Hüsniye Anne

Dünya tarihinde Türk ve ecnebi savaşlarında veya savaş olmasa bile Türk milletine akla hayale sığmayan zulümler yapılmıştır.
0

Dünya tarihinde Türk ve ecnebi savaşlarında veya savaş olmasa bile Türk milletine akla hayale sığmayan zulümler yapılmıştır. Bu zulümler yetmezmiş gibi Türk milletini oradan oraya sürgün ederek yersiz ve yurtsuz bırakan devletler, bırakın Türk erkeklerini, Türk kadınına yapmadığı zulüm, işkence kalmamıştır. Belki bazılarının “Bize ne, onlar Türk bile değilmiş.” dediklerini duyar gibi oluyorum. O zaman Bulgaristan Türkleri hakkında biraz bilgiyle hikâyeme giriş yapayım.

Şaziye İnceler Ekici

Bulgaristan Türkleri, ağırlıklı olarak Oğuzların Avşar boyundan gelmektedirler. Menşeleri, günümüz Niğde, Kırşehir, Maraş, Mersin, Adana, Antep, Halep, Malatya illeri ile Sivas'ın güney ilçelerinden iskân edilen Türkmenlerdir.

Osmanlı zamanında bu şehirlerin ileri gelen, sözü dinlenen hoca ve mollaları, fethedilen yerlerdeki insanlara İslam’ı tebliğ ve eğitim amacıyla Bulgaristan, Yunanistan, Makedonya ve eski Yugoslavya’ya gönderilmişlerdir. Hatta o bölgelerde, yani Balkanlarda Müslüman olan ecnebilere “Türk oldu” denilmektedir. 1950–1951 Soğuk Savaş döneminde yüz binlerce Türk, komünist rejim tarafından göç ettirildi. Yüzde 90’ı çiftçilik yapan Bulgaristan Türklerinin, 1949 yılından sonra devlet tarafından el konulan topraklarının ellerinden gitmesi sonucu bu göç hızlanmış ve Ağustos 1950 tarihinde 250.000 kişi Türkiye’ye zorla sürgün edilmiştir.

Zulüm bitmedi! 1983 Nisan ayında Bulgar asimilasyon politikası başladı. Türklerin isimlerinin zorla Bulgar isimleriyle değiştirilmesi ve hayatlarında İslam ve Müslümanlıkla ilgili her türlü yasak getirilmeye başlandı.

Hatta Türkan Feyzullah, ya da anıldığı adıyla Türkan Bebek, asimilasyon karşıtı protesto gösterisi sırasında annesinin sırtındayken Bulgar güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucu başına isabet eden kurşunla 20 aylıkken yaşamını yitirmiştir.

Benim anlatacağım hikâye ise Kırcaali Mestanlı’dan Hüsniye Emin Atasoy’un hayatıdır.

1984 yılında Bulgaristan’daki Türklerin isimlerinin zorla değiştirilerek, zorunlu göç ve isim değiştirme zulmüne karşı direnişin en önemli simgelerindendir.

Başı dik bir Türk kadını, “Bu zulümlere daha ne kadar boyun eğeceğiz? Ben ismimi asla gâvur adıyla değiştirmem!” diye bağırarak Mestanlı meydanına doğru yürüyordu.

Çevresindekiler önce şaşkın bakışlarıyla Hüsniye’yi izlediler. Sonra Molla Hasan herkese seslendi:

“Niye bakışırsınız be ya? Sizde bu kadın kadar yürek yok mudur?”

İnsanlar hep bir ağızdan bağırıştılar:

“Ben de gâvur adı istemem! Arkandan geliyoruz kardeşim!”

Hiç kimsenin kötü bir niyeti olmadan pazar yerinde toplanmaya başladılar. Tek gayeleri, Komünist Parti yetkilileriyle konuşmak ve taleplerini onlara iletmekti.

Meydan gittikçe kalabalıklaştı ve halk seslerini duyurmak için slogan atmaya başladı:

“Gâvur adı istemeyiz! Gâvur kimliği istemeyiz!”

Mestanlı meydanı adeta bir miting alanına dönüştü. Hüsniye Hanım bir tankın üzerine çıkarak bir konuşma yaptı ve halkı sakinleştirdikten sonra yerel parti yetkilileriyle konuşmak üzere bir heyet oluşturdu.

Kalabalık, yanıt olarak karşılarında silahlı güvenlik güçlerini gördü.

Hüsniye Hanım, meramını anlatmak için yetkililerle görüşmek istedi:

“Bakın, biz yüzyıllardır burada Bulgarlarla kardeşçe yaşadık. Devletle bir sorunumuz yok. Sadece insan hakları olarak düşündüğümüz dil, din ve inanç hürriyetimize saygı göstermenizdir.”

Dediyse de sesi yumruk ve dayak darbeleriyle kesildi ve diğer heyet üyeleriyle birlikte tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Meydanda toplanan insanların üzerine ateş açıldığı için herkes sinerek evlerine dağıldı.

Hüsniye Hanım, dayaklarla ve dipçik darbeleriyle diğer heyet üyeleriyle birlikte en yakın Belene Hapishanesi’ne götürüldü.

Fakat ortada bir sorun vardı: Belene’de kadınlara ait koğuş yoktu.

Yine dipçik darbeleriyle Plevne Cezaevi’ne götürüldü.

Ailesi perişan olmuştu ve kapılarında bir asker beklediği için evlerinden dışarı çıkmaları yasaktı.

Aylarca ailesinden hiç kimse nerede olduğunu bilmedi.

Her gün düzenli olarak dayak atıyorlar, aç ve susuz bırakarak akla gelmeyen işkenceler yapıyorlardı.

Komünist rejim işkencede o kadar ileri gitti ki, uzun bir süre derin dondurucuya atarak sesini kesmek istediler.

Bir süre sonra nabzı durmuştu. Saatler sonra derin dondurucudan çıkarılarak, öldüğü varsayılarak morga gönderildi.

Hatta arkadaşları ve bazı akrabaları, “Bunca baskılara, işkence ve yokluklara katlanılır mı? Ver adını, bitsin gitsin!” dediler.

Fakat o, isim değiştirme dilekçesini imzalamadı ve adını vermeyen tek Türk oldu.

Sene 1984…

Modern dünyanın gözü önünde yaşanan insanlık dışı olaylardan sonra Bulgaristan, 1984–1989 yılları arasında 350.000 Türk’ü tekrar sınır dışı etti.

İlk sınır dışı edilenler arasında adını değiştirmeyen tek kahraman Türk kadını, Kırcaalili Hüsniye Emin Atasoy da vardı.

Bursa’ya yerleşti.

Aradan yıllar geçti.

6 Kasım 1998 günü Bulgaristan Başbakanı İvan Kostov, Bursa’da Hüsniye Anne’ye yaklaşıp eğilip elini öperek:

“Başınıza gelenlerden dolayı Bulgaristan halkı adına sizlerden özür dilerim!” der.

2004 yılında, 58 yaşında aramızdan ayrılan Hüsniye Ablamıza Allah’tan rahmet diliyorum.

Sizlerden ruhu için birer Fatiha rica ediyorum.


Şaziye İnceler Ekici / Edebiyat Gazetesi / Kasım 2025 / Sayı 34

Hiç yorum yok

Yorum Gönder

1932-2025 © Edebiyat Gazetesi
ISSN 2980-0447