- Ding dong.
Eski apartman kapısı hafif gıcırtıyla gülümser sesli, minyon tipli hanımı tarafından açıldı:
- Hoşgeldin!
Anahtarı vardı ama şunca yorucu saatten sonra kapının kendisine açılması hoşuna gidiyordu. Yüzündeki sırıtışla birlikte coşkuyla çıkan “Hoşbulduk”u, kadının yüzünü görünce yarıda kesildi:
- Kız hele ne yaptın yüzüne böyle?
Domates gibi büyümüş ve kızarmış dudaklarıyla kadın bir poz kesip yanıtladı:
- Ne o beğenmedin mi?
Bir tuhafına gitmişti ama, şimdi ne dese hemen alınırdı. Ayakkabılarını çıkarıp tam da ayaklarını bastığı yere yerleştirilmiş terliklerini giyerken söylendi:
- İyi olmuş gülüm, iyi olmuş.
Bir buse almak için kadının dudaklarına uzandı. Kadının dudakları sahiden de domates gibiydi, bir diş atası geldi. Nedense domates suyu gibi bir su tadı da geldi. Bir de yoğun bir soğan kokusu… Bu işte bir tuhaflık var diye düşünüp geri çekildiğinde karşılaştığı manzara ile şok oldu. Kadının dişleri gitmiş yerine küp doğranmış soğan taneleri yerleşmiş, domatesten dudağı da ısırmanın şiddetinden yarılmış, suyu akmıştı. “Ne oluyor be?!” diye haykırırken uyandı. Etrafına bakındı. Daha gün aymamıştı bile. Saate bakmak için elini komidinin üzerine uzatıp cep telefonunu aradı. Bulamadı. Doğruldu. Telefonunu yatağın yanında yerde buldu. Yine elinde telefon ve gövdesinde bornozla uyuya kalmıştı. Saat henüz gece yarısıydı. İstifini bozmadan örtüyü üzerine çekip uyumaya devam etti.
Ertesi gün tam vaktinde tezgahın arkasındaki yerini aldı. Kısa sürede hem hamaratlığı hem de elinin lezzetiyle dönercide usta olmuştu. Eee… ne de olsa sülalesi bu konuda oldukça yetenekliydi. Maaşı da artmıştı, çok şükür iyi de geçiniyordu da, şu günde beş yüz kere on beş çeşit kombinasyonlu döner siparişlerini duymak yok muydu? Birisi gelir domates istemem, birisi gider soğan istemem.
- Şunlar ne sosu?
- Cacıklı, kokteyl, acılı sos.
- Aman acı koyma abi!,
- Benimkisi çok acı olsun usta! Memleketime olan hasretim gibi...
Ah… Bir de hesap vakti geldi mi...
- 9.50 Euro, bitte. Wie werden Sie bezahlen? Nasıl ödeyeceksiniz? Nakit ya da Kart?
- Karte, bitte.
- Leider kann das nicht passieren. Maalesef, mümkün değil.
- Warum? Neden?
Sözde bu Almanlar hani okur yazardı? Koskoca yazıyı da görmüyorlar mıydı yani? Gösterir, 10 Eurodan aşağı kartla ödeme alınmaz yazısını. Kızarmış tombul yanaklı müşteri kaşlarını çatarak sorgular:
- O zaman neden nakit mi kart ile mi ödeyeceksin diye soruyorsunuz?
Çaktırmamaya özen göstererek bıyıklarını ısırır. “Ya sabır ya selamet” çekip kafasını kaldırarak yarım tebessümle, kibar olmaya özen göstererek yanıt verir:
- Ah, Entschuldigung. Kusura bakma. Bugün iş biraz yoğun da.
Para üstünü vermek için kasaya başını eğmenin verdiği fırsatla söylenir.
- Bir bilsen bir günde bu lafı kaç kere söylüyorum, müşterim velinimetim!
Gülümseyerek parayı uzatırken gözü saate ilişti. Şunun şurasında son beş dakika daha sabretmeliydi. Noel zamanı olduğundan hanelerin ve işletmelerin camları ledli yıldızlar, köpükle yapılmış bezemeler ve büyükçe yazılmış yeni senenin sayısı ile süslenmişlerdi. Onlar da içinde bulundukları kültüre entegre olduklarını göstererek dönercinin boydan boya camına, hilal ve yıldızlı yanıp sönen led ışıklardan asmışlardı. Bir yandan büyük camın süslemelerden imkan verdiği noktalarından sokaktan gelen geçenleri izliyor bir yandan da saate kaçamak bakışlar atıp duruyordu. Beş dakika henüz bitmemişti ki diğer usta kapıdan içeri giriş yaptı. Selamlaştılar. Diğeri üstünü değiştirene dek mesaisi nihayet bitmişti. Tezgaha varır varmaz, o da üniformasını kendi kıyafetleriyle değiştirmek üzere personel için yapılmış ufak kabine geçti. Bir çırpıda hazırlandı, eyvallahını verdikten sonra tramvaya yetişmek için hızlı adımlarla çıktı. Dönercinin ocaklı sıcak ikliminden, dışarının kaşmir monttan ta kaburgalarına dek işleyen kar soğuğuna çıkmak ürpertince ellerini ovuşturup ceplerine tıkıştırdı. Şanslıydı ki tramvay tam vaktinde geldi. Oturdukları apartmana vardığında, elli beş basamağı üçer ikişer çıkıp daire kapılarına vardı. Dün akşam yorgunluktan uyuklayıp ilgilenemediği ailesiyle vakit geçirmek için sabırsızlıkla kapının açılmasını bekledi. Kapı gülümser sesli, minyon tipli hanımı tarafından açıldı:
- Hoşgeldin! Yüzündeki sırıtışla birlikte coşkuyla çıkan “Hoşbulduk”u kadının yüzünü görünce yarıda kesildi.
- Kız hele ne yaptın yüzüne böyle? Dolguyla şişirilmiş ve kızarmış dudaklarıyla kadın bir poz kesip yanıtladı:
- Ne o beğenmedin mi?
Yoğunluktan aklı bir gitmiş gibiydi ama bu diyaloğu ben bir kere daha yaşadım, diye düşünüp kadının yüzüne bir kez daha baktı. Bir tuhafına gitmişti ama şimdi ne dese kadını alındırmanın anlamı yoktu. Ayakkabılarını çıkarıp tam da ayaklarını bastığı yere yerleştirilmiş terliklerini giyerken söylendi:
- İyi olmuş gülüm, iyi olmuş. Bir buse almak için dudaklarına uzandığında sahneyi nerede yaşadığı aklına geldi, fakat kadın yüzünü buruşturarak adamı geri ittirdi:
- Amaaan İsmet yine döner kokuyorsun! İsmet bozuntuya vermedi, çünkü yaşananın rüya olmadığını anlamasını sağladı. Olayın komikliğine kıkırdarken söylendi:
- Allah’tan sen soğan kokmuyorsun!
Lütfiye Hacı Hüseyin / Edebiyat Gazetesi / Aralık 2025 / Sayı 35

Türkiye’nin aylık tek Edebiyat Gazetesi, öykü, deneme, yazı, şiir ve söyleşilere yer vermektedir.
Hiç yorum yok
Yorum Gönder