Lavanta

Demeter, bir arınma, yenilenme, yeniden yapılanma dönemine girmişti hayatında onca olandan, maddi kayıplardan, hayal kırıklıklarından sonra.
0

Başlarda psikolojik terapi desteği alırken, bundan fayda sağlamadığını düşünerek terapiyi bırakmıştı. Kendi kendine bazı davranış kalıplarını ve döngülerini değiştirebileceğini düşünerek onlarca psikoloji kitabı okumuştu.  Yine de hem iş, hem de özel hayatında maddi ve manevi olarak kayba uğrayacak şekilde insanlardan darbe alma döngüsünden kurtulamıyordu.

Yazar Güz, Lavanta

Eylem ve kayıplarının kök sebeplerini bulmak için dedektif gibi iz sürüyordu. Malum devir bilgi devri idi, herkes herşeye kolaylıkla ve hızla erişiyordu. Demeter de sadece bilimsel kaynakları takip etmeyip, çeşitli sosyal medya platformlarından da bu konuyla ilgili paylaşımları okuyup, dinliyordu.  O, bu konuları araştırdıkça, algoritmalar onun karşısına konuyla ilgili doğru ya da yanlış ayırt etmeksizin daha da çok paylaşım çıkarıyordu. 

Demeter hangi sosyal medya platformuna girerse girsin, insanı düzeltilmesi gereken  bozuk bir makineymiş gibi ele alan sözde kişisel gelişimcilere denk geliyordu. Bu da onu daha da tetikleyerek,  bu konulara daha da fazla kaynak aktarmasına sebep oluyordu. 

Demeter, ilk dönemlerde gayet sağlıklı bir şekilde psikolojik terapi alırken, bu süreci yarım bırakarak, her türlü bilgiyi doğru, yanlış demeden içselleştirerek bir o yana, bir bu yana savrulmuştu. Sonrasında karşılaştığı zorlu duygu durumunlarını sadece dışarıdan destek alarak çözebileceğine inanır hale gelmişti. Nasıl ki yanlış ilaç ve dozla hasta, şifa bulamayıp, var olan sağlığını da kaybederse, Demeter de yanlış bilgi, yanlış yöntem ve bakış açıları ile var olan psikolojik direncini ve iyi olma halini kaybetmişti. 

Alternatif yolları denemesini önermişti bir arkadaşı. Önceleri çok bilimsel gelmese de, sonrasında mantıklı geldi bu da ona, denize düşen yılana sarılır misali. Peru’dan geldiği söylenen bir şamanın hafta sonu kamplarına gitmiş, Göbeklitepe’de ağlama seanslarına sonrasında da ormanda bağırarak öfkenin dışa vurulduğu arınma çalışmalarına da katılmıştı. Artık konu bilimsel çözümler aramaktan ziyade, her seferinde dolandırıldığı ama bir şekilde daha iyi versiyonunu bulup, daha iyi deneyimler yaşayacağına inandığı bir rotada koşar adımlarla yürümeye dönüşmüştü. Aslında yürümüyordu da, sadece patinaj yapıyordu. Ancak, farkında değildi durumun uzunca süre.

Spiritüel çalışmalara, ritüellere bağımlı hale gelmişti. Mesai saatlerinden arta  kalan tüm zamanını ve neredeyse tüm kazancını bu çalışmalara harcıyordu. Ancak bir arpa boyu yol alamıyordu. 

Bir gün Demeter, yakın arkadaşı Dilara ile birlikte Dilara’nın anneannesi emekli doktor Dilruba Hanım’ı ziyaret eder. Dilruba Hanım, Demeter’in bahsettiği arınma terapilerinin ve meditasyonların detaylarını ve Demeter’in içinden geçtiği süreci dikkatle dinledikten sonra içeriye gider. Kısa bir süre sonra, elinde bir tepsi ile gelir. Tepside ince belli bardakta demli çay, yanında tarçın kokulu akide şekeri ve kenarları lavanta işlemeli bej rengi bir kese vardır. Dilruba Hanım, tepsiyi Demeter’in önündeki sedef kakmalı ahşap sehpanın üzerine koyarken Demeter’e dönerek “Sıhhat ve afiyet olsun kızım.” der. Demeter keseyi açar, içinde lavanta kokulu mor bir sabun vardır. 

Çayın yanında sabun ikramı hiç görmemişti ömründe, alır eline koklar sabunu. “Ne güzel kokuyor, kesenin işlemeleri ne özenli, kumaşı ne kadar doğal” der Demeter gülümseyerek. Dilruba Hanım söze girer “Demeter kızım sürekli dolandırılıp, kandırılmışsın maddi ve manevi konularda. Kendini suçlayıp ben nerede yanlış yaptım, çocukluk travmalarım nelerdir, blokajları nasıl çözerim diyerek kapı kapı dolaşmışsın, bunu çok takdir ettim. Ama aslında olayların detaylarının bu kadar içine girip kaybolmadan, anlattıklarına daha bütünsel gözle bakınca tüm hikayelerde ortak bir şey farkettim. Hep aynı karakterdeki insanlara güvenmişsin ama bu insanlar güvenilmez  olduklarına ve değer yargılarında eksiklikler olduğuna dair sinyalleri vermişler zaten. Ama sen “Herkes güvenilirdir, her insan bir şans hak eder. “diyerek hep işaretleri görmezden gelmişsin. Aslında insanlara karşı sınırlarını yavaş yavaş esnetip, yanlış bir tavır gördüğünde biraz geri çekilip, öfkenin de gerekli bir şey olduğunu kabul edip, öfkelendiğinde ya da kırıldığında insanlarla mesafeni tekrar düzenleseydin yaşadıklarının akışı değişebilirdi. Anlıyorum kalp kırmak istemiyorsun, ama kırılıp kızdığında tartışmana, bağırıp çağırmana gerek kalmadan, sadece “Bu benim hoş görebileceğim bir şey değil!” deyip,  emek, zaman ve maddi kaynaklarını o kişiye ya da kuruma akıtmayı azaltsan ya da komple kessen daha az Zarar görecektin çoğu zaman Demeter kızım. Bu dediklerim şiddetsiz ama adil bir iletişimin, ilişki kurmanın parçası.” 

Demeter başlar anlatmaya “Psikoloğum bir keresinde “Her öfke tipi zararlı değildir. Sınırlarını nerede koyman gerektiğini gösteren bir erken uyarı sistemi gibi düşün öfkelenmeyi” demişti. Ama ben hep kötü bir insan olmak, karşımdakine haksızlık yapmak korkusu ile duygularımı ve kendi ihtiyaçlarımı bastırmaktan, öfke bile hissedemez haldeydim. Sonrasında da moda akıma kapılıp bu spiritüelcilerin eline düştüm. O noktada da işin şirazesi iyice kaydı. Farklı çalışmalara, kamplara katıldım. Zamanımı, paramı, hatta sağlıklı düşünme yetimi bile kaybettim. Ortalıkta spiritüel dolandırıcılar çoğalmış epey. Bir tarafta sözde tarikatlardaki hacılar hocalar tarafından maddi ve manevi olarak sömürülen halkımız, bir tarafta da bu kişilere kananları kınayan ama spiritüellik adı altında aynı şeyi yapanlara kaynaklarını kaptırıp, sonrasında da akıl sağlıklarını kaybedenler var ülkede. Atatürk tekke ve zaviyeleri her ne kadar kapatsa da, halkın inançlarını sömürenlerin önü yıllar içinde iyice açılmış, mantar gibi çoğalmışlar farklı formatlarda. Bu akıl tutulması hali de bir başka pandemi türü bence. Maalesef ben de nasibimi aldım bu furyadan. Şimdi de “Ben nasıl bu gibi şeylere inandım!” diyerek derin üzüntü ve pişmanlık içindeyim. Kaybettiğim para, zaman ve iyi olma halimin ise telafisi yok.” Demeter konuşurken, bir yandan da içli içli ağlıyordu. 

Dilruba Hanım, Demeter’e masada duran kenarları pembe gül oyalı mendili uzattı. Demeter gözyaşlarını sildi. Dilruba Hanım’ın hobilerinden biriydi iğne oyalı mendiller, işlemeli keseler yapıp, içlerine objeler koyarak hediye etmek misafirlerine diş kirası olarak. Paşa dedelerinden gelen, aslında bir Türk geleneği olan, diş kirası adı altında hediye verme alışkanlığını ailece sürdürmekteydiler. 

Dilruba Hanım, Demeter’in soğuyan çayını yeniler. Demeter safran aromalı çayından bir yudum alıp, tarçınlı akide şekerini ağzına atmış, lavanta işlemeli keseyi dokunarak inceliyordu. Dilruba Hanım, Demeter’in yüzündeki rahatlamış ifadeyi görünce başlar konuşmaya. “Çapa olsun lavanta kokusu sana, ne zaman lavanta görsen ya da kokusu gelse burnuna, sınırlarını korumayı hatırlat kendine. Seçici davranarak işinin ehli olan gerçek psikologlardan terapi desteği al, ihtiyaç duyarsan. Bu lavantalı sabunu al, banyo alırken kullan, hatırla konuştuklarımızı onu kullanırken. Kendine telkin et duygularını hissetmenin ve haklarını korumak için sınır koymanın seni kötü bir insan yapmayacağını. Küçük adımlarla başla sınır koyma pratiklerine. Belki çevren daralır ama sağlıklı ve yerinde sınırlar koyarsan, hakiki dostlar, arkadaşlar, akrabalar kalır yanında. Kaybedeceklerin sadece seni suistimal etme niyetinde olanlar olur ki onların kaybı aslında bir kazançtır senin için. 

Muhtemelen çocukluğunda ortamda dengeyi sağlamak ve uyumlu bir çocuk olmak için kendi duygusal ve  fiziksel ihtiyaçlarından bile vazgeçmek zorunda kalmıştın. Hatta belki de ebeveynlerini farklı sebeplerle, sen teselli etme görevini üstlenmiş, bu sayede de onay ve takdir görmüştün. Onların duygularını ön görmek ve anlamak için epeyce pratik yapmış, bu arada kendi duygusal ihtiyaçlarından kopmuş, çevreni mutlu etmek için sürekli verirken, kendin için bir şey istemeyi ve destek almayı da unutmuştun. Böylece hiç bir isteği geri çeviremez hale gelip, yetişkinliğinde de istismar ve manipülasyonlara açık hale gelmişsin Demeter kızım. Geçirgen sınırların olması senin bireyselleşmeni ve ayrışmanı da engeller güzel kızım. Seni rahatsız eden bir olay yaşandığında kendini suçlamak yerine önce biraz bekle. Bu çay gibi konu senin içinde demini alsın, dingince dinle iç sesini, anla ve kapsa duygularını. Ne yapılmış, ne yaşanmış ve bu sana ne hissettiriyor bir bak bakalım. İyi ya da güvende hissetmiyorsan, değer yargılarına ters bir şey yapıldıysa ya da hakların gasp edildiyse, haksızlığa uğradıysan yapılanları yok sayarak, hiç bir şey olmamış gibi davranmak zorunda değilsin. Hatta aynı mesafede durmaman karşı taraf ile, daha sağlıklı olan. Karşı tarafın da gelişmesi ve aynı hataları yaparak başka insanları da yaralamaması için bir geri besleme ona da, faydalı bir adım olarak düşün bunu bütünün hayrı için.”

Demeter, Dilruba Hanım ve Dilara ile geçirdiği huzurlu saatlerden sonra, eve dönerken köşe başındaki çiçekçide mor bir saksının içinde lavanta çiçekleri görür. Salonunun baş köşesine koymak üzere, hemen içeri girip satın alır onları. Dilruba Hanım’ın dedikleri kulağına küpe oldu Demeter’in.  Gerçek profesyonellerden terapi aldı. Uzak durdu insanların zaaflarını kullanarak, şifacılık adı altında ticaret yapanlardan. Kendi iyi olma haline ve sınırlarına sadakat geliştirdi küçük adımlarla. Aradan bir  yıl geçip, Dilara ile Dilruba Hanım’ın doğum günü ziyaretine gittiğinde, Dilruba Hanım’a üzerinde lavanta deseni olan altın zarif bir broş hediye eder, göz kırpıp, gülerek. Dilruba Hanım, gülümseyerek başını bilgelikle sallar  Demeter’e onay verir gibi. Diğer misafirlerinin varlığı nedeniyle Demeter ve Dilruba Hanım, hiç konuşmadan iletişim kurmuşlardır Demeter’in hayatının artık yolunda gittiğine dair.

Şifa kapılarının anahtarını bazen bir söz ile, bazen bir temas  ile farkederiz. Güzel kapılara açılan, belki de zaten gözümüzün önünde açık seçik duran, anahtarları kolaylıkla ve huzurla farkedebilmek dileğiyle. Aşk ve sevgiyle kalın…

Yazar Güz / Edebiyat Gazetesi / Kasım 2025 / Sayı 34

Hiç yorum yok

Yorum Gönder

1932-2025 © Edebiyat Gazetesi
ISSN 2980-0447