiz. Bakın demiyorum hayatınızı baştan inşa edin, irade koyun ya da hedef. Hepimiz biliyoruz ki bu ülkede kolay olan bir şey yok. Hayatınızda olumsuz olan şeyleri de birden bire defetmek gibi bir şansınız olmayacak. Sadece özeleştiri yapın. İğne bile batırmayın ne kalbinize ne bedeninize. Bu kayıkta yeniden baharı görmeyi beklerken bir şekilde sadece çatı katınıza yapabildiğiniz kadar bir kiremit daha koymayı deneyin. Bu kış çetin geçebilir belki öbür kış da hatta diğeri de. Ancak an gelir kış içerisinde baharı yaşayacak hâle gelirsiniz.    

Umudun, ümidin, emeğin önünde nasip kapısı açılmaz mı sanırsınız?

Düşen her kar tanesini bir daha göremeyeceğiz ancak seneye bu zaman düşen kar tanelerini izlerken aynı insan da olmayalım. Elbet bir kış daha dönecek o kışa başka türlü selam vermek için hazır olacağız. Son olarak Franz Kafka meşhur “Dönüşüm” kitabında İnsanı büyüklüğe götürecek yol ancak onun küçüklüğünden geçer.” der. Tabi büyüklük ve küçüklükten kastı sadece bu cümle bazlı bakarsa nedir bilinmez. Çoğumuz bunu maddi olarak görecektir. Belki ilmi, belki manevi olur büyümelerimiz kim bilir? Ne olursa olsun büyümenize aracı olacak kışın tadını çıkarmanız ümidiyle…

Mehmet Sayan Yazdı: Aşk ve Edebiyat

Aşk ve edebiyat, insanlık tarihinde her zaman birbirine yakından bağlı kavramlar olmuştur. Edebiyat, insanların duygularını ifade etme ve iletişim kurma aracı olduğu gibi, aşk da insanoğlunun en temel duygusal deneyimlerinden biridir. Aşk ve edebiyatın birleşimi, insan ruhunun en derin ve karmaşık hislerini anlatmanın bir yoludur. Edebiyatta aşk, farklı formlarda ve şekillerde karşımıza çıkar. Şiirde, romanlarda, hikayelerde ve oyunlarda aşkın izleri bulunur. Şairler, yazarlar ve oyun yazarları, aşkı farklı perspektiflerden ele alır ve bu evrensel duyguyu anlatma çabası içerisindedirler. Onlar, dilin gücünü kullanarak aşkın tüm yönlerini açığa çıkarmak için kelimelerin dansını sergilerler.

Aşk ve Edebiyat

Edebiyat, aşkın derinliklerini keşfetmek ve anlamak için bir rehber gibi hizmet eder. İnsanlar, edebi eserler aracılığıyla aşkın çeşitli yönlerini deneyimlerler. Romantik aşk, tutkulu aşk, imkansız aşk veya kaybedilen aşk gibi farklı aşk türlerine dair hikayeler ve şiirlerle karşılaşırız. Edebiyatın aşkı anlama ve ifade etme gücü, okuyucuları derinden etkileyebilir. Bir romanın sayfaları arasında yaşanan bir aşk hikayesi, okuyucuları coşturabilir ve duygusal bir yolculuğa çıkarabilir. Şiirlerdeki aşk beyitleri ise ruhları titretebilir ve derin bir şekilde etkileyebilir.

Aşk, edebiyatın ilham kaynaklarından biridir. Bir yazar, kendi aşk deneyimlerini veya tarihten ya da hayal gücünden esinlenerek aşk üzerine yazabilir. Edebiyat, aşkın şüphesiz en saf ve en romantik anlarını yakalayarak kâğıda dökebilir. Aşk ve edebiyat, birbirlerini besleyen iki güçtür. Aşk, yazarlar ve şairler için bir ilham kaynağıdır ve onların eserlerindeki derinliği, duyguyu ve tutkuyu ifade etmelerine yardımcı olur. Edebiyat ise aşkı anlama, keşfetme ve paylaşma aracıdır, okuyuculara duygusal bir deneyim sunar ve aşkın evrensel doğasını gösterir.

Aşk ve edebiyat birbirinden ayrı düşünülemeyecek kavramlardır. Edebiyat, aşkın gücünü ve etkisini anlatmanın bir yoludur. Aşk ise edebiyatı besleyen ve onu ilham verici hale getiren bir kaynaktır. Aşk ve edebiyat, insanların hayatlarında derinden hissettiği önemli duygusal deneyimlerin ifadesi olan edebi eserleri ve aşk hikayelerini meydana getirir. Unutulmamalıdır ki, aşk ve edebiyat, insanlığın ortak dili olarak insanları birleştiren ve ruhlarımıza dokunan bir güce sahiptir. Bu güç, insanları etkisi altına alır ve onları kendilerine getirir. Aşkın karmaşıklığı ve çeşitliliği, edebiyatın da zenginliğini artırır. Her bireyin aşkı farklı şekillerde deneyimlemesi, edebiyatta da çeşitli karakterlerin ve hikayelerin oluşmasına yol açar.    

Edebiyatta aşkın temaları, insanların hayatının önemli bir parçasıdır. Aşk, insanların duygusal, romantik ve cinsel ilişkilerini içeren bir kavramdır.

Bu temalar, edebiyatın kendine özgü bir alanı olan aşk şiirinde yoğunlaşır. Şiir, duyguları ifade etmek için en uygun araçlardan biridir ve aşk bu duygusal ifadenin kaynağı olabilir. Edebiyatta aşkın yanı sıra sevgi, sadakat, cesaret, fedakarlık gibi temalar da bulunur. Aşk, hayatta olumlu ve olumsuz etkileri olan bir duygudur. Bu nedenle, edebiyatta aşk genellikle bir yolculuk şeklinde tasvir edilir. Karakterler, aşkla mücadele eder, aşık olurlar, aşkı kazanırlar veya kaybederler. Ancak, aşkın farklı biçimlerde kendini gösterme potansiyeli ve diğer konularla birleşme kabiliyeti, edebiyatta sonsuz bir yaratıcılık alanı sunar.

Edebiyatta aşk hikayeleri, okuyucuların iç dünyalarına dokunur ve onları etkiler. Bu hikayeler, insanların kendilerini tanıma, ilişkilerini anlama ve duygusal zenginliklerini keşfetme konusunda yardımcı olabilir. Aşk hikayeleri, insanları romantik hayallere ve duygusal deneyimlere yönlendirebilirken aynı zamanda gerçekçi bir perspektif sunabilir. Bu perspektif, insanların aşkı daha derinlemesine anlamalarını ve yaşadıkları sorunlarla başa çıkmalarını sağlayabilir.Edebiyat, aşkı idealize etme eğiliminde olabilir veya karmaşıklığını ve gerçekçiliğini yansıtabilir. Her durumda, aşk ve edebiyatın birleşimi, insanları etkileyen, düşündüren ve tartışmaya açık eserlerle sonuçlanır.

Aşk ve edebiyat arasında güçlü bir ilişki vardır. Edebiyat, aşkın derinliklerini ve karmaşıklığını keşfetmek için bir araçtır. Aşk, edebi eserleri ve aşk hikayelerini şekillendiren ve zenginleştiren bir güçtür. İnsanların duygusal deneyimlerini anlamlandırma, ifade etme ve paylaşma aracı olarak, aşk ve edebiyat insanları birbirine yakınlaştırır ve insan ruhunu besleyen bir güç haline gelir.

Mehmet Sayan
Mehmet Sayan

Sevgide Atatürk’te Yaşamda Cumhuriyette Kalın

Merhaba Adem Bey, okuyucularımıza kısaca kendinizden bahseder misiniz?

Adam Silver, 1969 senesinde Türkiye’nin Aydın ilinde dünyaya geldi, bir devlet memurunun ilk çocuğu olan yazar çocukluk yıllarını Aydın ilinde geçirdi. Anadolu üniversitesi Sosyal bilgiler, Yönetim ve Organizasyon ve Halkla İlişkiler bölümlerinde eğitimler aldı. İçişleri Bakanlığı, Emniyet teşkilatının çeşitli birimlerinde terörle mücadele konularında çalışmalarda bulundu. Koruma ve Koruma Tedbirleri, risk analizi ve terör konularında eğitimler aldı ve eğitimler verdi. Almanya Belçika gibi Avrupa ülkelerinde emniyet teşkilatı konularında temaslarda bulundu. İlk kitabını 1995 yılında çıkarmak istedi, ancak mesleki nedenlerden dolayı çıkaramadı. Ama hiçbir zaman yazmaktan vazgeçmedi, yıllarca yazdıklarını şimdi yayınlamak istiyor. Cumhuriyet’imize ve Atatürk’e vefasından dolayı yayın hayatını ATADAN 100. YILA ÖZEL “ eseriyle başlamak için yıllarca Cumhuriyetin yüzüncü yılını bekledi, ikinci kitabı olan “AY YILDIZA MEKTUP “ isimli eserini çıkardı, üçüncü kitabı ile Cumhuriyetin yüzüncü yılını taçlandıracaktır. Cumhuriyetimizi ve Cumhuriyetimizin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü ve silah arkadaşları ile Türk ulusunu böyle anlamlı ilk yüzyılda anmak,  hatırlamak ve en azından bir şükran borcunu ödemek için üç kitapla anmak ve yaşatmaktır. Evli ve üç çocuk babasıdır. Cumhuriyetimizin 100. Yıl anısına yayınlanmamış üçüncü kitabını da önümüzdeki günlerde okurlarıyla buluşturacaktır.

Adam Silver

Neden yabancı bir takma isim kullanıyorsunuz?

Evet, çok sorulan sorulardan bir tanesi uzun yıllar çok yazılar ve şiirler yazdım, bu yazdığım şiirler arasında tanınmış ve yakın çevremdeki dost ve arkadaşlarıma içimden geldiği şekilde doğal samimi şiirler yazdım. Bundan dolayı bir çok arkadaş ve çevremde bana Poet Adam SİLVER diyordu. Tabii bu isim zamanla yayıldı birçok kişi Adam SİLVER diye hitap etmeye başladı arkadaşlarım ve okurlarımda bu ismi kullanmamı söylediler ve bu ismi benimsediler. Bende okurlarımın ve arkadaşlarımın bu fikirlerini sıcak baktım. Adam SİLVER kısacası Adem GÜMÜŞ’ ün İngilizcesi demektir.  Kamuoyundan da bu konuda olumlu mesajlar aldım. Beni tanıyanlar bile artık Adam SİLVER diyor. Hayırlı olsun diyelim.

Sizce şiir nedir? Okurun şiirden aldığı lezzeti hangi imgelere bağlıyorsunuz?

Bilindiği gibi şiir duygulardan, düşüncelerden, düşlerden, özlemlerden, hüzünlerden, kederlerden ve hayatın mutlulukları  ile  acılarını  kısa özlü olarak anlatımıdır, bazen bir kitabın içeriğini bir cümleye yada bir dörtlüğe  sığdırabilirsiniz. Şairlerin ozanların, sözcüklerin sözlük anlamlarına, kimi zaman değişik anlamlar da yükleyerek, dil içinde özel bir ifade katarak anlatımıdır. Arapça kökenli bir sözcük olan “şiir” bir şeyi hissederek kavrama; duygu ve heyecandan doğan ölçülü, ahenkli söz" şeklinde tanımlanmıştır Anlatımda okuyucuda yada dinleyicide estetik ve büyük anlam yükleyen, duygular uyandıran bir sanattır.

Şiir: çok eski hatta insanlığın başlangıcından bu yana edebiyat türlerinin ilklerinden biridir. Duygu, düşünce, özlem, hayal,  hüzün ve acıların bir düzene bağlı olarak, çekici ve etkileyici bir şekilde ahenkli mısralar içinde sözlü ya da yazılı aktarılmasıdır. Şiir yazmak pek de kolay  değildir. Herkes şiir anlamın da bir şeyler karalayabilir. Ama herkes ben şairim diyemez. Şairlik, ozanlık, halka mâl olmak öyle bir kolay iş değildir. Öncelikle insanın hayatta yaşadığı yada toplumun acılarını, sorunlarını, mutluluklarını ve özlemlerini anlatmak kolay değildir. Ancak bunları hissederek yaşayan ve bunları ifade edebilen korkusuzca haykıranlardır. Tabi ki de bu tek başına yeterli değildir. Birde bunu aktarmak için güzel bir dil ve bambaşka bir üslup gerekir. İnsanın bu acıları kendinde dert edinebilen mutlulukları içinde hissedebilen yetenekli insanlar ifade edebilir.

Şairlik sizin için ne ifade ediyor? Yazma yolculuğunuzdan kısaca bahseder misiniz? Bu yolculukta size kimler destek oldu?

Bildiğiniz gibi yanılmıyorsam  Aprın Çor Tigin, Uygur dönemine ait Mani dininin etkisinde şiirler yazmış adı bilinen ilk Türk şairidir. Bulunan iki şiirinden ilki, üç dörtlükten oluşan ve ilahi tarzında yazılmış bir özgüdür. Şairlik benim için bir toplumun yada bir kişinin duygularını heyecanlarını, özlemlerini, acılarını ve farklı bir dilde dile getiren, anlatan haykıran toplumun acılarını mutluluklarını ortak olan insandır. Evet, şuanda Cumhuriyetimizin 100. Yıl anısına hazırladığım üç kitaptan sonra çocuk romanım ve polisiye romanlarım var, genelde içim den geldiğince yazmak istiyorum kendimi şartlandırmak istemiyorum, yine de sorarsanız polisiye romanlarımı yayınlamak istiyorum. Ömrüm müsaade ettiğince yazmak istiyorum, şunu da belirteyim ki. Ben yazmaya çok sevdiğim için yazıyorum, yazmaktan ya da yayınlanacak kitaplarımdan büyük paralar kazanacağım diye hayal etmiyorum. Ben para için yazmıyorum, içimden geldiğince, yazma tutkusuyla yazıyorum,  yazdıkça da mutlu oluyorum. Tabi ki masraflarımı karşılarsa benim için daha güzel olur diye düşünüyorum. Hiç bir zaman para tutkusuyla çok para kazanırım düşüncesiyle yazmadım. Hayatta bir çok insanın hobisi vardır kimi ağaç oymacılığı ve  işlemeciliği, kimi doğa gezileri, kimisi balığa gider,  kimisin dede fotoğraf tutkusu vardır, işte benim hobimde yazma tutkusudur, yazmak benim hobimdir.

Yazma konusunda en çok destek verenlerin başında Oktay isimli bir öğretmen arkadaşım beni çok desteklemiş, şiirlerimi, yazılarımı ve hikâyelerimi güzel olduğunu belirterek yazmaya devam etmemi istemiştir. Hatta onun tavsiyesi üzerine de kendime ait iki defter yayınlanmamış sözlerim vardır, ileride onlara da yayınlamayı düşünüyorum. Yine aynı zamanda doktor olan Mustafa adındaki arkadaşım ve Ünal bey ve ayrıca menajerim olan Abdullah bey de yakinen bana çok destek verenler arasında sayabilirim. Ayrıca yazarlarımızda Leyla şahin hanımefendi kendisi bana çok destek vermiştir, halen destek vermeye devam etmektedir, fikirleriyle yazılarıyla yön veren bir yazardır buradan kendisine teşekkür etmeden geçemeyeceğim, iyi ki varsınız Leyla hanım. Kendisini de buradan sonsuz başarılar diliyorum yolu açık kalemi güçlü okurları çok olsun.

Ay Yıldız'a Mektup, Adam Silver

Cumhuriyetimizin yüzüncü yılı anısına kaleme aldığınız milli ve manevi duyguların ön plana çıktığı Ay Yıldız’a Mektup isimli şiir kitabınız Alaska Yayınevi’nden çıktı.  Sizi milli değerlere yönelik şiirler yazmaya sevk eden nedenler nelerdir?

Başta Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Türk ulusuna bir vefa borcu olarak mili değerlere yönelik bir kitap yazmak istedim. İlk kitaplarımın da Cumhuriyetle ilgili olması da tesadüf değildir. Bir nebzecik olsun yeni nesillere cumhuriyetimizin yüzüncü yılında Cumhuriyetimizden ve Mustafa kemal Atatürk’ten hatıralar bırakmak istedim. inşallah bu konuda başarılı olmuşumdur. Bu kutsal toprakları bize emanet eden ecdadımıza ne kadar ansak ne yaparsak yapalım onların fedakârlıklarına ulaşamayız. Ancak onların yolunda ilerlersen onların ruhları huzura erdiririz. Türk gençliğini daha çok Cumhuriyeti anlatmak, daha çok Mustafa Kemal Atatürk’ü anlatmak, daha çok Türk ulusunu anmak ve ecdadımızı hatırlatmak gerektiğine inanıyorum. Tarihimizden ders alarak, istikbalimize yön vermemiz gerekiyor. Bizde bu yönde küçük bir katkı sağlamak istedik, işte karınca misali, Hedefe ulaşamasak ta o yolda ölürüz. Bu  kitabın hazırlanmasında büyük katkıları olan İsrafil beye, ve Gülseren hanımefendiye ve emeği geçen Alaska yayınevine teşekkürlerimi sunarım.

Başucu yazar, şair ve kitaplarınız nelerdir? Yazarların ve kitapların hayatınıza nasıl bir etkisi oldu?

Evet, her kişinin çok değişik yazarların kitaplarını okuması gerekiyor. Çok okumayan kişi çokta yazacağını düşünmüyorum, çünkü bir kitaptaki bir cümle sizi çok değişik kapılar açabilir, sizi bambaşka bir dünyaya götürebilir, bal arısının bin bir çiçekten bal yapması gibi her yazardan insanın öğrene bileceği güzellikler vardır, önemli olan onu yakalaya bilmek ve görebilmektir. Ben Nazım hikmetin Necip Fazılın, Sebahattin Alinin, Orhan Kemallerin kitaplarını okudum. Tabi ki ,  Yaşar Kemal’in 1955 ile 1987 yılları  arasında yazdığı dört ciltten oluşan romanı  “İnce Memed” Cumhuriyetin ilk yılarındaki Anadolu halkının çekmiş olduğu sefaleti ve ağalarım hakimiyetine karşı bir isyanı anlatan bir Çukurova öyküsü olması nedeniyle beğendiğim eserlerden biridir. Yaşar Kemal’in şu satırlarını da okumadan geçemeyeceğim.    

Gülümse bitsin karanlık. Gülümse karamsarları şaşırt. Gülümse güller açsın yüzünde. Gülümsemenle yayılsın ışık. Dünyayı ısıtamasan da güneş gibi Çevreni ısıt.

Son dönem yazarlarından ise çok sevdiğim ve etkilendiğim yazar ise Zülfü LİVANELİ ‘ dir. Kitaplarının tamamını okudum ve bir çok arkadaşa tavsiye ettim, okurlardan dönüşlerde her zaman olumlu olmuştur. Polisiye yazar olaraktan Ahmet Ümit’in kitaplarını da okudum o konuda başarılı bir yazardır. Özellikle kadın yazarlarımızdan Leyla ŞAHİN ‘i anmadan geçemem onun Veda Makamı, Mardin Güneşi, Kızın Adı Kırmızı, Bin Yıldızlı Otel, Zirvede Üşüyenler isimli kitaplarını tavsiye edebilirim kendisi çok değerli yazarlarımızdandır. Evet bana destek veren ilk yazarlarımızdandır. Kalemi oldukça kuvvetli olan bir yazardır. Kendisine selamlıyorum ve sonsuz başarılar diliyorum.

Üzerinde çalıştığınız yeni bir kitabınız var mı? Okuyucularınıza ipucu verir misiniz?

Evet şuanda yazılmış ama daha yayınlamadığım kitaplarım var, üzerinde detaylı çalışmalardan sonra yayınlamayı düşünüyorum üç seri cumhuriyetimizin 100. Yıl kitaplarından sonra çocuk romanım ve bir de polisiye romanımı çıkarmayı düşünüyorum. Bunlar yazılmış durumda dijital ortama yüklemesi yapılacak, en azından şuanda yılda iki kitap çıkarmayı planlıyorum. Yine aynı zamanda toplumuzun sorunlarıyla ilgili birkaç kitap çalışmamda var, bu eserleri de ileriki yıllarda çıkarmayı düşünüyorum. Bunun adı şans değil Niyet, daha doğrusu niyetle bulaşma, ihtiyacın olan şeye yürümeye niyet ettiğinde, onunla buluşursun mutlaka. Evet bizde cumhuriyet sevdalılarıyla Atatürk gençliğiyle buluşmaktır niyet. Kitaplarımızda bu yönde olacaktır inşallah.

Son olarak okuyuculara söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Yaşınız kaç olursa olsun nerede bulunursanız bulunun mutlaka kitap okuyun. Kitaplarla arkadaş olun. Kitap insanın en sadık dostudur. Kitap daima insana güzellikler fısıldar. Hayata yön verir ruha iyi gelir. Her an kitap okuyacak gibi elinizin altında bir kitap bulundurun, düzenli aralıklarla kitap alınız. Benimle ilgili okuyuculara bir şey söylemek istersem bizi takip edin, cumhuriyet serisinden sonra çocuk romanı ve birde polisiye romanımı sizlerle buluşturacağım.

Sevgili okuyucularım her türlü yorum ve eleştirilerini adamgumuss@gmail.com adresinden bizzat bana ulaşabilirler. Okurlarımın eleştiri,  tavsiyelerini ve önerilerini bekliyorum ve çok kıymetli buluyorum, Başarılı eserler oluşturabilmem için buna çok ihtiyacım olduğuna inanıyorum. Latin ata sözü söyle der; “Bir kitabın kaderi okuyanın zekasına bağlıdır.” Bu konu da okuyucularıma çok güveniyorum

Hayatta en mükemmel hediye kitaptır. En yakın arkadaş kitaptır. Kitap al, oku, ya da okuyana hediye et. Buradan bir kampanya başlatmak istiyorum Cumhuriyetimizin 100. Yıl anısına her birimiz Cumhuriyet ve Atatürk ile ilgili bir kitap alarak hediye edelim. bu konuda bir farkındalık oluşturalım. Cumhuriyetimizin yüzüncü yılında eğitim gören her bir öğrencimize bir kitap hediye edelim. Özellikle Cumhuriyet ve Atatürk’le ilgili olması yüzüncü yıl anısına mükemmel olur. Cumhuriyetle nice yüzyıllara. Sevgide Atatürk’te Yaşamda Cumhuriyette kalın. 



Ebeveynlerin Yenilenen Dünya Düzenine Uyması Gerekmektedir

Merhaba Meryem Hanım, okuyucularımıza kısaca kendinizden bahseder misiniz?

Merhaba, ben Meryem İtimat. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyet’inde dünyaya geldim. Bilgisayar- Enformatik bölümünden mezun olduktan sonra, bilgisayar öğretmenliği yaptım. Şu an kendi aile şirketimizde yönetici olarak çalışmaktayım.

Yazar Meryem İtimat

Yazarlık sizin için ne ifade ediyor? Yazma yolculuğunuzdan kısaca bahseder misiniz? Bu yolculukta size kimler destek oldu?

Yazarlık benim için çok kıymetli bir etkinliktir. Yazma yolculuğum, ilkokula başladığım dönemlerde çok fazla kitap okumamla başladı. Yıllar içerisinde gelişerek devam etti. Bu yolculukta en büyük desteğim ailemdi.

Okuyuculara kısa ve öz bilgiler sunan, eğlenceli sorular ve etkinliklerle çocuklarla birlikte kaliteli zaman geçirmelerini sağlayacak olan Çocuklar Ne İster kitabınız Logo Yayınevi’nden çıktıktan sonra bir hayli ilgi gördü. Tebrik ederiz. Böyle bir kitap hazırlama fikri nasıl oluştu?

Yeni nesil gençlerin, çocuk yetiştirme konusunda kendi ailelerinden gördüklerini çocuklarına uygulama çabalarını gözlemledim. İki nesil arasında çok fark olduğunu, artık dijital çağda yaşadığımızı anlatmak istedim. Çocuk yetiştirmede ailenin rolünün çok önemli olduğunu bir kez daha burada vurgulamak istiyorum.

Bir yazar ve bir anne olarak çocuk yetiştirme konusunda fikirlerinizi bizlerle paylaşır mısınız?

Yaşadığımız dönemde; sağlıklı bir birey yetiştirmek için, ebeveynlerin yenilenen dünya düzenine uyması gerekmektedir. Bilinçli ve farkındalıklı olan anne babanın vereceği eğitim ve iletişim çocuğun ileriki hayatını şekillendirecektir.

Başucu yazar, şair ve kitaplarınız nelerdir? Yazarların ve kitapların hayatınıza nasıl bir etkisi oldu?

Başucu yazar ve kitaplarımı şu şekilde sıralayabilirim: İlber Ortaylı Bir Ömür Nasıl Yaşanır, Zekeriya Çetin Uzun Zaman Önce, Debbie Gord Işığı Arayanların Karanlık Yanı, Turgut Uyar Göğe Bakma Durağı, Cemal Süreya Göçebe.

Küçük yaşımda bana kitapları sevdiren Gülten Dayıoğlu, Kemalettin Tuğcu, Ömer Seyfettin gibi birçok yazarı  okuyarak büyüdüm. Kütüphanemde bulunan çocuk kitapları benim için çok önemli ve değerlidir. Alfabeyi öğrenip hemen kitap okumaya başlamam. Kelime dağarcığımı, hayal gücümü geliştirdi. Bilgi seviyemi artırdı. Yazma becerim oluştu. Küçük yaştan itibaren empati yeteneğim gelişti.

Üzerinde çalıştığınız yeni bir kitabınız var mı? Okuyucularınıza ipucu verir misiniz?

Yeni kitap için araştırmalarım sürüyor. Biraz uzun soluklu olacak gibi. Araya çocuklar için bir kitapla sürpriz de yapabilirim.

Son olarak okuyuculara söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Kitaplarımı okuyanlara teşekkür ediyorum. Çok güzel geri dönüşler alıyorum. Sizlerin desteği ile başka hikayelerde buluşmak dileğiyle…

Kitaplara Sarılın Pişman Olmazsınız

Merhaba Meleksu Hanım, okuyucularımıza kısaca kendinizden bahseder misiniz?

2008 İstanbul doğumluyum. Masallarımı anaokulundan itibaren yazmaya başladım. İlkokulu İzmir'de okudum. Bu arada özel bir bale okulundan bale dersleri aldım. Daha sonra tiyatro ve resim eğitimlerimi aldım. Ortaokul ve liseyi halen İstanbul'da okumaktayım.

Yazar Meleksu Türkmen

Yazarlık sizin için ne ifade ediyor? Yazma yolculuğunuzdan kısaca bahseder misiniz? 

Kendimi bildiğimden beri yazı yazmaya ve kalemlere ilgi duydum. Babamın gazeteci olmasından kaynaklı sürekli yazıyor olması ilgimi çekti. 

Birbirinden bağımsız on masalın yer aldığı Meleksu'dan Masallar kitabınız Alaska Yayınları'ndan çıktıktan sonra bir hayli ilgi gördü. Tebrik ederiz. Böyle bir kitap hazırlama fikri nasıl oluştu?

Öncellikle masallarıma gösterilen ilgiden dolayı çok teşekkür ediyorum. Ben masallarımı ilk anaokulunda, daha yazı yazmayı bilmiyorken anneme yazdırmıştım. Şu zamana kadarki süreçte masallarımı çıkarıp tekrardan derleme yaptım. Çocuklara öğretici sonu olan masallar üretmeye çalıştım ve bu zamana geldim. 

Başucu yazar, şair ve kitaplarınız nelerdir? Yazarların ve kitapların hayatınıza nasıl bir etkisi oldu?

Bana en çok etki eden yazar Halide Edip Adıvar oldu. Ayrıca Ömer Seyfettin, Reşat Nuri Güntekin, Peyami Safa gibi yazarların hayatlarını okuduğumda, onların yazar oluş biçimleri beni çok etkiledi ve yazmaya karar verdim. 

Üzerinde çalıştığınız yeni bir kitabınız var mı? Okuyucularınıza ipucu verir misiniz?

Tabii ki var. Şuan kafamda konularını belirlediğim ve hatta başladığım bir kaç romanım zamanlarını beklemekte.

Son olarak okuyuculara söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Ben kitaplarımı, kitaplarım da beni bırakmadı. Onlara sarılın, pişman olmazsınız.

Kur’an-ı Kerim Kişisel Gelişim Konusunda Emsalsiz Bir Hazine

Merhaba Aydın Bey, okuyucularımıza kısaca kendinizden bahseder misiniz?

1975 yılında Nevşehir’de doğdum. Edebiyat, ilahiyat, sosyoloji ve kariyer psikolojik danışmanlığı olmak üzere dört üniversite bitirdim. Ayrıca; Eskişehir Üniversitesi’nde “İletişim”, Haliç Üniversitesi’nde ise “Biyometrik Yüz Okuma” eğitimleri aldım. Öğretmenlik ve idarecilik görevlerinde bulundum, bazı özel okullara eğitim danışmanlığı yaptım. Millî Eğitim Bakanlığı onaylı “Aile Danışmanı” unvanıyla, aile sorunlarına çözümler ürettim. “Yaşam Dostluğu” isimli bir danışmanlık modeli geliştirerek, kendi adıma tescilini yaptırdığım bu modeli, yirmi yıldır danışanlarıma uyguladım. Ayrıca; kitap yazmak isteyenlere yazarlık eğitimleri vererek pek çok kişinin kitaplar yazmasına vesile oldum.

Aydın Adaklı

Yazarlık sizin için ne ifade ediyor? Yazma yolculuğunuzdan kısaca bahseder misiniz? Bu yolculukta size kimler destek oldu?

Yalnızca yazarlığa değil, ben her şeye “FAYDA” nazarıyla baktığım için, yazma işini de insanlara faydalı olmak için yapıyorum. Aldığım bunca eğitimle gönül kabımı doldurmuş olmamın, kimseye faydası dokunmasaydı, bu bencillik olmaz mıydı?

Okurların Kur’an rehberliğinde, kendilerini geliştirebilecekleri konuların yer aldığı Kur’an Işığında Kişisel Gelişim kitabınızın ikinci baskısı Alaska Yayınları’ndan çıktı. Yepyeni bir kapak ve güncellenmiş içeriğiyle mükemmel bir kitap olmuş, tebrik ederiz. Kur’an’a kişisel gelişim çerçevesinden bakılması bir hayli ilgi çekici. Böyle bir kitap çalışması yapmaya nasıl karar verdiniz?

İnsanlar bugüne kadar, birleri tarafından yazılan kişisel gelişim kitaplarıyla kendilerini geliştirmeye çalıştılar.  Oysa; insanın gelişmek için neye ihtiyacı olduğunu en iyi bilen, onu Yaratan’dır. Editörümle birlikte, iki ilahiyatçı, yıllarca inceledik tüm ayetleri ve gördük ki Kur’an-ı Kerim; kişisel gelişim konusunda emsalsiz bir hazine…

Kur’an Işığında Kişisel Gelişim, Aydın Adaklı, Alaska Yayınları

Yani, insanın kişisel gelişimine katkı sağlayacak ayetleri mi ele aldınız?

Aynen öyle… Çalışırken, beslenirken, uyurken, iletişim kurarken, beden dilimizi kullanırken; kısacası bu hayatı yaşarken nelere dikkat ederek kendimizi geliştirebiliriz sorularına, muhteşem cevaplar veren ayetler bulduk.

Üzerinde çalıştığınız yeni bir kitabınız var mı? Okuyucularınıza ipucu verir misiniz?

“İnsanları Etkileme Sanatı” üzerine bir çalışmam var. Beden dili, ses tonu, giyim tarzı ve retorik konularını bilinçli şekilde kullanarak, insanları ve kitleleri etkilemek üzerine yazılan harika bir kitap.

Son olarak okuyuculara söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Tüm okuyucuları sevgi ve muhabbetle selamlıyorum.

Yazar Aydın Adaklı

Tek Taraflı Değil Kapsamlı Şekilde Her Şeyi Okumalıyız

Merhaba Şebap Bey, okuyucularımıza kısaca kendinizden bahseder misiniz?

Adım Şebap TEKER 1962 Diyarbakır Liceliyim. Emekli Polis Memuruyum. Yüksek okul mezunuyum, halen okuyorum. Şu anda Bursa ilinde ikamet etmekteyim.

Şebap Teker

Yazarlık sizin için ne ifade ediyor? Yazma yolculuğunuzdan kısaca bahseder misiniz? Bu yolculukta size kimler destek oldu?

Edebiyat benim için bir yaşam tarzıdır desem yanlış söylememiş olurum. Kendimi bildim bileli yazıyorum. Şu anda yayınlanmayı bekleyen yaklaşık 13 şiir kitabına yetecek kadar şiirim mevcuttur. Uzun yılar değişik dergilerde şiirlerim yayınladı. Malumunuz Polis emeklisi olmam sebebiyle, çalıştığım yılarda Can dostu rumuzuyla yazıyordum. İslam'da mezhepler, mezhep imamlarının hayatı ve sapkın mezhep ve fıkıhlarla ilgili yaklaşık 500 sayfalık yayınlanmayı bekleyen bir çalışmam da mevcuttur. Kendime kaynak ayıramadığımdan bugüne kadar kitaplarımı çıkartamadım. Kendimi çocuklarıma adadım diyebilirim. Beş çocuğumu da üniversite okuttum.

Doğum yeriniz olan Lice üzerine çok yönlü, kapsamlı bir araştırma, inceleme ve derleme kitabınız Lice Tarihi ve Doğal Güzellikleri isimli araştırma kitabınız Logo Yayınevi’nden çıktı. Tebrik ederiz. Böyle bir kitap hazırlama fikri nasıl oluştu? Kitabınızın ortaya çıkış sürecinden bahseder misiniz?

Küçüklüğümden beri bir gün ilçemin tarihini mutlaka yazacağım diyordum ve sürekli ilçemin tarihi ile ilgili bilgi topluyordum. Bunun için o kadar çok kaynak çalışmalarım oldu ki anlatamam. Yılmadım ve arşivleri adeta derdest ettim diyebilirim. Polislikten emekli olduktan sonra artık yazma zamanım geldi diyerek 2007 yılında yazmaya başladım. Bir yandan yazarken bir yandan da daha kapsamlı araştırmalar yaptım. Üç yıl önce yazma işini tamamladım. Ancak yayınlayabilmek biraz zaman aldı. Ben de har zaman geç olsun ancak güzel bir şey olsun diyordum. Bunu da başardığıma inanıyorum. gelecek kuşaklara bir kaynak teşkil etsin istedim.

Başucu yazar, şair ve kitaplarınız nelerdir? Yazarların ve kitapların hayatınıza nasıl bir etkisi oldu?

Edebiyat dünyasında taktir ettiğim beğendiğim yazarları söyleyeyim. Şiirsel baktığımda en çok beğendiğim ve baş ucumdan asla kitaplarını eksik etmediğim Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Ahmet Arif ve Nazım Hikmet'tir. Roman ve hikaye konusunda Orhan Kemal, Abbas Sayar, Kemalettin Tuğcu. Tarih konusunda Evliya çelebi, İlber Ortaylı diyebilirim.

Üzerinde çalıştığınız yeni bir kitabınız var mı? Okuyucularınıza ipucu verir misiniz?

Dünya Zırki Aşiret ve beyliklerinin kapsamlı tarihi ile ilgili çalışmaktayım.

Son olarak okuyuculara söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Sadece kendi okuruma değil tüm okurlara söylemek istediğim tek şey: Allah'ın kutsal kitabımız Kur'an'ın ilk ayetinde buyurduğu gibi, "İkra bı ismi renbike" yani "Oku Allah'ın adıyla" dediği gibi okuyun, okuyun. Yalnız tek taraflı değil, at gözlüğüyle değil kapsamlı bir şekilde her şeyi okuyun. Okuyun ki doğruları görebilesiniz.

Azad Ersin Yılmaz: Herkesin Bir Hikayesi Var

Merhaba Azad Ersin Bey, okuyucularımıza kısaca kendinizden bahseder misiniz?

Aslen Ardahanlıyım. Doğma büyüme İstanbulluyum. İlkokul , ortaokul ve liseyi İstanbul'da bitirdim. Çeşitli gazete ve televizyon kanallarında program ve köşe yazarlığı yaptım. Son yirmi yıldır Avrupa'da yaşıyorum.

Azad Ersin Yılmaz

Yazarlık sizin için ne ifade ediyor? Yazma yolculuğunuzdan kısaca bahseder misiniz? Bu yolculukta size kimler destek oldu?

Yazarlık benim için eserlerimin okunması ve değer bulmasıyla anlam kazanıyor ve heyecanlandırıyor. Yazma yolculuğum Avrupa'daki yazar arkadaşlarımın yazarlık yönümü keşfederek beni teşvik etmeleriyle başladı. Avrupa'daki göçmenlerin hayat hikayesini yazarak ilk adımı attım. Bu yolculukta Avrupa'da yaşayan yazar arkadaşlarımın büyük desteğini gördüm 

Düşkün Kadın isimli romanınız Alaska Yayınlarından çıktı. Tebrik ederiz. Yaşanmış gerçek bir hikâye olduğunu biliyoruz. Kitabınızdan biraz bahseder misiniz? Böyle bir konuyu ele almak aklınıza nasıl geldi?

Düşkün Kadın gerçek bir hayat hikayesi. Küçük yaşta zorla evlendirilmek istenen genç bir kadının evden kaçarak hatalarıyla, hayatın zorluklarıyla mücadele edip kaderini değiştirmesiyle başladı. Baharın hayat hikayesini dinledikten sonra yazmaya karar verdim. Bu hikayeyi, ailelerin çocuklarının üzerinde baskı unsurunu görmelerini sağlamak için yazdım.

Başucu yazar, şair ve kitaplarınız nelerdir? Yazarların ve kitapların hayatınıza nasıl bir etkisi oldu?

Özellikle Mehmet Uzun , Orhan Pamuk, Yaşar Kemal gibi büyük ustaların yazarlık kimliğime almamda büyük etkileri oldu. Genelde romanların gerçek yaşanmış hayat hikayelerinden alınışına göre okuyacağım kitapları tercih ettiğimi söyleyebilirim Şunu kendime felsefe olarak edindim: Herkesin bir hikayesi var. Amacım, insanların bu romanları okuyarak kendini görmelerini sağlayabilmek. 

Üzerinde çalıştığınız yeni bir kitabınız var mı? Okuyucularınıza ipucu verir misiniz?

Mezopotamya'da yaşanan bir aşk hikayesi üzerine bir çalışmam var. Bunu okurlarımla paylaşmanın  heyecanını yaşıyorum. Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı , MEM ile Zin gibi eserler geçmişten günümüze yaşatıldıysa ben de Ahmet ile Tellin'in aşkını sevgili okurlarımla paylaşmak istiyorum.

Son olarak okuyuculara söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Malesef Türkiye'de okuma oranının çok düşük olması can sıkıcı bir durum. Okuyucularından okudukları eserlerin özellikle genç nüfusa yaymalarını rica ediyorum.

Azad Ersin Yılmaz

Yayınevlerine Vergi Muafiyeti Getirilmesi Gerekir

Merhaba Kaya Bey, okuyucularımıza kısaca kendinizden bahseder misiniz?

İlkokul ve orta eğitimimin büyük bir bölümünü banka müdürü olan babamın görevi nedeniyle Anadolu’nun değişik il ve ilçelerinde tamamladım. Yıldız Teknik Üniversitesi mezunuyum. Yurt içi ve yurt dışında bir çok proje ve uygulamalar yapan mimarlık ve mühendislik firması sahibiyim. Yayınlanmış altı romanımdan ikisinin ikinci baskıları yapıldı. Bir romanım Kültür Bakanlığı tarafından tüm şehirler kütüphanelerine dağıtıldı.  

Yazar Kaya Başaran

Yazarlık sizin için ne ifade ediyor? Yazma yolculuğunuzdan kısaca bahseder misiniz? Bu yolculukta size kimler destek oldu?

İyi bir gözlemci olduğuma inanıyorum. Çok küçük yaşlarda yaşadığım ve şahit olduğum olaylar duygu dünyamı aktif hale getirdi. Henüz ilkokul birinci sınıf öğrencisiyken babam, iktidar partisinin il başkanının kredi talebini reddedince genel müdür telefon ile arayarak krediyi vermesini ister. Babam, il başkanının mali verilerinin kredi verilmesine engel olduğunu söyler, ısrar eden genel müdüre ‘Yazılı talimat gönderin ben de vereyim.’ cevabını verince aynı gün Güneydoğuda bir ilçeye adeta sürgüne gönderilme yazısı tebliğ edilir. Birkaç gün sonra Ankara tren istasyonunda güneydoğu ekspresine binerken eşyalarımızın bir kısmının garda kaldığını gören istasyon şefi, trenin hareket etmesine izin vermeyerek bekletmişti. O günden bu güne siyasetin yaşamın her alanın da benzer davranışlar sergilediğine şahit olmaktayız. Yine aynı yaşlarda İstanbul’da kaybolan ve gazete manşetlerinden eksik olmayan küçük kız sanırım ismi Ayla idi, aylarca bulunur umuduyla sabahları uyanır uyanmaz gazetelere bakardım.

Küçük yaşlarda yaşadıklarım ve sonrasında şahit olduklarımın yazar olmamda etkileri olduğuna eminim. Başlangıçta snopsis ve tretman denemelerim vardı. Belçika’da doğan ve sinema eğitimini yine Belçika’da tamamlayan Kayra Duru ve aile dostumuz, Yüz Yüzyıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Demir Budak abimin teşvikleriyle roman yazmaya başladım. Değer Miydi, Üç İki Kardeş, İki Anne İki Oğul, Pasinler Kaymakamı Ufuk, Evlat ve Sona Doğru Giderken olmak üzere altı kitabım yayınlandı. Pasinler Kaymakamı Ufuk, Kültür Bakanlığı tarafından şehir kütüphanelerine gönderildi. Üç iki kardeş ve Pasinler Kaymakamı Ufuk kitaplarımın ikinci baskıları yapıldı.

Sona Doğru Giderken isimli romanınız Alaska Yayınlarından çıktı. Tebrik ederiz. Kitabınızdan biraz bahseder misiniz? Böyle bir konuyu ele almak aklınıza nasıl geldi?

Son kitabımı yayınlayan Alaska Yayınlarına teşekkür ederim. Titiz bir editör kontrolü ve kapak çalışması ile kitabın yayınını gerçekleştirdi. Günümüzde etik değerlere aykırı ticaret yapan kişilerin ve şirketlerin olduğu somut bir gerçek. Bu kişi ya da firmalarla iş yapan bir çok insanın büyük sıkıntılar yaşadıklarına şahit oldum. Bu gibi konularda hatta genel olarak mahkemelerin çok geç karar aldıkları ve mahkemelerin işleyişi anlayış içerisinde bilirkişilerin bulunması ne yazıktır ki mahkemelerin zaman zaman doğru kararlar almasına engel oluyor. Ya da çok geç alınan kararlar insanların mağdur olmalarını önlemiyor. Sona Doğru Giderken isimli romanı yazarken biraz önce anlattığım etik ve ahlaki iş anlayışından uzak iş verenlerin ve hukuk sisteminin tartışılan durumundan dolayı mağduriyet yaşayanlara şahit olmamın etkisi bulunmaktadır. Romanlarımın konusu tamamen kurguya dayalı değildir. Yaşanılan, şahit olunan ve duyumlara dayalı konuları kurgulamak suretiyle yazmaya çalışıyorum.

Başucu yazar, şair ve kitaplarınız nelerdir? Yazarların ve kitapların hayatınıza nasıl bir etkisi oldu?

Şu anda Yaşar Gürsoy tarafından yazılan ‘Atatürk’ün Katilleri ve O Doktor’ isimli kitabı okuyorum. Tolstoy hayranıyım. Son senelerde çoğunlukla yakın tarihimiz ve siyasi içerikli kitaplar okumaktayım.

Üzerinde çalıştığınız yeni bir kitabınız var mı? Okuyucularınıza ipucu verir misiniz?

Yazmakta olduğum ‘’Babam İçin’’ ismini vereceğim romanım, yakın dövüş eğitimi sertifikasına sahip üniversite öğrencisi gencin, rahat bir yaşamdan sonra ailesinin içine düştüğü sıkıntıları ve verdiği uğraşı anlatan duygusal ve sürükleyici bir konuyu içermekte.

Son olarak okuyuculara söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Ülkenin içerisinde bulunduğu ekonomik durum, insanların geçim sıkıntısı içerisinde olduğu gerçeği bir yana, kâğıdın ithal edildiği bir ortamda yayın evlerinin artan maliyetlerini kitap satışlarına yansıtması nedeniyle okuyucuların her istedikleri kitapları alamamaları çok üzücü. Hükümetin, yayın evlerine vergi muafiyeti getirmesi gerekir. Ancak bu konu ile ilgili ne yazık ki hiçbir faaliyet bulunmamaktadır. Bazı iş insanlarına getirilen vergi muafiyeti düşünüldüğünde, bu konunun gündeme getirilmemesi dahi düşündürücüdür.

Yazmak Sanat, Kitap Yol, İnsan Hazinedir

Merhaba Mehmet Bey, okuyucularımıza kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

Merhabalar, söyleşi için size ve Edebiyat Gazetesi ailesine teşekkür ediyorum. İsmim, Mehmet Feti Ceylan. Elazığ, Baskil, Mollasorik köyü doğumluyum; Mehmet Memdoğlu müstearıyla yazıyorum. Biri kız, biri erkek, iki evlat babasıyım. Yazmayı ve okumayı seviyorum; hâlihazırda TRT Genel Müdürlüğü’nde Yayın Denetmeni olarak görev yapmaktayım.

Yazar Mehmet Memdoğlu

Yazarlık sizin için ne ifade ediyor? Yazma yolculuğunuzdan kısaca bahseder misiniz? Bu yolculukta size kimler destek oldu?

Okumak bir ayrıcalıksa -ki evet, bize göre de ayrıcalıktır- yazmak, sanattır. Yazmak, bizim için hedefimize ulaşacağımız “yol”dur. Kitap yol, insan hazinedir. İnsana ulaşmayı hedeflemiş biri olarak, kendi kültür coğrafyamızın bileşenlerini de göz önünde bulundurup, kalem ve kelam ile insanımızın yüreğine dokunmaya gayret ediyoruz.

Ortaokul yıllarında Türkçe öğretmenimiz bizden bir şiir yazmamızı istemişti. (Okula gitmek için her gün, köyden ilçeye yürüyerek gidip gelirdik ve bu mesafe gidiş-dönüş on altı kilometreye tekâmül ediyordu.) Biz de “Köyüm” başlıklı bir şiir yazmış ve bu şiir okul gazetesinde yayımlanmıştı. İnsanın yazarak kendisini ifade edebileceği ve daha çok insana ulaşabileceğini o şiirle tecrübe etmiştik. Yazma serüvenimizde en büyük destekçimiz şüphesiz ailemiz, yakın çevremiz, dostlarımız ve okuyucularımız olmuştur.   

Önce Radde kitabınızdan konuşmak istiyoruz. “Radde” isimli şiir kitabınız Alaska Yayınları’ndan çıktı, tebrik ederiz. Kitabınızdan biraz bahseder misiniz? Çok manalı bir isim seçilmiş. Neden Radde?

Radde, bizim üçüncü şiir kitabımız. Önceki (Düşler Ülkesi ve Ben Kimim) şiir kitaplarının ilk sözünde de “Ne şairiz ne de bir edip. Lakin zaman zaman dile gelen yüreğimize de söz geçiremedik; geçiremiyoruz” ifadesi vardır. Şiir yazılmaz, yürek yazdırır ve biz şiirlerimizde hep kendimizi aradık ve arıyoruz. Buna bir nevi kendi iç dünyamıza yolculuk da diyebiliriz. Neden Radde? Aslında bu sorunun cevabı kitaptaki Radde başlıklı ilk şiirde saklı. Radde’deki şiirler lirik olmakla birlikte, sosyal ve toplumsal konuları da ele alan şiirlerdir. Ve tabii ki yazma serüvenimizdeki “seviyemiz” ile de bağlantılı bir isimlendirmedir Radde.

Şiirin yanı sıra öyküler de yazıyorsunuz. “Atiye Mektup” isimli öykü kitabınız da Alaska Yayınları’ndan çıktı. Tekrar tebrik ederiz. Yaşanmış öykülerin yer aldığı kitabınızdan biraz bahseder misiniz?

Evet, gerek ilk öykü kitabımız Yırtık Ayakkabı ve gerekse Atiye Mektup’taki öyküler, yaşanmış gerçek hayat hikâyeleridir. Bu yaşanmışlıkları kaleme alırken, kurguyu, öykünün ana omurgası etrafında şekillendirerek yazdık.  Atiye Mektup’daki öyküler ile geçmişten ve günümüzden, geleceğe uzanan bir gönül ve kültür köprüsü kurmaya çalıştık. Didaktik bir dil ile yazılan ve Türkiye’nin son yüz yıllık tarihi, siyasi ve idari yapısıyla ilgili konuları da içeren öyküler var Atiye Mektup’ta.

Mesela: Okuyucu Firdevs’te Kurtuluş Savaşı yılları ile yakın tarihimize köprü olmuş bir öyküyü, Muhalif Dostlar’da Cumhuriyet sonrası, Mektup’ta 1980 öncesi, Delikanlı Süleyman’da 1980 sonrası, Yusuf’un Fabrikası’nda 1990’lı yıllar, Son Mesaj’da 2000’lı yıllar Türkiye’sine ait yaşanmışlıkları…

Merhamet’te aileyi, merhametli ve eğitimli bir anneyi, Düğüm’de akıllı ve bilge bir terziyi, Çerçi Sadık ve Ebubekir Dayı’da diğerkâmlığı, vefayı ve ahde vefayı, Ömür ile Bir Ömür’de sevginin gücünü, Beyaz Kaplı Defter’de insanı düşündüren ve tefekküre sevk eden cümleler ile hayatı sorgulayabilecek.

Her iki türde yazan bir yazar olarak şiir ve öykü türünü mukayese eder misiniz?

Yukarıda da dile getirmiştik, “Şiir yazılmaz, yürek yazdırır” diye. Şiirin sancısı ve vakti, öykünün dem’i vardır. Şiirin gövdesi, dört temel taş üzerine kuruludur; bunlar mana, derinlik, duygu ve ahenktir. Bu dört ana taştan biri eksik olduğunda, şiirde eğreti bir duruş meydana gelir. Yani, oturup da bir şiir yazayım derseniz, evet; yazabilirsiniz ama okuyucunun zihnine ve yüreğine dokunamazsınız. Şiirin kaynağı “ilham” olsa da yazan için, sancısı mana ve derinlik olan fikri bir doğum anıdır şiir. 

Bugüne kadar, okunduğunda okuyucu nezdinde sorgulanmayan ve düşünce süzgecinden geçmeyen hiçbir öykü yazmadım, yazmayacağım inşallah. Öykü de olsa yazmaktan amaç, okuyucu ile gönül ve kültür köprüleri kurmaktır. Olaydan ziyade, durum öyküleri yazmaya gayret ediyorum. Şiirde de öyküde de bizim için hedef nokta hep “insan” olmuştur.

Başucu yazar, şair ve kitaplarınız nelerdir? Yazarların ve kitapların hayatınıza nasıl bir etkisi oldu?

Yazmak sanat, kitap yol, insan hazinedir. Sanatını güzel icra ederek yüreğimize dokunan ve bizi güzel bir yola sevk eden her kitap başucu kitabımız olmuştur. Bunları sınıflandırmak ve isimlendirmek istemiyorum. Kitap konusunda taassubane bir tutumum olmamıştır. Kendi klasiklerimiz başta olmak üzere, Batı klasiklerinden, günümüzün birçok değerli yazar ve şairin kitapları başucu kitaplarımız olmuştur; yazdıklarından istifade ediyoruz. Bizim için yazmak, kelime ve cümlelerle dertleşip, ruhumuzu tedavi etmektir. Okurken ve yazarken bize bu anı yaşatan kalem erbabı büyüklerimize ve üstatlarımıza müteşekkirim.

Üzerinde çalıştığınız yeni bir kitabınız var mı? Okuyucularınıza ipucu verir misiniz?

Bir insanda yaş kemale erse de ruhun tekâmülü her daim devam eder. Ruhumuzun tekâmülü için yazmaya ve okumaya devam edeceğiz inşallah. Yazma serüvenimizde elbette ki yeni çalışmalarımız olacaktır. Hâlihazırda heybemizde biriken şiirler var. Şiirlerin yanı sıra deneme çalışmaları ve öykü yazmalarımız da devam etmekte.

Son olarak okuyuculara söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Millet olarak yazabilirsek, var oluruz. Bir başka ifade ile yazabilirsek okuyabilir, okuyabilirsek var olur; var olursak düşünebilir, düşünebildiğimiz zaman ise üretebilen bir topluma dönüşürüz. Yeni bir medeniyet inşa etmek istiyorsak, önce kendimizi bilmeli, okumalı; kendimizi tanımalı ve yazmalıyız.

Doğru Nefesle Düşünceler İyileşir Duygular Çiçek Açar

Merhaba Esra Hanım, okuyucularımıza kısaca kendinizden bahseder misiniz?

Merhabalar öncelikle. En zor şey insanın kendisini anlatması aslında. Kendini, kendine; o alandan da sizlere aktarmak. Deneyelim öyleyse. Kimliğim ve benliğim derim bu sorunuza. Kim olduğumda 1979 Manisa doğumluyum.2000 yılında Hacettepe Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdim. Bursa’da başladığım öğretmenlik kariyerime Kayseri’de devam etmekteyim. İlk kitabım 2011 yılında Senin Yazamadıklarını Yazdım ismiyle yayımlandı.2022 yılında Yön Haritası isimli dil bilgisi konu anlatım kitabıyla akademik kariyerime devam ettim. Yayımlanan son kitabım Nefes ise iki yıldır aldığım seminerler ve kendime dönüşüm yolculuğumda Nefes Koçu Esra Kuran’ın bana hediyesi oldu. Ben de aldım kabul ettim. Benliğimde ise ben bana hediyeyim.

Esra Kuran

Sizce şiir nedir? Şiirde olmazsa olmaz dediğiniz öğeler var mı?

Son kitabım Nefes'te belirttiğim gibi aslında şiir bende. Benim içimde özel bir dildir şiir. Demliğimde çay, fincanımda kahve kokar. Kendime getirir, kendimi getirir. Ayna olur içime. Düşe düşmemeyi öğretir. Okunduğunda, dinlendiğinde, demlendiğinde kokusu olmalı şiirin. Yerine göre bir müziği olmalı kulaklarda çınlayan. Tadı olmalı her damakta. Kimine ekşi gelmeli, kimine acı, kimine tatlı. Değişmeli dokuları her kişinin algısında. Yersiz yurtsuz olmalı bazen. Ne olmak istiyorsa kişi ellerinden tutup yanı başına koymalı mısraları. Tek bir kelimenin aşığı olmalı okuyan bazen. O kelimede takılı kalıp devamını getirememeli. Başka bir yerden de öyle akmalı ki sana, sonu olmamalı bu şiirin dedirtmeli; uzadıkça uzamalı mısraları.

Şairlik sizin için ne ifade ediyor? Yazma yolculuğunuzdan kısaca bahseder misiniz? Bu yolculukta size kimler destek oldu?

İçinin dışına çıkması bence şairlik. Duygu desenlerinin farkındalığında kendi dünyanda bir yolculuk. İlkokulda katıldığım bir şiir yarışmasıyla başladı benim şiir yolculuğum. Minik bir serçenin dünyasıydı konusu. O serçenin ben olduğunu, bilinçli ben yıllar sonra fark etti. Şiiri özgürlük seçmiştim kendi dünyamda. Şairlik ise bu yolun yolcusu. Kendimi en iyi şiirle anlatmıştım. Sonrası öğrencilik hayatımda kendime duyduğum güven. Devamı yayımlanan kitaplarımla geldi. Bu yolculukta ilk elimden tutan dedem İhsan Tünay’dır. Safahat’ı ilk onunla tanıdım.

Neden Nefes? Nefes’in sizdeki yeri ve anlamı nedir?

Bildiğimi bildiğim yerde bilmediğim ne var arayışındaki bir ben için nefes her şey artık benim dünyamda. Doğru nefesle düşünceler iyileşiyor, duygularımız çiçek açıyor sonra. Ve önce kendimize sonra bütün evrene şefkatle yaklaşıyoruz. Nefes bilinç katıyor insana. Karnımıza çektiğimiz dolu dolu nefesler tüm hücrelerimizi tazeliyor. Bu bağlamda öğretmenliğimin, yazarlığımın ve şairliğimin yanında nefes koçluğunu ben çok sevdim.

Türkiye’de kadın şairler erkeklere nazaran daha az gibi görünüyor. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ben şiire, insan olarak yaklaşıyorum. Cinsiyet, dil, din, yaş duyguyu değiştirmiyor benim dünyamda. Özde biriz der geçerim bu sorunuza.

Başucu yazar, şair ve kitaplarınız nelerdir? Yazarların ve kitapların hayatınıza nasıl bir etkisi oldu?

Okumak, dinlemek, izlemek derya deniz. Bana katan, adım attıran; beni geliştiren, değiştiren, yoğuran, yakan çok okumalarım olmuştur. Orhan Veli’nin rahatlığını, Yahya Kemal’in musikisini, Ahmet Haşim’in gizli dünyasını, Nazım Hikmet’in kızıl saçlı sevdasını, Mevlana’nın kucaklayan felsefesini okumayı çok sevdim. Düzyazıda Tanpınar’ın ciddiyeti, Cemil Meriç’in görme engelinin altındaki berrak görüş açısı beni kendime getirmiştir.

Üzerinde çalıştığınız yeni bir kitabınız var mı? Okuyucularınıza ipucu verir misiniz?

Aforizmalardan oluşan, küçürek öykü olmasa da onun tadını yakalamaya çalıştığım bir hazırlığım var. Az sözle çok şey anlatmayı sevenlerdenim. Derinlik hep ilgimi çekmiştir. Hazırlık aşamasında olan bu kitabımda da nefesin derin yolculuğunda okuyucularımla yol arkadaşlığı yapmaya gönüllüyüm.

Son olarak okuyuculara söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Nefes almak güvenli, özgür ve yaratıcı. İçinizdeki yaratıcıya kulak verdiğinizde hayatın mucizelerle ve bollukla size coştuğunu fark ediyorsunuz. Sevgili Okur; şiirlerim nefes, nefesim şiirlerim olsun size. Ben kendim olmayı seçiyorum. Sevgiyle yol alalım…

Tan Doğan Yazdı: Kara Yaz(g)ı

Kov, kov, kov…  Gitmiyor.  Tenime, terime teşne. Osuruğu da severmiş meğer meret. Tütsü-mütsü nafile. Konduğu an tüyüyor. Sille-tokat girişmek de boş. Sinsi sinsi saklanıyor olmadık yere. Bir lahzada vınnn! Başucumdaydı şimdi, baktım kaçmış, yok. Sineklik de hava-cıva,sprey de… 

Kara Yaz(g)ı

Bağışıklık kazanmış zirzop. Ekmek kırıntısı koyduydum masaya, yiyip-kaçmış birden.  Esmer şekerli mayayı mideye indirdi, sirkeli deterjanlı suyu lıkır lıkır içti arsız. Bana mısın demeden konuyor hâlâ alnıma yüzsüz. Makas bile aldığı oldu yanağımdan. Banyodan çıkamaz oldum yıkanıp ve iki lokma yiyemez…     

Aynayı, pencereyi sevse de narsis, şöyle bir bakıp uçuyor sevinçten. Dört duvarla eh işte, tabanla fena değil de, tavanla pek arası yok; ille güneşlik, tül, perde.

Geçen gün dalıp saçlarıma, ertesi gün çıktı da, bir oh çektim. Bitlendim mi diye kaşınmasam ruhum duymayacak. Ayıptır söylemesi, hava pek sıcak diye  don-atlet yattıydım da, kaşındıydı apış aram sabaha kadar. Bir orası kalmıştı, o da gayri gazi! Keskin nişancı bulacak, bir şarjör boşalttıracak, lime lime parçalattıracağım deyyusu handiyse. El bombası bile attırasım var, havan mermisi, top... Bir askerî pilot emeklisi kamikaze ile anlaştıydım laf aramızda. Adam birkaç sortiden sonra harakiri yaptı. Bizimkisi hayatta hâlâ! Ne tetikçiler, cellâtlar, eşkıyalar geldi-geçti de, bana mısın demedi kara bela! Beni gömüp rahatlayacak herhalde mendebur! Ağzını musluğa dayamaya bayılıyor, çayımdan bir fırt almadan yapamıyor tiryaki. Kahve-cigara yapası da var ammaaa, balkona çıkmıyor. Evde nöbetçi! Bir ara saflığıma geldi de, “Ey Atinalılar! Ben size tanrıca gönderilmiş bir atsineğiyim.” sözü düşünce aklıma,  “Yoksa Sokrates misin?” dedim de, gül, gül, gül, bir türlü ölmedi!

Bir ara bakkala gidip-dönmeyeyim, dedim. Her yer altüst, her şey delik deşik! Tam bir manyak! Psikiyatra götürecektim nerdeyse. “Doktorcuğum, şu psikopata bir el at; bir iğne, ilaç falan, sakinleştir de geberteyim n'olursun?” diye yalvarmayı dahi düşündüm. Bir ara kasabı çağırdım, belki satırla doğrar diye, olmadı… Terzi de beceriksiz çıktı, dikemedi kanatlarını bir türlü! Ya bahçıvana, rençbere, fırıncıya ne demeli? Bu kadar mı beceriksiz olur insan?  Dede yadigârı olmasa şu üç göz odalı ev, kiraya çıkardım kıyıp emekli maaşıma. Hatırası var bir de rahmetlilerin.  Başıyla onaylarken Parkinson hastası babam, 'ölümü gör' demişti. Demanslı  annem, “evi bir gün satarsan…”

Ölüsünü gördüm ikisinin de, evin ölgün dirisi hayattayken!

Fakaaat ya bu sinekle hasbihâl etselerdi benim gibi, sıyırsalardı kafayı ölmeden, satmazlar mıydı oğullarından evvel? Derin bir ohhh! çekebilmek için son gürlüklerinde…

Bilemedim! Ne desem lâf-ı güzaf, ne yapsam akla ziyan. Bu kara lânete, zifir-i ömre ve derde duçar eylemişken beni, ya hapishane ya tımarhane böyle giderse sonum! Sokak adamı mı olsam terk edip evi, bir parkta bir bankta mı yaşayıp-gitsem desem, hemen kabul eder, belki de tekmeyle "defol" der; belki de göbek atar. “Ev tekmil benim" diye, bir de bir eş bulur, sokar içeri; çoluk-çocuk ve yedi, yetmiş yedi sülâle, zevk-i sefa içinde sonsuz saltanat!

“Niye bırakacakmışım ki bu yadigârı o mikroba.” dedim. 

“Bağışlarım ona-şuna-buna, kreş, bakımevi falan yaptırırım, muhtarlığa veririm arsasıyla.” dedim. Dedim de, duyan-anlatan kim? "Vız gelir-tırıs gider" dedi, bastı tiz kahkahayı: "vız, vız, vızzz...."

İçinde ben ve sinek ve tüm hatıralar, son çâre dedim bir de bir gece kendi derdime, rahmetlilerin ahı tutar diye satmayıp, kimseye de yâr etmeyip mekânı, çıra gibi yaktım evi bir lahzada!

* Hamiş: Küllerim savrulurken havaya, bir ses mi duydum ne, baca deliğinde: Vızzz!

* Şerh: Tıkalıydı baca tuğlayla. Kesin ölmüştür o da (avuntu!)

* Not: Ya camı kırıldıysa pencerenin, ya çöktüyse tavan tabana… Eyvaaah!

* Hoş dilek: Bu hikâyede öl(e)memişse hâlâ şu sinek, bir daha gelirsem dünyaya olayım inek!

* Boş dilek: Ot gibiydi zaten hayatım, ‘inek’likten azat et beni tanrım!

* İki söz: “Balın varsa sineğin bol olur.” / Cervantes.  Balım yoktu, tek sinek canıma yetti.

* Bir dize: “İnsanın değeri yok sinek kadar.” / Cahit Külebi

* Bu da size: “Küçük sinek mide bulandırır” ise, ‘Atsineği ne yapmaz?

Eleştirel Bir Bakış: Mehdi Ne Zaman Gelecek?

Merak mı ediyorsunuz Mehdi’nin ne zaman geleceğini? Hepimiz merak ediyoruz değil mi? Peki neden? Neden bekliyor bütün dünya Mehdi’yi? İyi olmak için Mehdi’nin gelmesi mi lazım? İlla gökyüzünden birinin mi inmesi lazım iyi olmaya başlamak için? İlla insanların bir mucizeye tanık mı olması lazım?  Birinin havaya yükselip gökyüzünden, “Ey insanoğlu artık iyi olun, bakın ben geldim; yeter birbirinizi yediğiniz; bir durun artık. Yoksa Allah sizi cezalandıracak demesi mi lazım? Şu din en doğru din, diğerleri yanlış.” demesi mi lazım?

Mehdi

Bu çağda biz empati kuramıyor muyuz acı çeken insanlarla? 1500 sene önce gönderilmiş bizim inancımıza göre son peygamber. O zaman iletişim çok sınırlı imiş, eğitim çok sınırlıymış. Okuma yazma bilen bile çok azmış. İnsanları eğitmek zormuş. Temel ihtiyaçları karşılamak zormuş.    

Peki ya günümüzde; bilginin yayılması sadece saatler sürüyor; dünyada herkese yetecek üretim, teknoloji sayesinde, kolaylıkla yapılabiliyor; her türlü lojistik imkan mevcut.

Bir kesim refah içerisinde yaşıyor, ordular, uçak gemileri, uzay araştırmaları, daha nelere dünya kaynakları yetiyor; onları da geçtik, bir kısım evcil hayvan dünyanın büyük bir kısmından daha fazla refah içinde yaşıyor; yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında. Hatta dünya nüfusunun büyük bir kısmının ulaşamadığı sağlık hizmetlerine de ulaşıyorlar. Ama diğer tarafta, açlık,  sefalet, unutulmuşluk, kaderine terk edilmişlik… Neden peki? Kaynaklar mı yetersiz. Yo, hayır. Çünkü kimsenin umurunda değil.

Ne zaman umurunda olacak insanların bu adaletsizlik veya çevre kirliliği veya ahlaki erozyon? Mehdi gelince mi? Mehdi’yi mi beklemeliyiz hâlâ? Aklımız yetmiyor mu bunu görmeye?

Ya gecikirse Mehdi? Ya nükleer savaş ya da başka bir felaket yaşanırsa? Ya da bugüne kadar yaşananlar… Mehdi gelemeden ölüp gidenler; haksızlığa uğrayanlar, tedavi olamayanlar, açlıktan ölen; gözündeki sineği kovacak mecali olmayıp, açlıktan ölüp giden Afrika’daki çocuklar… Savaşın ortasında doğup, üzerine bomba yağan;  belki resim yapmayı ya da şarkı söylemeyi seven;  hiç tanımadığımız çocuklar. Üzerinde büyük takımların forması ile futbolcu olma hayali kurarken ölen çocuklar…

Ne diyeceğiz onlara? 

“Kusura bakmayın çocuklar. Mehdi gelmedi.’’

Sizce yırtar mıyız? Neyi bekliyoruz iyi olmak için, iyiliği yaymak için.

Daha fazla gecikmememiz lazım…

Yaşar Kemal Edebiyatı ve Sarı Sıcak Çukurova

Yer, Ankara Devlet Tiyatrosu, sahnede Gürol Tonbul’un yönettiği, Yaşar Kemal’in eserinden uyarlama “Teneke” adlı romanın oyunu sergileniyor. Sayfalarda ve sahnede sarı sıcak Çukurova’dan esintiler var. 2013 yılında izlediğim “Teneke” adlı romandan uyarlama oyun, sınıfsal bir mücadeleyi ve bürokrasinin hantallaşmış yapısını da gözler önüne seriyordu.  Romandaki karakterleriyle doktor, idealist bir kaymakamın mücadelesi, toprak ağası, çeltik ekimiyle geçinmeye çalışan köylüler ve sıtma hastalığı çerçevesinde şekillenen olay örgüsüyle, siyasi, toplumsal ve ekonomik çevreyi anlatıyor. Sınıf mücadelesi bu gerçekçiliğin içinde Çukurova’yı en iyi tanıyan Yaşar Kemal’in sarı sıcak sayfalardaki betimlemeleriyle köyü yani yereli İtalya’ya tanıtıyordu. 

Yaşar Kemal

Teneke adlı romandan uyarlama oyun, İtalya’nın Milano kentindeki ünlü La Scala Tiyatrosu’nda operaya ev sahipliği yaptı. Hikâyeyi uyarlama işlemi ünlü İtalyan bestecilerden Fabio Vecchi tarafından üstlenildi. Yerelin hikayesi artık dünya basınındaydı. Çünkü Yaşar Kemal, doğa-insan arasındaki ilişkiyi anlatarak sarı sıcak Çukurova’yı çok iyi tanıyordu ve betimliyordu. Teneke, Çukurova’daki çeltik ağalarının halk üzerindeki baskısını, köylünün yaşamış olduğu sıkıntıları, genç kaymakamın önyargılara rağmen saf duygularla yaşamış olduğu mücadelesini çevre-insan, insan-insan, doğa-doğa gibi mekân ve zamanların hikâyesine erişilerek yazılmış bir roman ve tiyatro oyunu olma özelliği gösteriyordu. İzlenimim, Yaşar Kemal’in yazdığı Toroslar’ın yamacında bir Anadolu kasabasında oynanan oyun Teneke’nin aslında Ankara’da yazılmış olmasıdır. Yani, işlemeyen bir bürokrasiyle idealist genç bir kaymakamın oyunun sonunda Kars’a sürülmesi aynı zamanda doğa-insan mücadelesinin de bir ürünüdür. Suyun kullanımı, artan sivrisinekler ve sıtma hastalığı…  Her şeyin birbiriyle ilişkili olduğu bir düzendir aslında oyunda anlatılan.    

Yaşar Kemal’in “Allah’ın Askerleri” adlı 1978 yılında yayımlanan romanı ise, sokakta çalışan çocuklar ile yaptığı röportajlardan oluşuyor. Edebiyatın daha farklı bir dalı olarak değerlendirildi eser. Kurgusal dolayımı ve gerçekliğin yansımasının halka dayanarak oluşturulmasının yaratmış olduğu hissiyat, daha az yaşamış çocukların hikâyesinin yeni adıydı: “Allah’ın Askerleri”

Eser yayımlanmadan önce, ‘Çocuklar İnsandır’ başlığı ile dizi röportajlar halinde 14 Eylül-26 Ekim 1975 tarihleri arasında Cumhuriyet gazetesinde yayınlanmıştı. Kıyıda kalmış çocukların hikayesiydi.

İnce Memed, Binboğalar Efsanesi, filme çevrilen Yer Demir Gök Bakır, filme çevrilen Yılanı Öldürseler, Ağrı Dağı Efsanesi, Karıncanın Su İçtiği, Fırat Suyu Kan Ağlıyor Baksana, Çıplak Deniz Çıplak Ada ve daha birçok eserin yaratıcısı Yaşar Kemal sarı sıcak Çukurova’dan sesleniyor.

1950’li yıllar köy gerçekçiliği ile şekillenirken, 1980’li ve 1990’lı yıllarda artık hikayeler kentin bunalımına, doğu-batı histerisine, yabancılaşmaya; aydın yalnızlığına, kadın-erkek ilişkilerine uzanır. Post-modern edebiyatın örneğin, Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam eseri örneği ile yalnızlık, aydın, aile gibi kavramlar tekrar sorgulanılmaya başlar. Modernist roman olma özelliği göstermesine rağmen, post modernite, modernitenin oluşamayan yeni yönelimlerini keşfetmeyi sağlıyordu. Yani modernite sonrası. Modernite sonrası, yerel ile küreselin aşılamayan kopuş noktalarını da temsil eder. Edebiyat alanındaki bu ikilem ve kopuş, Orhan Pamuk edebiyatı için de yeni ve kapsamlı bir rüya gibidir. Post-modernist edebiyat, parçalı, kimliksel kaygılarla bu çoklu yapıyı, toplumsal sanatsal perspektifi bireye yöneltmiştir. Türkan Şoray’ın yönetmenliği üstlendiği,  Yılanı Öldürseler ve Onun Hikayesi’nde vücut bulan Esme’si töre ve aşkı anlatır. Binboğalar Efsanesi adlı romanın sonunda:

…”Hızır ile İlyas dünyanın bir yerinde buluşurlar. Onlar buluştukları an dünyadaki bütün yaşam durur, tekmil canlılar ölürler. Hemen sonra da  daha gür, daha canlı, daha doğurgan dirilirler. Ve biri mağrıptan, birsi de maşrıktan kopup gelen iki yıldız gökyüzünün ortasında tokuşur, birleşirler. Birleşip ışık olurlar, yeryüzünün üstüne top top sağılırlar.”

Böyle bir buluşma, Yaşar Kemal’in sarı sıcak sayfasında Çukurova’nın sesidir.

Deniz Sarıtop Yazdı: Sevgi Felsefesi

Sevgi herkese karşılıksız kucak açar, fakat sadece iyiler bu coşku karşısında hayranlık uyandırabilir. Akıl, "burnunun dibindeki mi, yoksa elinin altındaki mi, sana daha yakındır?" sorusunu, daima "sevgi" ile hesaplıyor. Sevgi, başlı başına TANRI'ya inanmaktır. Duanıza yüreğinizle sevgi, aklınızla umut katın ve tüm kalbinizle inanın. Fetih, o sadece kalplere sevgi, zihinlere güzel ahlak ekmektir. 

Sevgi felsefesi

Vicdanı katılaşmış insanların yüreğinde sevgi tomurcukları açmaz. Kalbinde aşkı, yüreğinde sevgiyi saklamaya yer bulamayanlar; hayatı yaşamak yerine, hep seyretmek zorunda kalırlar. Bahara açan çiçeklerin umudunda; aşk, sevgi ve dünya barışı vardır. Hayatı, ölümlerden çıkartan iyi insanların kalplerindeki sevgi, TANRI'nın gizemli elidir. Düşene yardım elini uzat, düşmeyene de düşmemesi için yardım elini uzat. Bu bir sevgi kanunudur; özümse ve nesilden nesile aktar. Yalnızca sevgidir bağı çözülmeyen tek sözcük, yeryüzünün kalbinde. 

İyilik, sevginin anahtarıdır. Onun aklı üçüncü şahısların aklıydı, bu yüzden sevdiğinden sevgisini hep sakınırdı. Kelebekler, sadece üç gün yaşayacaklarını bildikleri halde doğarlar. Kelebeklerin ömrü, insan hayatının sevgiyle geçen üç günün toplamıdır. Bundandır aşk. Akıl üstesinden gelir, fakat sevgi fetheder. Sevgi, yüceliğin kanunudur. Elindeki ekmeği, karnı aç insanlarla paylaştığın kadar sevgiye doymuş olursun. İyilik karşısında kuşku duyan insanların kalplerinde sevgiyi aramayın. Bulduğunuzdan emin olduğunuz sevginin peşini bırakmayın. Sizi hakikat ışığına ulaştıracak olan tek şey, sevgidir. Zorlukların üstesinden gelmenin ilk şartı da, son şartı da, sevgidir.    

İlkesi sevgi olan, bayrağı barıştır. Özünde sevgi olan hiçbir şey, çürümez. Zor günlerde bile sizi ayakta tutacak olan aklınızda umudu, yüreğinizde sevgiyi eksik etmeyin. İnsan yüreğindeki sevgi tükenmedikçe, hiçbir ışık karanlığa hapsolmaz.

Sevgi, güneşten daha aydınlık, daha sıcak ve daha sevecendir. Bazı davranışlar sevgiyi anlatır; kelimelerden daha etkilidir. Bundandır aşk. Gece ve aşk, sırdaştı iki sevgilinin arasında. Söylemenin dili döküldü ve utancın karası, kovuldu anlamın derinliğinden. Saf ve temiz bir sevgi kadar doyumsuz hiçbir şey yoktur. Aşkta ve sevgide hiçbir şeyde olmadığınız kadar cesaretli olun. Kalp aşkla pişer, yürek sevgiyle… Sevginin olduğu her yer mutluluğa, mutluluğun olduğu her yer huzura dönüşür. Aşk ve sevgi, insanın sahip olduğu her şeyden daha kutsaldır. Cennet, sevginin filiz verdiği kalplerdedir. Başarı sizi sevgiden mahrum bırakacak her şeyi reddeder. Zihni aydınlatan, kalpteki sevgidir. Çocuklar birçok konuda öğretmendirler; en önemlisi de sevgiyi ve paylaşmayı onlardan öğreniyoruz. Sevgi beklemesini bilir, sevgi özlemesini bilir, sevgi umutsuz değildir; sevgi asla pes etmez. Günübirlik bir sevgi, gerçek yüzünü gizleyen bir nefrettir. Zulmü engelleyecek bir kanun yoktur, fakat bütün kanunların üstünde öyle bir kanun vardır ki biz ona, "sevgi" diyoruz. Yeter ki kalplere ekilsin. Sevgi, yaşam pınarının kaynağıdır; hayatın içinde gizlenmiş bir boyuttur. Fakat kapısı kalpten içeri açılan bir boyut. Barış, ancak sevgi dolu kalplerin bir araya gelmesi ile mümkündür. Özünde sevgi olan hiçbir şey çürümez. Aşk ulaşmak arzusudur; ulaştıktan sonraki duygunun adı, sevgidir. Sevgi; bir insanın, bir ailenin, bir toplumun ve bir milliyetin tek dayanağıdır. Dünyanın ışığı güneştir, hayatın ışığı da sevgidir. Gücünü sevgiden alan bir toplum karşısında hiçbir engel duramaz. Kötü insanlar nefret penceresinden dünyaya bakarlar, iyi insanlar sevgi penceresinden... Eğer yüreğinizde sadece sevgiye dair bir bayrak açmışsanız, tüm dünya karşınızda saygıyla eğilecektir.

1932-2024 © Edebiyat Gazetesi
ISSN 2980-0447