Yaklaşık iki ay önce yeni bir eve taşındık. Yıllardır oturduğumuz daireden ayrılıp yeni bir yerleşim yeri olan evimize taşınmak bizim için de kolay olmadı. Eşim, ufak da olsa bahçesi olan bir evde yaşamayı arzu ettiği ve emeklilik hayatımızı daha dingin ve sakin geçirmek istediğimiz için henüz hiçbir komşumuzun olmadığı bu eve yerleştik. Bizi ilk ziyaret eden bir kedi oldu. Kedi dışarıdan bizim bahçeye girmiş, bahçeyi turlarken karşısında beni görünce hiç hoşlanmadı. Bana öyle bir bakışı vardı ki, sanki hâl diliyle, “Buralar benim mekânım. Buralar bana ait. Siz de nereden çıktınız? Gidin buradan.” der gibi bakıyordu.
Yine günlerden bir gün gökyüzü, gün batımının kızıla çalan tonlarıyla boyanırken, bahçedeki huzurlu sessizlik ansızın duyduğum bir hışırtıyla bölündü. Merakla sesin geldiği yöne baktığımda, bahçe kapısının altından süzülen küçük, siyah bir gölgeyle karşılaştım. Bembeyaz patileri, siyah kadife gibi yumuşak tüyleri ve ışıl ışıl gözleriyle yine karşımdaydı. Sadece bana bakıyordu. İster istemez düşündüm: “Acaba biz hayvanlara ait olan yerleşim alanlarını işgal mi ediyoruz? Bu kedi benden ne istiyordu?”
İlk başta tereddüt ettim. Vahşi doğanın bir parçasıydı ve benim dünyama ne kadar uyum sağlayabilirdi ki? Yanına yaklaşınca bu sefer kaçmadı. Biraz okşayınca yere yattı ve ben onu doyasıya okşadım. Böylece onunla her geçen gün daha fazla vakit geçirmeye başladım. Adına, tüylerinin renginden ilham alarak Karadut dedim. Gün içinde onunla oynamak için bahçeye çıktığımda, beni beklediğini fark ediyordum. Kimi zaman bahçe masasının üzerinde uyuya kalmış bir hâlde onu buluyordum, kimi zaman da tırmandığı ağacın en yüksek dalından adeta bana sesleniyordu.
Karadut, bahçenin sadece bir parçası değildi; o artık bahçenin en değerli misafiriydi. Bir gün yine bahçeye çıktığımda Karadut yanıma gelmedi. Bahçedeki duvarın üzerinde sessizce oturduğunu gördüm. Bana yine anlamlı anlamlı bakıyordu. Hâl diliyle sanki bir şey göstermek istiyor gibiydi. Yanına yaklaştığımda duvardan atladı ve arkasına bakarak yürümeye başladı. Ben de peşinden yürüdüm ve beni bahçenin en ücra köşesindeki, otların arasına gizlenmiş yavruların yanına götürdü.
Küçük yavruların gözleri kapalıydı ve annesinin sıcaklığını hissedince incecik seslerle miyavlamaya başladılar. Gözlerime inanamamıştım. Karadut’un biri bembeyaz, diğeri kendisine benzeyen iki tane yavrusu vardı ve o küçük canlara annelik yapıyordu.
Karadut’un bakışlarındaki o güven, o anne şefkati tüm endişelerimi sildi. Açıkçası, kalbimin bir odasını onlara hemen açtım. Her gün onlara su ve yemek bıraktım, uzaktan onları izledim. Yüreğimin bir köşesinde bu minik ailenin bahçemi evi olarak benimsemesini diledim. O günden sonra Karadut ve yavruları, bahçemizin en değerli misafiri oldular. Artık her sabah üç siyah gölge, bahçemizin çimlerinde güneşin ilk ışıklarının altında oynaşıyordu.
Karadut, sadece bizim bahçemize değil, kalbimize de bir yuva kurmuştu. O, bahçemize gelen bir misafir değil, bize koşulsuz sevgiyi ve güveni öğreten bir dost olmuştu. Eşim, evin içinde kedi beslemenin doğaya uygun olmadığını söylediği için onları eve almıyordum.
Zaman geçti, yavrular büyüdü, etrafı keşfetmeye başladılar. Bahçe, onların oyun alanına dönüştü. Peş peşe koşup oynaşıyorlar, bir çalıdan diğerine sıçrıyorlardı. Ben de bu anları izlerken sanki kendi çocukluğuma geri dönmüştüm. Onların masumiyetine, neşesine şahit olmak, içimdeki tüm sıkıntıları alıp götürüyordu.
Bir gün yağmur bastırdı. Çok şiddetliydi. Yavrular ıslanmasın, üşümesin diye endişelendim. Karadut’u bulmaya çalıştım ama ortalarda yoktu. Panik içinde etrafa bakınırken minik kedi yavrularının sesini duydum. Bahçenin ucundaki tahta kulübenin altına sığınmışlardı. Onları hemen alıp eve getirdim. Kuruladıkça, minik kalplerinin ne kadar hızlı attığını hissettim. Titriyorlardı.
Kapının tırmalandığını duydum. Gelen mutlaka Karadut’tu. Endişeli bir şekilde miyavlıyor, içeride neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Kapıyı açtım. Kapının önünde Karadut bekliyordu. Gözlerinde ne bir sitem ne de bir korku vardı; sadece bir güven ve sonsuz bir sevgi… Yavrularını kucağımda görünce, sanki bana teşekkür eder gibi başını yere eğdi. O an, kalbimin en ücra köşesinden bile bir ses yükseldi: “Bu kedi ve yavruları, benim ailem.”
Karadut, yavrularını görünce gözlerindeki o rahatlama ifadesiyle içimi ısıttı. Tek tek kokladı onları, temizledi. Sanki fısıldıyor gibiydi: “Aferin size, iyisiniz.” O an, bahçeme giren bir kedinin kalbime ne kadar derin bir iz bıraktığını anladım. Onlar sadece bahçeme giren kediler değildi. Onlar bana hayatın en saf ve en anlamlı hâlini gösterdiler. Bana, koşulsuz sevginin, fedakârlığın ve en beklenmedik anlarda bile gelen bir mucizenin var olduğunu hatırlattılar. Ve şimdi bahçemin her köşesi, onların minicik ayak izleriyle dolu. Bu izler sadece toprağa değil, aynı zamanda benim kalbime de kazındı. Onlar bana yeniden yaşamayı, hissetmeyi ve sevmeyi öğretti. Artık biliyorum ki, en büyük hazine, bir hayvanın gözlerindeki sevgi ve sadakatten daha değerli değildir. Karadut ve yavruları, benim için sadece kedi değiller. Onlar, sevginin, fedakârlığın ve koşulsuz bir bağın sembolü oldular. Bana, en beklenmedik anlarda bile sevginin, umudun ve yaşamın kendisinin ne kadar mucizevî olduğunu gösterdiler. Ve artık biliyorum ki, benim bahçem sadece çiçeklerle dolu bir yer değil; aynı zamanda minik patilerin izleriyle dolu, sıcak bir yuva.
Şaziye İnceler Ekici / Edebiyat Gazetesi / Ekim 2025 / Sayı 33
Hiç yorum yok
Yorum Gönder