Habil Yaşar Yazdı: Sesler

Edebiyat Gazetesi'nin on dördüncü sayısında yayımlanan Habil Yaşar'ın Sesler başlıklı yazısını sizlerle paylaşıyoruz.

Sekiz ya da dokuz yaşındaydım. Sıradan bir yaz gecesiydi ve her şey o gecenin sessizliğinde başlamıştı. Yatağıma girdikten birkaç dakika sonra, nedeni her zaman gizemli kalacak olan sesler duymaya başladım. Ve ne sesler... Kimsenin bir kez bile duymak istemeyeceği korkunç sesler! Korkuma dayanamayıp babama sordum:

Sesler

“Bu sesler nedir baba?”

“Oğlum ne ses?”

“Duymuyor musun baba?”

“Yok oğlum.”

“Ben duyabiliyorum. Ayrıca oldukça korkunç sesler...”

“Örneğin ne? Hangi sesleri oğlum?”

“Yanıyorum yardım edin! Allah'ım bizi affet!  Öldüm Allah'ım! Offff , bu düştüğümüz belâ ne?  Ve yüzlerce farklı ses, bağırış, çığlık…”

 Babam ses duymadığını ısrarla söyleyince heyecanım daha da artıyordu...

“Oğlum ses falan yok.” diyerek babam birkaç dakika saçlarımı kıvırıp beni uyutmaya çalışıyordu.

 Ne kadar sağa-sola vurursam vurayım, sesler giderek yükseliyordu...

Sesleri duyduğum ilk gün ne kadar şaşırsam da kendimi teselli edip her şeyin geçeceğini düşündüm, uykuya daldım... Ama ertesi gün yanıldığımı anladım, duyduklarım iki katına çıktı...

 “Anne sen de duyuyor musun?”

 “Ne oğlum?”

“Ehhh, sahiden bir şey duymuyor musun?”

“Senden başka ne duymam gerekiyor ki?”

Babama anlattıklarımı anneme de anlatmış, o da aynı tepkiyi vermiş ve narin parmaklarıyla beni okşayarak uyutmaya çalışmıştı... Zorlukla uykuya dalıncaya kadar sesleri duymaya devam ettim... İki gündür o korkunç sesleri duyuyordum ve bu şekilde beş-altı gün daha sürecekti... Ve her şey başladığı gibi aniden bitmişti...

Aradan otuz iki yıl geçmesine rağmen o seslerin ne olduğu, nereden geldiği hâlâ beni düşündürüyor ve muhtemelen mezara kadar da düşündürecek... Yaşadıklarımı birçok kişiye anlatsam da bir türlü  sağlam bir cevap alamamak beni daha da üzüyor... Allah'tan başka kimsenin bilemeyeceği, milyarda birinin başına gelecek, belki de benden başka kimseye nasip olmayacak bir şeyle karşılaştım... (Kendimi başkalarından ayırmak gibi bir amacım yok, üstünlük söz konusu bile değil. Amacım sadece yaşadıklarımı yazmak, sizlerle paylaşmak ve sizden tavsiye almak...)

Acaba o sesler neydi?

Bir amaç için sadece benim kulağıma teknik bir alet mi doğrultmuşlardı? Bir deneye mi dönüşmüştüm? Reşit olmayan birinden ne isteyebilirler ki? Kim bilir belki de istedikleri bir şey olmuştur ve amacına ulaştıktan birkaç gün sonra yakamdan vazgeçmişlerdir...

İhtimallerimin arasında gökyüzünün kapılarının bana açılması ve cehennem ehlinin çığlıklarının bana duyurulması da vardı. Çocuk olmama rağmen ilâhi bir güç tarafından uyarıldığımı düşünüyorum...     Hayatınızı doğru yaşayın ki, orada acı çekmeyiniz uyarısını... Ve en önemlisi insanları bu gerçeklerden haberdar edin. Kendi ebeveynlerim bile bana bu seslerin sadece tesadüf olduğunu, hiçbir şey olmadığını söylerken bana kim inanır ki?

“Allah onların kalblerini ve kulaklarını mühürlemiştir, gözlerinde de perde vardır ve büyük azab onlar içindir” (Bakara Suresi/Ayet 7)

Ama bir gerçek var ki, duyduklarım gerçekti... Bunu inkâr etmek, güneşin varlığını inkâr etmek kadar kör olmayı gerektirir... Ve Allah şahittir ki, gerçekleri yaymaktan bir adım bile geri durmadım ve asla geri adım atmayacağım da... Benim hakikatim birçoklarının cennetini cehenneme, birçoklarının cehennemini de cennete çevirecek...

1932-2024 © Edebiyat Gazetesi
ISSN 2980-0447