Portal

Hava bugün tam sevdiğim gibiydi Amsterdam’da. Yağan yağmur, ormanda uzun bir yürüyüş yapmayı daha da cazip hale getirdi benim için...
0

Hava bugün tam sevdiğim gibiydi Amsterdam’da. Yağan yağmur, ormanda uzun bir yürüyüş yapmayı daha da cazip hale getirdi benim için.  Arkadaşım Kasia yoldaşlık etti bana yürüyüş boyunca. Zaman zaman, yan patikadan geçen atların ayak sesi ve yağmurun tınısı daha da keyifli hale getirdi sohbetimizi. 

Yazar Güz: Portal

Kasia, yakın arkadaşı (Annie) aracılığı ile tanışmış olduğu, kendisini şifacı ve spiritüel koç olarak tanıtan Gerard isimli bir beyden bahsetti bana. Gerard, küçük bir klan kurmuş neredeyse kendisine inananlardan oluşan. İnsanlara, kendilerinin ya da atalarının yapmış oldukları hatalı tavırları sebebiyle yaratmış oldukları karmalardan arınmaları için meditasyon ve çeşitli ritüeller öneriyormuş. Düzenli olarak bu çalışmaları içeren bireysel seanslar sunarak, yüklü ücretler talep ediyormuş karşılığında. 

Ona inananlara, geçmişteki karmaları nedeniyle hayatlarında blokaj yaratmış olduklarını, yolunda gitmeyen kariyer ve finans konularının, evliliklerinin ve hatta sağlık sorunlarının bile bu çalışmalara devam etmeleri durumunda düzeleceğini söylüyormuş. Geçmişten ancak bu şekilde arınarak, geleceklerini de kurtarabileceklerini, zenginleşebileceklerini, bolluk bereket içinde yaşayacaklarını anlatıyormuş. 

Gerard’ın ilk seansları nispeten daha ucuzken, ileri aşamalardaki seansları çok daha pahalıymış. Blokaj oluşturan yüzeysel konuların, ilk seanslarda kolaylıkla çözüldüğünü, sürecin bir noktadan sonra derin kazı ve yoğunlaşma gerektiren sorunlara takılı kaldığını aktarıyormuş. O aşamada, katman katman kök sebeplere yoğunlaşacaklarını anlatıyormuş danışanlarına. Seans haricinde, kendisinin gecelerce tek başına, danışanın katılımı olmaksızın kişiye özel enerji çalışmaları yaptığını, reiki, thetha healing gibi yöntemleri de kullandığını, bu çalışmaları yaparken insan üstü mesai harcadığını ve uykusuz kaldığını belirterek, fiyatların bu kadar yüksek olmasının sebebini açıklıyormuş kendince. Gerard’a para vermek için arabasını satanlar, ay sonunu getiremeyenler, bankadan ihtiyaç kredisi çekenler olmuş. 

Gerard’ın söylediğine göre, geçmişte kendilerinin ve atalarının yaptıklarından bu çalışmalara katılarak arınan insanlar, sonrasında da frekanslarını yükselterek ruhani olarak beşinci boyuta erişiyorlarmış. Böylece para, bolluk, aşk ve sevgiyi yüksek titreşimler yayarak kendilerine çekiyorlarmış. Gerard, danışanlarının frekanslarının yükselip, beşinci boyuta geçmeleri için kendisinin portal olarak vesile olduğunu söyleyip meditasyonlar yaptırıyormuş danışanlarına. Arada da şifalı olduğunu söylediği bir şeyler içiriyormuş onlara seanslarda.

Kasia, anlattıkça anlattı nefesi kesilmişçesine. Sesinde kaygı, öfke, şaşkınlık vardı.  Hiç soru sormadan, bölmeden dinledim onu. Ancak, bir yandan da “Şu ormandaki huzur, toprak kokusu, ayağımı ıslak çimenlere bastığım zaman hissettiğim topraklanma duygusu, yağmurun ardından burnuma gelen petrikor kokusu, az önce kafama ceviz atan sincap, insanın enerjisini Gerard gibi şarlatanların binlercesinin bir araya gelip de başaramayacağı derecede yükseltiyor” diye düşünmeden edemedim.

Kasia, Gerard’dan düzenli olarak seans alanların arasında Annie gibi yüksek eğitimli yüzlerce kişinin olduğunu, bu duruma da çok şaşırdığını söyledi.  Annie ile yıllardır süregelen dostluğunun bile, onu Gerard’a karşı uyarmış olması nedeniyle bozulduğunu, Annie’nin da aylardır Gerard’a yüklü paralar ödeyerek seanslara katıldığını anlattı.

Benim fikrimi sordu bu konuda. Kasia’ya gülümsedim. “Biraz önce yanımızdan geçen kahverengi Friesian atının ayak seslerini duydun mu? İşte benim frekansımı yükselten, o at oldu. Şayet frekansı yükselterek beşinci boyuta çıkılıyorsa ormanın kalbinde o kadar çok portal var ki görebilene, duyabilene boyut kapısı odur. Emin ol, Gerard’dan daha güvenilir ve daha kalbe huzur veren ortamı sunar orman.” dedim. 

O sırada yürüyüşümüzü göletin yanındaki ağaç ev şeklindeki kafede sonlandırdık. Kahve ve çocukluğumdan beri çok sevdiğim buram buram tarçın kokan elmalı tartlarımızı alarak, göl kenarındaki bir masaya oturduk. Göldeki ördekleri izlemeye koyulduk kahvemizi yudumlarken. Kafede arka fonda James Hood’un Animal isimli eseri, kısık bir şekilde çalmaktaydı. O sırada birkaç tane yeşil papağanın gözümüzün önünden uçuşuna şahitlik ettik. “Al sana frekans yükseltici bir şey daha” dedim Kasia’ya.

Kasia, “Gerard konusunda ne düşünüyorsun gerçekten? Neden Annie ondan seans almayı sürdürüyor? Neden Gerard’la ilgili tatlı dille onu uyardığımda, benimle iletişimini kesti üstelik beni çok kıran cümleler sarfederek?” diye sordu. 

Kasia’yı biraz daha dinledikten sonra, şunları söyledim. “İnsan, yetenekleri ve ilgi alanlarını birleştirerek bütünün hayrına faydalı olma amacıyla iş kolunu seçip, hedefine maddi kazançlar yerine toplum için katma değer üretmeyi koyarsa hem mutlu, hem de başarılı olur. Dolaylı olarak para da kazanır, bolluk ve bereketi de günden güne artar. 

Kestirme yollardan zengin olup, hizmet ya da ürün sunduğu toplumun iyi olma halini gözetmeden, yaptığı işi kalitesiz ve etik olmayan şekillerde sunarak bolluk bereket içinde olmak isteyen insan, banka hesabı kabarık da olsa, statü sahibi de olsa, gerçek anlamda huzur ve neşeli olamaz. Her birimiz, kollektif bilincin bir parçasıyız. Bütün için neyi isteyip, topluma neyi sunduğumuz sadece bütüne verdiğimiz değil, aynı zaman da kendimize de verdiğimizdir. Kollektif için bolluk, bereket, sağlık, neşeyi içtenlikle isteyip, buna katkıda bulunmayı görev edinen, kendisi de bunu çeker hayatına. Kazana ne koyarsan, kepçene o gelir nihayetinde. Ben, kötülük ve üç kâğıt peşinde koşup, adam kullananın, gönül kıranın, haset olanların, kendi çıkarları uğruna adaletten sapanların gözlerinde ışıltı, yüzlerinde huzur görmedim hiç bugüne kadar. Tanıdığın bu şekilde yaşayan insanlar varsa, bir bak gerçekten gören gözlerle yüzlerine, bu dediğimi fark edeceksin bence. Türkçe’de “Yüzünde nur kalmamış.” derler. İşte o nurun kaynağı, insanın bu hayattaki eylemleri, niyetleri, kalbinde başkaları için taşıdıklarıdır. Kalp bir küfedir, içindekini yüzüne, aurana, hayatına sızdıran.

Etik olmayan şekillerde zenginleşip, kalp kırıp, başkalarına hasetle, kötü niyetle yaklaşıp, her fırsatta kendi çıkarlarını önceliklendirenler, meditasyonla, şifa kampları ile karma temizliği yapmaya çalışarak yine bir nevi kısa yoldan köşeyi dönme tilkiliği peşindeler bence. Hakiki arınma, önce pişmanlıkla, mahcubiyet ve telafi etme isteği ile olmaz mı? İçten bir telafi, maddi ve manevi kaynak ayırmayı, emek vermeyi, gerçek çaba ve adanmışlığı gerektirmez mi? Eğer zarara uğratılan, gönlü kırılan, hak ettiği şekilde muamele görmeyen o kişi, hayatta değilse, yani onunla yüzleşmek ve adil bir şekilde ona hakkını teslim etmek mümkün değilse, yaşananlardan ders çıkarıp, bir daha kimseye böyle davranmayarak olur gerçek arınma.  

Bir de atalardan gelen karma mevzusu var. O da öyle meditasyonla, ritüelle, reiki enerjisi ya da theta healing çalışmaları ile olmaz. Atalarımızın hatalarından dersler alarak, boynuz kulağı geçer misali onların bu hayatta yapmış oldukları güzel şeylerin daha da iyisini yaparak, onların yapmış olduğu hataları tekrarlamayarak, kendi davranışlarımızın sorumluluğunu alarak, emek vererek, paylaşarak, olaylara yıkıcı bir şekilde yaklaşmak yerine, yapıcı bir şekilde yaklaşarak, iyiliği, güzelliği yayma çabası ve niyeti ile olmaz mı?  Ata karması, ancak kendi eylemlerimizle iyileştirilir. İyi niyetli, sevgi kökenli eylemlerle temizlenir, eğer öyle bir temizlik gerçekten mümkünse.”

O sırada Kasia eli ile garsona işaret etti. Bana dönerek “Sen seversin, taze nane yapraklı çay içelim mi? Hava serinledi. Sen de tatlı tatlı anlatıyorsun, biraz daha oturalım mı?“ dedi. “Kasia’nın çay siparişi ile konuşmamı bölmesi, ikimizin de konudan uzaklaşıp, es vermesi, nefes alması için iyi oldu.” diye düşündüm o an. 

Kasia, chili soslu peynirli sufle de sipariş etti bizim için. Hollanda peyniri, en sevdiklerim arasında olunca, peynirli sufle de doğal olarak favorilerimden. Kocaman gülümsedim istemsizce. “İnsanın onu tanıyan, neyi sevip sevmediğini bilen, bakışından o anda, ona neyin iyi geleceğini bilen, hayatına, yolculuğuna, varlığına şahitlik eden yakın bir dostunun olması ne güzel!” diye düşündüm. Böyle bir dostu, yüzeysel, içi boş sohbetlerin yapıldığı yüzlerce arkadaşlığa değiştirmem ben. Derinlik ararım iletişimlerde. Bunun da ancak kısıtlı sayıda insanla yakalanabileceğini bilirim. Zaten, herkes de derinlik, yoğunluk, bağ kurmayı aramıyor ki ilişkilerinde. Kimi yüzeyselliği, kalabalığı, bağ kurmamayı tercih ediyor. Belki bizler de balıklar gibiyiz. Kimimiz dip balıkları gibi iken, kimimizse yüzey balıkları gibiyiz, duyguları işleme, düzenleme, anlama ve derinleşme potansiyeli ve eğilimi olarak. Ben bunları düşünürken, siparişlerimiz geldi masaya.

Çayımdan bir yudum aldığım sırada, Kasia, “Az önceki kahven buz gibi oldu konuşmaktan Soğuk soğuk içtin onu, çayını soğutmana sebep olmayacağım. Ama tek bir sorum var. İnsanın eylemlerinden ve sonuçlarından bahsettin. O aşikâr olan, onu anladım, ancak niyete de çok vurgu yaptın. Niyetini eyleme dönüştürmediyse sence o da etki eder mi ki eylemleri gibi?”

Cevap verdim Kasia’ya. “Çayım soğusa da önemli değil. Annie en yakın arkadaşın ve ona olan kırgınlığın nedeniyle, ayazda kalmış gibi üşümüş kalbin. O nedenle anlıyorum seni. Evet, niyet iyi ise ama o an imkanlar tam olarak niyetini gerçekleştirmesine olanak vermese de tüm adımlarını niyetiyle tutarlı şekilde attıysa, odağı tutarlı ve içten bir şekilde çabalamakta, çözüm yolları aramakta olduysa, niyeti de eylemine tabidir. Ya da niyeti kötü olduğu halde utandığı, korktuğu, toplumdan dışlanmaktan çekindiği, imkanları el vermediği için kötülük yapmadıysa, kalbindeki o kötü niyeti de eyleme tabi.  Çünkü koşullar uygun olsa, yapma arzusu varmış o kötülükleri. Özetle niyetin, eylemindir bence.”

Biraz ara verdik bu konuya. Peynirli suflelerimizi yiyip, nane yapraklı, ballı çaylarımızı içtik, yağmurun sesine kulak vererek. O sırada, Kasia beş yaşındaki yeğenine hediye ettiği kırmızı yağmurluğun fotoğraflarını gösterdi bana. Kasia’nın buluştuğumuz zamanki kasvetli, üzgün yüz ifadesinin silinmiş olduğunu fark ettim. Konuşmamız ve orman havası ona iyi gelmişti. Kırmızı yağmurluğu göstererek, içimdeki kırmızı aşkını ateşlemiş olacak ki bir butikte gördüğüm kırmızı elbise geldi aklıma, onu anlattım hemen Kasia’ya. Kafe çıkışında, o kırmızı elbiseyi gidip satın almaya karar verdik heyecanla. 

Tam kalkacakken, Kasia’nın aklına yine Annie geldi. “Bak dedi, Gerard’a kaptırdığı paralarla ne elbiseler alırdı O. Senin bahsettiğin butiği bile satın alabilirdi paralarla.” Kasia’ya son olarak şunları söyledim cevaben “Annie kısa yoldan emek vermeden, ruhani ve dolaylı olarak da dünyevi olarak yükselişe geçmek için portal arıyormuş. Oysa, gözüne baktığın her canlı portaldır. Hasta bir kediye yardım ederek, kalp arınır. Dünya güzelleşir. İşini hakkını vererek yaparak, topluma faydalı olarak bolluk bereket artar. Kırdığın kalbi onararak, karma temizlenir. Hatta kalp kırmayarak, haksızlık etmeyerek, kimsenin hüznü, pişmanlığı, göz yaşı olmayarak, kimseyi değersizleştirmeyerek, insanlara biricik ve özel olduklarını hissettirerek, özenli ve sorumlu davranarak karma yaratmaktan sakınılır. Maddi ve manevi kaynaklarını, imkânları dahilinde az ya da çok demeden paylaşarak, nefsinden arınır insan. Kendisi için istediğini başkası için de istediği ve kendisine yapılmasını istemediğini başkasına yapmadığı zaman enerjisi, huzuru artar insanın. Örneğin, bir deniz kaplumbağası ile denizde yüzerken göz göze geldiğimiz an, ona kalbimizden yansıyan sevgi ve niyettir portalımız. Dolayısıyla, Gerard’a yüksek hizmet bedelleri ödeyerek, Annie hızlı ve kolay fakat bir işe de yaramayacak bir yol seçmiş kendisine. Annie, ilk etapta kendisini kandırıyor. Emeksiz, gerçek yüzleşmeler yaşanmadan, bedeller ödemeden neşe, huzur, bolluk ve berekete sahip olmak peşinde. Serbest piyasa, ne tip bir talep varsa, ona uygun arzı yaratır ivedilikle. Annie gibiler kısa yoldan, düşük emekli ve hızlı çözümler aradıkları için, serbest piyasada da onlara arz sunacak çeşitli yaştan, milletten, kültür seviyesinden, eğitim seviyesinden şarlatanlar çıkacaktır.

İnsan, kalbinin, aklının, emeğinin ekmeğini yer. Az önce dediğim gibi kazana ne koyarsa, kepçesine o gelir. Annie’ye de olan bu bence... Sana tepki verme sebebi ise, söylediklerinin, onun gerçek ve belki de zorlayıcı oranda emeği ve çabayı göstermeden her anlamda yükselme arzusunu desteklememiş olması. Seni duymak, belki de işine gelmedi. Ya da, bir boşluğa düştü, sağlıklı kararlar alamayacağı ölçüde çaresiz hissetti. Denize düşen, yılana sarılır misali Gerard’dan medet umdu. Sen yanında olup, onu uyarmışsın. Bundan sonrası onun özgür iradesi. Senden yardım almaya istekli olmadıkça Annie, sen ona zorla yardım edemezsin ki. Muhtemelen, Gerard Annie’nin duymaya hazır ve istekli olduklarını söylüyordur seanslarda. 

Herkes birbirinin portalı. Annie, senin kalbini kırmak yerine, kibarca teşekkür edip, yine de kendi istediğini yaparak da sınır koyabilirdi sana. Ama bana aktardığına göre, senin kalbini kırmayı seçmiş bir şekilde. Her deneyim, her temasta olduğumuz can bizler için portal. Ya iletişimlerimizde, bir üst versiyonumuza geçeriz eylemlerimiz ile, niyetimiz ile. Ya da zarar verir, bulduğumuzdan daha kötü bir hale getirip karşımızdakini, kendi ışığımızı da kısarız. Seçim, özgür irademize kalmış. Şimdi gidip şu kırmızı elbiseye bakalım. O kırmızı elbiseyi giydiğim anlarda da, karşıma çıkacak canlarla muhabbetim sevgiyle, dostlukla, iyilikle olur umarım, karşılaştığım gönül portallarından en şık ve güzel halimle geçerim bak o elbise ile.”

Kasia “Konuyu elbiseye bağladın yine, işte bu da tam sen” diyerek güldü. Tabi öyle olacaktı, kırmızı elbise mühim konu. Karşımıza çıkan portallardan aşkla, sevgiyle, iyi niyetle geçebilmek dileğiyle…

Yazar Güz / Edebiyat Gazetesi / Ekim 2025 / Sayı 33

Hiç yorum yok

Yorum Gönder

1932-2025 © Edebiyat Gazetesi
ISSN 2980-0447