Hapisteki biri için kanımca en değerli armağan kitaptır. Doğrusunu söylemek gerekirse bu açıdan şanslıyım. Zira en fazlası iki posta günü boş geçer ama üçüncü posta gününde bir dost kapımı kitap ya da kitaplarıyla çalarak beni sevince boğar. Tam da “kitapsız” biri olup çıkacakken yollanan kitabı alır, körleşen gözlerimin izin verdiği görme alanıma şükrederek zamana yayar, sabırla okurum. Ne diyordu Pablo Neruda: “Yalnızca ateşli bir sabır ulaştırır bizi / muhteşem bir mutluluğun kapısına…” Sayfaları çevirip satırların arasında kaybolur, aynı anda hem “içeride” olurum hem “dışarıda” da. Hem hiçbir yerde olurum hem de her yerde. Sözcük kuşlarının kanatlarına binince tabii...
Değerli hocam, ağabeyim, yazar Tacim Çiçek, mayıs ayının sonlarıydı; kilitli kapımın sürgüsünü kendisine ait kitaplarla çaldı. İçerdiği temadan hareketle “sakıncalı” bulunarak bana verilmeyen son romanı Bela Mıknatısı’nın ardından onun üç kitabıyla buluşmak güzeldi. Hepsine bir yazı içinde değinmek biraz zor. Ben önceliği Geçmiş Ceyhan’da Çocukluktu kitabına verecek, yeri geldiğinde Hatıralar Manavkuyu ve Kitap Hırsızı adlı kitaplarına da göndermeler yapacağım. Zira bu üç kitap, Tacim Çiçek’in hayatı ve yazarlık serüveninde adeta el ele tutuşuyor.
Heyamola Yayınları’nın “Adana Kitaplığı” başlıklı dizisinden çıkan Geçmiş Ceyhan’da Çocukluktu adlı eserinde Tacim Çiçek, yazımı zor, çetrefilli bir işe soyunarak çocukluğunun elinden tutuyor. Onunla birlikte düne, paradoksal bir biçimde aynı anda hem çok yakın hem de çok uzak olan geçmişe doğru yola çıkıyoruz. Oktay Rifat’ın ifadesiyle kuş gibi konacak dal arayan hatıralarına dalıyor ve okurunu sokak sokak, cadde cadde Ceyhan’da gezdiriyor. Öyle ki anlatı bir film tadında akıyor ve Ceyhan az sonra bir yer, bir mekân olmaktan çıkarak kişileşiyor; kahvehanelerinde, sinemalarında, ırgat pazarlarında, çırçır fabrikalarında, istasyonlarda geziniyor, Ceyhan’ı tüm hakikatiyle soluyorsunuz.
Tacim Çiçek bizi alıp çocukluğuna, onun deyişiyle “altın ülke”sine götürüyor. Bir yönüyle ütopyasına... Zamanla ayrılmak zorunda kalınan korunaklı yurduyla, sihirli dünyasıyla tanıştırıyor. Sadece doğduğu, büyüdüğü, ailesiyle oturduğu yere değil; bizzat yaşadığı, yetişip olgunlaştığı, kişilik edinerek benlik kazandığı bir yere alıp taşıyor. Anlam devşirirken anlam kattığı, ruh edinirken ruhunda izler bıraktığı bir kente...
“İlklerin” ne çok önemi var hayatımızda. İlkokulun, ilk girilen sınıfın, oturulan ilk sıranın, sıra arkadaşlarının, ilk öğretmenin, ilk kitabın, yazılan ilk harfin, kurulan ilk cümlenin, ilk aşkın, tanışılan ilk akıllı ya da delinin, izlenen ilk filmin, binilen ilk bisikletin... Ne çok önemi var, değeri... Her biri apayrı sihirler içeren bu listeye kuşkusuz başka detaylar da işlenebilir. Mesela kuyruğuna jilet takıp uçurduğunuz ilk uçurtma, elinize aldığınız ilk resimli roman, oynadığınız ilk kovboyculuk oyunu, tüm sınıfın hatta tüm okulun önünde okunan ilk şiir, sahnelenen ilk piyes, söylenen ilk türkü, yayımlanan ilk hikâye, ilk temas, ilk dokunuş, ilk öpüş...
Tacim Çiçek, kitabında bir düşe dalarak kendisini albatrosa dönüştürüyor ve geniş kanatlarına okurunu bindirip Ceyhan Irmağı boyunca uçuyor. Manzara enfes! Irmakla birlikte akıp ta Akdeniz’e dökülüyor. Asıl önemlisi bu sırada Tacim Çiçek’in resmettiği Çukurova’yla tanışıyorsunuz. Dünü ve bugünüyle bir tür zamanda yolculuk...
Bana kalırsa yazarlar zamana dönüşmüş insanlardır. Bu nitelikleriyle büyülü işler yapar, aynı anda hem geçmişi hem bugünü hem de geleceği görürler. Görüp kurarak anlatır, her seferinde sözcükler aracılığıyla gerçeği yeniden ve yeniden inşa ederler. Evet, kalem denen nesne sihirli bir değnek gibidir. Doğru; o sihirli değnek sayesinde sözcüklere kanatlar takılıp havalandırılır ve hepimizin başını döndüren cümleler, metinler yaratılır. Ancak bu kendiliğinden olmaz kuşkusuz. Her şey adına “yazarın odası” ya da “mutfağı” denen yerde pişer, pişirilir. İçine doğulmuş, içinde yetişilmiş, zamanla olgunlaşılmış; başkalarından hareketle hayatın, insanın, doğanın ve dünyanın tanındığı, çözülüp anlaşılmaya başlandığı, yazara kişilik, benlik ve karakter kazandıran yerdedir marifet. Orada yaşar, deneyimler, iyi veya kötü sonuçlar çıkarır, değerler edinerek anlamı kovalar. Hatta zamanla o hâle gelir ki hikâyenin kendisi olur.
Tacim Çiçek tam da bu tarife uyan “mutfağında”, Ceyhan’da bir “hikâye toplayıcısı” olmuş; zamanla yol alıp bir “hikâye anlatıcısı”na dönüşmüş, oranın ruhuyla hemhâl olup gerçeğinden yola çıkmış, kurmuş, kurgulamış ve edebiyat dünyamıza nitelikli yapıtlar sunmuştur. Zira Ceyhan onu içine alıp sokak ve caddelerini, tüm kıyı ve köşelerini yaşatmış ve Tacim Çiçek bu kaynaktan beslenerek eserlerini yaratmıştır. Adana’nın Ceyhan’ında bulunmamış, Türlübaş Mahallesi’ni görüp bizzat yaşamamış olsanız “Türlübaşlı Cemil” adlı bir öyküyü yazabilir misiniz? Irgatlığı, ırgat pazarlarını, çırçır fabrikalarını ve her şeye rağmen akıp giden Ceyhan’ın gece âlemini bilmeseniz kaleminizden ne “Avans Günü” ne de “Keseen Ağa ile Irgat Kibar” öyküleri çıkabilir. Ceyhan’ın, dolayısıyla Türkiye’nin 60’lı–70’li yıllarını bizzat yaşamanın, tanığı olmanın, görüp gözlemlemenin artısıyla Tacim Çiçek sonrasına da uzanıyor ve bize kurguyla gerçeğin nerede başlayıp bittiğini zor fark edebileceğimiz eserleri bu nedenle sunabiliyor. “Mutfağı” zengin!
Kitabını okurken anlıyoruz ki Tacim Çiçek’in çok yönlü bir çocukluk hayatı olmuş. Ezberi iyi, okul piyeslerinde başrolde, türküler söylüyor. Öyle ki daha o yaşta harekete geçip Kulaksız Hakkı’nın kahvesinin karşısındaki Ceyhanspor Lokali’nde sahne alıyor. Dahası da var elbette. Romanlara ait derme çatma, adına “stüdyo” denemeyecek bir yerde “demo” doldurup kasete çevirerek elden eşe dosta dağıtıyor. Bu arada sağlam bir “kitap hırsızı”... Kitapları Halk Kütüphanesi’nden (ç)alıyor, apış arasında... İlk kitaplığını bu şekilde var ediyor. Ama yıllar sonra okuyup öğretmenlik mesleğine başladığında geri dönerek Ora Kitabevi’nden bir kucak dolusu kitapla çıkıyor ve hikâyesini şaşırarak dinleyen Halk Kütüphanesi müdürüne teslim ediyor. İşte bir kez daha “yazarın mutfağı” meselesine geliyoruz; çünkü Tacim Çiçek bu yaşadıklarını kaleme alıyor ve yıllar sonra okurunu Kitap Hırsızı adlı romanıyla buluşturuyor.
Tacim Çiçek’in hayatı ve insanları gözlemleyip tanımasında, başlarda fark etmeksizin bir “hikâye toplayıcısı” hâline gelmesindeki önemli bir faktör, erken yaşta başladığı gazete satıcılığıdır. Ceyhan’ı, Ceyhanlı insanları, gün içinde farklı mekânlarda gerçekleşen olayları, tuhaflıkları görüp yakalamasında bunun payı büyük. Gazeteleri en küçük ayrıntısına varıncaya dek okuması da cabası elbette. Ufku genişliyor, hayatı ciddiye almayı öğreniyor. Hayatla birlikte edebiyatı... Bu nedenle onun çocukluğunun elinden tutarak gezindiğimiz Ceyhan’daki kişilerle olayları bir sıradan anlatı niteliğinde değil, edebî karakterler ve onları var eden olaylar şeklinde okuyoruz. Kamalı Bekir, Terzi Orhan, TKP’li olduğu çok sonra anlaşılan bilge berber Ramazan, Porsuk Duran, Şarapçı Besim, Deli Hasan, bisikletçi Fettah bunlardan sadece birkaçı. Demir Köprü, Türlübaş Mahallesi, Çamlıyol, Dost Bakkal, Asri Sineması, yazlık Sahil Sineması gibi mekânlar da öyle.
“Büyülü fener” dediğimiz sinema ve sinemacılık, özetle bir gölge ve hayal perdesi olan “filmcilik” de o yaşlarda ilgi alanında. Arkadaşlarıyla çöpleri tarıyor, makinistlerin “sansür” niyetiyle kesip attığı film şeritlerini topluyor. Sonrası titiz bir işçilik... Filmler birbirine ekleniyor; bu arada bir bisikletin tekeri çıkarılarak yerine tahtadan yapılan bir makara takılıyor. Evden ya da bir çırçır fabrikasından aşırılan beyaz çarşafın üzerine, ters çevrilen ikinci bir bisikletin tekeri döndürülerek dinamosundan ışık düşürülüyor. Alın size “büyülü fener”; ışık, gölge, hayal ve gerçeğin keşfi...
Tacim Çiçek’in hikâyeciliğinde annesinin de katkısı çok. Zira evlerin teknolojik aletlerle dolup taşmadığı bir dönemde, büyüklerin sık aralıklarla anlattığı masalları can kulağıyla dinlemiş bir masalcı, bir sözlü anlatım ustasıdır. Annesiyle masallar dünyasına, ressam Ali Atmaca’yla resim dünyasına, şiire ve öyküye uzanıyor. Çevresinde bulunan insanların farklılıklarını, özgünlüklerini, ayırıcı niteliklerini yakalamayı başarıyor. İyi bir gözlemci. Yakın komşuları, gözlerinin aslında hiç görmediğini sonradan öğrendiği Raşide Teyze sayesinde, örneğin “görmek” denen şeyin salt fiziksel bir marifet olmadığını fark ediyor. Zira Raşide Teyze sesten, kokudan, ufak bir temas ya da kıpırtıdan hareketle görmektedir! Yani asıl mesele hayatı, insanı ve doğayı içtenlikle duymak, duyumsamaktır.
Bu bakışla daha o yaşlarda gazete satar ya da başka işlerin, insan ya da olayların peşinden koşarken Ceyhan’ı, çarşısını, pazarını sadece görmüyor; hissedip yaşıyor. Biz de onunla birlikte lahmacuncuların, halka tatlısı satanların, şalgamcıların, kellecilerle tavukçuların, eğlence darısı satanların, mısırcıların, kimyonlu nohutçuların, muhallebicilerin, bicibicicilerle eskimocuların, sokak kebapçılarının, karsambaççılarla bozacıların, şirecilerin arasında geziniyoruz. Bu yakın gözlem, bu hayatla iç içe oluş, zamanla Tacim Çiçek’e çevresindeki insanların köklerini, kimliklerini, sır hâline getirilmiş gerçeklerini de gösteriyor. Etrafındaki insanların Arnavut, Boşnak, Ermeni, Türk, Kürt, Arap, Gürcü, Terekeme, Adige olduğunu anlıyor. Anadolu’nun bir kavimler kapısı olduğu gerçeğini... Nasıl bir tarihsel travmanın yansımasıysa, an gelip “Siz Ermeni misiniz?” diye sorulan kimi komşularının “Biz o değiliz, biz o değiliz!” diyerek verdiği karşılığın tanığı oluyor.
Doğumundan başlayarak askerliğine kadar uzanan süreci, o sürecin Ceyhan’ı ve insanları bağlamıyla anlatan Tacim Çiçek, kitabını şu paragrafla bitiriyor:
“Kendimde olan parçacıkları birleştirdim. Böylece bana ait yapbozla baş başa kaldım. Bu yapboz, çocukluğumdaki sinemacılık günlerimde olduğu gibi karşımda hareketli bir siyah-beyaz filmdi.
Eski zaman ezgisi eşliğinde buruk bir mutluluk bulutu gibi çöktü üstüme.”
Adını başlarda andığım diğer kitabı İzmirim / Hatıralar-Manavkuyu adlı eserinde Tacim Çiçek soruyordu:
“Bir kenti güzel yapan nedir acaba?”
Bana kalırsa o kentte yaşanıp paylaşılanlardır. Hatıralardır, vesselam!
Hatıralarını yazarak Ceyhan’ın ve İzmir’in güzelliklerini, gerçeğini alıp “ölümün elinden kurtaran” Tacim Çiçek’in, ülkemiz edebiyatında örneği az bulunur bu türden eserlere esin vermesi dileğiyle.
Metin Turan / Edebiyat Gazetesi / Kasım 2025 / Sayı 34

Türkiye’nin aylık tek Edebiyat Gazetesi, öykü, deneme, yazı, şiir ve söyleşilere yer vermektedir.
Hiç yorum yok
Yorum Gönder