Cheon Myeong-Kwan'dan Trajik Bir Azizenin Hayatta Kalma Hikayesi

2023 Uluslararası Booker Ödülü’nün kısa listesine girmeyi alnının akıyla başarmış olan Cheon Myeong-Kwan’ın Lotus Kitap tarafından 2. Baskısı yapılan ‘Balina’ adlı bu romanı Tayfun Kartav’ın Korece’den çevirisiyle Türkçeye kazandırıldı. Aynı zamanda yazarın Türkçeye kazandırılmış ilk romanı olan ‘Balina’ oldukça hacimli, her yönüyle dopdolu, akıcı ve kesinlikle tatmin edici bir kitap.

Cheon Myeong-Kwan, Lotus Yayıncılık

Romandaki büyülü gerçekçilik en basit sahnelerde bile gizli manaların olduğu hissini veren eğlenceli kurguyla bezenmiştir. Kore’nin modern toplum öncesinden post modern topluma hızlı geçişinde yaşadığı inanılmaz değişimlere yeni bir ışık tutan destansı boyutlarda bir macera ve hicivdir bizi bekleyen. Ataerkil Kore toplumunda kadın olarak bir kahramanın başından geçen özgün peri masalı kıvamında sürükleyici bir hikâyenin izini sürüyoruz sayfalar arasında. 

…Savaşın bitmeye yüz tuttuğu yıl kışın, dilenci bir kadın tarafından at ahırında dünyaya getirildi. Doğduğu gün yedi kilo olan vücudu, daha on dört yaşına basmadan yüz kiloyu geçti. Dilsizdi, kendine özgü dünyasında bir başına, kimsesiz büyüyerek üvey babası Mun'dan tuğla pişirmenin bütün inceliklerini öğrendi…

İlk başlarda Kore’nin ücra bir yerinde geçen hikâye, birbirine bağlı üç karakterin ayak izlerini takip ederek ilerliyor. Tuğlaların nasıl pişirildiği, şamanların kut denilen ayinleri nasıl gerçekleştirdikleri, erkek egemen toplumda tek başına ayakta durmaya çalışan bir kadının hem manevi hem fiziksel dönüşümü ya da çöküşü, Chunhee adlı Kızıl Tuğlaların Kraliçesi hakkında merak uyandıran bir kurguyla her şeyi bütün çıplaklığıyla anlatmaya çabalayan, okuyucuyla diyalog kurmayı deneyen bir hikâye anlatıcısının muazzam çalışması söz konusudur. Yazar bu kitapta okuyucusunu sıkmamak için onunla belirli aralıklarla konuşmayı da denemektedir. Kitabı okurken dikkat edin, anlatıcı hiç beklemediğiniz bir şeyden bahsedebilir yahut size sorular da sorabilir…

Okyanusta tesadüfen gördüğü bir balinanın ihtişamından etkilenerek peşinden koşup akıl almaz ve esrarengiz olaylar girdabının içinde bulur kendini Geumbok. En yakın ve tek arkadaşı olan bir fille müstesna bir iletişim kuran dilsiz kızı Chunhee, bal arılarını ıslığıyla kontrol eden sokur gözlü bir kadın… Ve daha nice esrarengiz, baş döndürücü kahramanlar… Kore’nin gelmiş geçmiş en iyi hikâye anlatıcılarından biri olarak kabul edilen Cheon Myeong-Kwan’ın sürprizler ve yer yer kara mizahla dolu sürükleyici bir kurgusuyla karşı karşıyayız.

‘Balina’ Kore tarihiyle birlikte akıp giden soluksuz bir maceradır esasında. Yaşama, ölüme, özgürlüğe, şiire, gazele, özleme, kişinin kendini gerçekleştirmesine, şiddete, aşka, savaşa, mücadeleye, ihtirasa, fanteziye, geleneğe, kültüre, bireyin kendisi olabilmesine; Kore’nin Şamanizm gibi mistik kültürel kalıntılarına, tuğlalara, şamanlara ve daha nice nice unsurlara dair büyülü ve grotesk bir destandır ‘Balina’.

Şiddet, tutku, yetişkin romanlarından çıkma sahneler, grotesk bedenler bu kitabı hem yer yer esprili hem de ciddi manada insancıl kılıyor. Kitaptaki birçok karakter rüyalarınıza bile girebilecek türden akıl almaz özelliklere sahiptir. Ana karakter Geumbok asla önlenemez bir girişimci, kendine odaklı bir bireyci ve çelişkilerle dolu bir insanken aynı zamanda kurnaz, saf; sevgi ve şiddet dolu karmakarışık bir yapıya sahiptir. Ne var ki hikâye Geumbok’tan ziyade gerçekten trajik bir azize olan ve hayatta kalmayı başaran Chunhee’nin hikâyesidir.     

Düşmanca bir dünyada kendince yolunu bulmaya çalışan bir kadının ve onun gölgesinde okunan daha nice Koreli kadının hikâyesidir aslında anlatılanlar. Hem sihir hem mizah dolu bir hikâye ve aynı zamanda bütün zıtlıkları kendinde toplamış karakterlerin yaşam mücadelesini anlatmaktadır. Ataerkil toplum, kitabın başında bir dişi olarak sunulan kadın karakteri en nihayetinde fiziksel bir erkek olmaya bile zorlamıştır. Ne var ki bu bedensel dönüşüm inanılmaz bir kurguyla ve muhteşem bir mizah anlayışıyla ortaya serildiğinden akılda kalıcı, vurucu bir okuma şöleni sunmaktadır.

Bu kitabın en bariz özelliklerinden birisi de okuyucu üzerinde bıraktığı etkidir. Unutulmaz anlar, unutulmaz sahneler film izler gibi akıp geçmektedir. Hiç şüphesiz ihmal edilen, ötekileştirilen, yalnız ve konuşamayan Chunhee’nin trajedisi bu dokunaklı hikâyelerden sadece biridir… Hatta bir fil bile var ki bu filin hikâyede gerçekten olup olmadığı ya da sadece Chunhee’nin hayalinde canlandırdığı bir karakter olup olmadığı bile yaratıcı bir kurgunun alametlerindendir. Chunhee’nin fil ile arasında geçen konuşmalar, duygu yoğunluklu atmosferin okuyucuya verdiği etki inanılmaz ölçüdedir. Yer yer ağlayacak, yer yer kahkaha atacak yer yer de derin düşüncelere dalacaksınız. Bu kitabın etkisinden kurtulmanız kolay olmayacaktır.

Kore'nin önemli edebiyat ödüllerinden 10. Munhakdongne roman ödülünün sahibi ve hikâye anlatıcılığıyla nam salmış Cheon Myeong-Kwan'ın bu özgün romanında akıcı bir hikâyenin izini süreriz. Mistik mekânlarda geçen olaylar, köyde yetişen Geumbok'un kasabada girişimci olmasına dek uzanan inişli çıkışlı hayatı, onun ilginç kızı Chunhee'nin hayatta kalma mücadelesi ve ana ile kızının etrafında beliren enteresan karakterlerle birlikte hikâye, nefes kesici bir anlatımla ilerlemektedir…

Cheon Myeong-Kwan'ın insan arzularını fırtına gibi şiddetli ve yıkıcı bir biçimde betimlediği bu romanındaki olaylar silsilesi, karakterlerin iç dünyası ve mekân tasvirleriyle birlikte âdeta film izler gibi hızlı bir şekilde akıp gitmektedir. Şiddet, ölüm, duygusal patlamalar, efsaneler, yetişkin çizgi romanlarından sahneler ve bütün bunların esprili bir dille anlatıldığı titiz bir çalışmadır okuduğumuz.

Kızıl tuğlaların kraliçesi namıyla bilinen, insanüstü keskin sezgilere sahip ve filden başka bir arkadaşı olmayan Chunhee'nin ya da namı diğer Kızıl Tuğlaların Kraliçesinin nefes kesici yaşamı hem gerçekçi hem de yarı fantastik öğelerle iç içe geçmiş gizemli bir atmosferde anlatılmaktadır.

Balina adlı bu romanıyla Kore edebiyatında gelmiş geçmiş en iyi hikâye anlatıcılarından biri olarak nam salan, 2023 Uluslararası Booker Ödülü’nün kısa listesine girmeyi de hakkıyla başaran usta anlatıcı Cheon Myeong-Kwan'ın bu muazzam eserini mutlaka okumanızı şiddetle tavsiye ediyoruz.

Harari Soruyor ve Sorguluyor

Bu sefer de Kolektif Kitap Yayınları’ndan Yuval Noah HARARİ imzalı 3 bölümden oluşan bir kitap serisinden bahsetmekten istiyorum. “Hayvanlardan Tanrılara: Sapiens - İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi” adlı 1’inci çalışmayı ele aldıktan sonra, “Homo Deus - Yarının Kısa bir Tarihi” ve “21. Yüzyıl için 21 Ders” kitaplarıyla devam edeceğiz. 

Deniz'in Gözüyle Kitap Dünyası, Deniz Boyraci, Alaska Yayınevi

İnsanlığın hem geçmiş hem de olası gelecek serüvenlerini akıcı üslubu ile bilimsel veriler ışığında anlatan tarihçi yazar, çok okunan ve tartışılan eserlerinde yer yer çarpıcı örnekler ve sert eleştirileri ile de dikkat çekiyor. Kendimizi, yani insanlık ailesini okurken bazen yerecek bazen övecek, bazen de endişe ya da merak duyacaksınız. İşte bu yüzden 411 sayfa ile başlayan bu kitap serisi sonuna kadar heyecan verici kalmayı başaracak niteliklere sahip. 

SAPİENS 

Dünyada çok satanlar listesindeki 30'dan fazla dile çevrilmiş ilk kitabımız‚ Sapiens’de İsrailli tarihçi ve yazar Yuval Noah Harari’nin başarısındaki sırrı açıklayacak önemli noktalar öne çıkıyor. Eserde kendisinin de dile getirdiği gibi daha önce yazılmamış hiçbir şey söylenmiyor. Ancak tarih çizgisini ve gelişimini bilim ile beraber o kadar açık ve anlaşılır veriyor ki kitabı kapattığınızda tarih elle tutulur gözle görünür bir hal alıyor. 

Kabul görmüş doktrinlere etkili bir dille muhalefet eden yazar, bazen mizahî ama her zaman yalın bir dille, kaotik ayrıntıların içinde boğulmuş insanlık tarihinin damıtılmış bir özetini veriyor. Fakat bu ekspozede sadece biyolojik gelişmeler değil, bu ilerlemelerin toplumsal dinamiklere yansıması da okuyucuya eş zamanlı olarak aktarılıyor. Eser teorik okumaları ve hipotez içinde hipotez yöntemi ile sürecin biyolojik ve tarihi bağlantısını kurarak bizlere sunuyor.  

Harari tüm bunları güzel bir karışım içinde işlerken, Neandertaller ve Homo Sapiens’den kadına, insan davranışlarından bilimsel gelişmelere kadar geniş bir yelpazeye kurulan konulara değinerek bizi tarihin içinden yürütüp bilgiyi günümüze taşıyor.

Bilişsel devrimin başlangıcına giden yazar ondan önce yaşayan farklı insan türünün neden artık yaşamadığını soruyor. Bu açıdan ele aldığı Neandertaler‘in aslında fiziksel olarak Homo Sapiens’den daha güçlü ve daha iri olduğunu ama Homo Sapiens’in grup kurma ve yönetme, işbirliği yapabilme becerisinden kaynaklı yaşamaya devam edebildiğini yazıyor. Son dönemlerde insan genomunda Neandertal’e ait izlerin bulunması aslında modern insan atalarıyla çiftleştiklerini dahi göstermekte. 

Esere kaynak olan araştırma, Rus bilim insanı Piotr Alekseyeviç Kropotkin’in insan ve hayvan toplumları üzerindeki evrim incelemesinde ortaya çıkardığı sonuçlara dayanıyor. Kropotkin, Evrim Teorisinin en önemli yasası doğal seçilimde (seleksiyon) geçerli olan “Güçlü olan hayatta kalır.” ilkesinin yanında grup olabilenlerin “Karşılıklı Yardımlaşma” faktörünü ekleyerek bilimde bir çığır açar. Harari, eserinde bu bütünlüklü evrimsel gelişme çizgisini de çok iyi işliyor hatta eserinin ana teması budur da denilebilir. Bu örnekte olduğu gibi Harari‘nin başarısı kendisinin yeni buluşlara imza atması değil, var olan buluşları sade ve anlaşılır bir şekilde dile getirme sanatıdır. 

Harari komplike bilgi/tarih bağlantılarını kavramaya kolay hale getirerek anlaşılır bir ifadeye kavuşturuyor. Burada meydana gelen sonuç, basit bir bir anlatıma indirgeme gibi algılanmasın. Esas iş ve başarı budur, yani anlaşılır kılmaktır. Çünkü çok kompleks ve geniş konularda basiti yakalamak için kompleks olanı çok iyi bilmek gerekir. Ve Harari'de bu hâkimiyeti görüyoruz. Diyebiliriz ki Harari elimize bir anahtar veriyor ve bu şekilde tarihin ve bilimin derinliğine girmenin yolunu açıyor. Herkesin bildiği konuları dilinin anlaşılırlığı ve akıcılığı sayesinde Harari’den okuma arzusunu doğuruyor. Mesela para mevzusunu ele alırken işlevsel yanından bahsediyor. Tüm olgulara tarafsız bakmaya çalışıyor. Kendi duygularını parantezler içinde vererek nötr kalmaya çalışıyor. 

Bilindiği üzere insanlık tarihini içine alan binlerce kitap var. Fakat bunların birçoğu teknik ayrıntıya boğulmuştur. Harari ise bu kitapta insanlık tarihine kısa bir bakış deyip, tarihci de olmanın avantajıyla birlikte sosyolojik, psikolojik, antropolojik ve biyolojik olarak ele aldığı konuları bizlere soru ve cevaplarıyla sunuyor. 

Hararari soruyor 

Neandertaler‘e ne oldu? 

Buğday Homo Sapiens’i nasıl evcilleştirdi? 

Neden ataerkil bir toplum düzeni gelişti? 

Para ve din hayatımızda neden çok önemli bir yere sahip? 

Homo Sapiens’in sonu ne olacak? 

Daha pek çok mevzuyu irdeleyen Harari insanlık tarihinin tartışmalı süjelerinden Bilişsel Devrim, Tarım Devrimi ve Bilimsel Devrim üzerine çeşitli konuları dört ana bölümde sunmakta: 

1. Bilişsel Devrim 

Bu bölümde Homo Sapiens’in dünya üzerinde yayılması, geçirilen evrimleşme süreçleri, dedikodu ve efsanelerin Homo Sapiens’in yaşamına kattıkları araştırılıyor. Yazar Bilişsel Devrim’in 14 yaklaşık 70 bin yıl önce ortaya çıkan yeni düşünce ve iletişim biçimleri anlamına geldiğini ve bu devrimle Homo Sapiens’in bilgi aktarma, sosyal ilişkiler kurma ve işbirliği yapma gibi beceriler kazandığını ifade etmektedir. Bu becerilerin kazanılmasında en büyük araç olan dilin yayılması üzerine teoriler sunulmaktadır. 

2. Tarım Devrimi 

Harari Tarım Devrimi bölümünde avcı-toplayıcının gündelik hayatındaki değişimler, toplumsal kurumların oluşumu, değişen yaşam tarzında hayvanların yeri ve erkeğin ön plana çıkışı üzerinde durarak Homo Sapiens’in gelişimini aktarmaya devam etmektedir. Bilişsel Devrim’in başlamasından yaklaşık 60 bin yıl sonra ilk tarımsal faaliyetlerin başladığını belirten yazar, bu geçişin insan zekâsıyla gerçekleşen bir ilerleme hikâyesi olmadığını ileri sürmektedir; zira insanların zamanla daha zeki olduklarına dair hiçbir kanıt yoktur. Ayrıca yazar, hayvanları bu devrimin kurbanları olarak görmektedir. 

Erkek egemenliği konusunda ise farklı teorilerle erkeğin zaman içerisinde nasıl öne çıktığı açıklanmakta. İnsanoğlunun Birleşmesi‘ başlığı altında tarihçi, ticareti başlatan ve artık imparatorluklar kuran Homo Sapiens’in para ve din ile imtihanı, toplum içerisinde birey kavramının ön plana çıkması gibi noktalar üzerinden değişen düzen hakkında bilgiler veriyor ve bundan sonra paranın, imparatorlukların ve evrensel dinlerin modern dünyanın temellerinin tesis edilmesindeki rolü üzerinde duruyor. Bu aşamada yazar üç evrensel düzenden bahsetmektedir; parasal düzen, imparatorluk düzeni ve üçüncü olarak da Budizm, Hıristiyanlık ve İslam gibi dinlerin evrensel düzeni. 

3. Bilimsel Devrim 

Bu bölümde Homo Sapiens’in son beş yüzyıldaki olağanüstü yükselişi, bilimle emperyalizm arasındaki ilişki ve bilimle teknolojinin bir araya gelmesi ile birlikte ortaya çıkan gücün Homo 15 Sapiensi ne şekilde etkilediği gibi konular üzerinde durulmaktadır. Yazara göre Bilimsel Devrim’i başlatan en mühim etken insanların en önemli sorularının cevaplarını bilmediklerini keşfetmeleridir. Emperyalizmin beraberinde getirdiği yayılma ve fetih fikirleri ile bilimsel ilerleme arasında güçlü bir bağ olduğunu ifade eden yazar, Hindistan'ın keşfi ve çivi yazısının deşifrasyonu gibi tarihten örneklerle bu düşünceyi destekler. Son olarak Homo Sapiens’in Bilimsel Devrim ile elde ettiği güç karşısındaki tutumunu ele alan Harari, bu devrimle gelen zenginliğin insanların mutluluğu üzerinde ne ölçüde payı olduğunu sorgulamaktadır. Mutlu değilsek tarımı, şehirleri, yazıyı, parayı, imparatorlukları, bilimi ve sanayiyi geliştirmenin anlamı nedir? Harari, Homo Sapiens’in gittiği her yerde diğer türleri yok eden, ekolojik bir seri katile nasıl dönüştüğü, kendi işiyle meşgul önemsiz bir hayvanken zaman içinde yaşadığı devrimler sonucu elde ettiği güçle nasıl tanrısallaştığı gibi sorulara verdiği düşündürücü yanıtlarla okuyucuyu sorgulatmakta ve başka muazzam sorularla karşı karşıya bırakmaktadır: Keşifler yapılmalı mı? Biyoteknoloji ve nanoteknoloji gibi alanlardaki yeni keşifler yepyeni sektörler ortaya çıkarabilir mi? Kapitalizm neden önemlidir? Tarım devrimi gibi modern ekonominin büyümesi de dev bir aldatmaca olabilir mi? Hızlı gelişim tehlikeli mi? Ölümcül savaşlardan çevre felaketlerine pek çok tarihsel kötülük, bu çok hızlı gerçekleşen sıçramadan mı kaynaklanıyor? Kapitalizm kapitalistler dışında kimsenin yönetemeyeceği bir dünya mi yaratmış? Sonuç olarak: İnsanlık tarihinin ücra köşelerinden imparatorluklara, sömürge devletlere ve modern dünyaya kadar uzanan değerlendirmeleri ile yeni bir tarz yaratan Harari, gelenekleri alt üst 16 ederek bugün iç içe geçmiş birçok olguyu birbirinden soyutluyor ve âdeta bir kuş bakışı sağlayarak bugünü esnetmeye başlıyor. Harari günümüz dünyasını analiz eden uyarıcı kitabıyla insan geleceği olasılığını da korumak adına bir çağrıda bulunuyor. Homo Sapiens‘de Harari, eski teist dinlerin yerini alan hümanizmin yükselişini anlatırken gelecekte onun yerini alacak yeni teknolojik ideolojiler (posthümanizm ya da dataizm) ile hümanizmin çöküşünü de öngörüyor. Harari zaman zaman popülist yaklaşımları ve hümanizm ile ilgili benzetmeleriyle eleştiri odağı olmuşsa da kitapta insan olmanın temel özelliklerine, hak, adalet ve özgürlük temalarına da değiniliyor. 

Yazar artık önemsiz gördüğü birçok malzemeyi bir kenara iterken, insan türünün yol haritasında esas can alıcı soruyu da sormadan geçmiyor ama cevabı ikinci bölüme, “Homo Deus” kitabına bırakıyor: “Eğer Sapiens tarihi sona erecekse, Sapiens'in son nesillerinden birine mensup olan BİZLER zamanımızı şu son soruyu cevaplamaya ayırmalıyız: Neye dönüşmek istiyoruz?”

Kitabı satın almak için tıklayınız.

Halk Edebiyatında Maniler

Mani türü Halk Edebiyatı’nda bilinen en yaygın türdür. Halk içinde söylenmesi en kolay, yaygın olan eserlerdir. Kökeni Orta Asya’ya kadar gitmektedir. Dörtlüklerle söylenen, milli ölçümüz hece ölçüsünün kısa kalıplarına uyan bu türde anlam genellikle son iki dizede ortaya konur. İlk iki dize kafiye için söylenir. Düz mani, yedekli mani, kesik mani gibi türleri bulunmaktadır. Maniyi diğer şiir türlerinden ayıran önemli özelliği aaba uyak düzenidir.

Türk Edebiyatında Maniler, Fırat Kasap, Edebiyat Gazetesi

İndirdim kayuğımi /Rizeliyim Rizeli / Adam cebinde taşır / Senin gibi güzeli  

Bazı manilerde uyak düzeni değişebilir.

Yaradanım affeyle / Bende kusur her günah / Bir vefasız yar için / Çekiyorum her gün ah

Cinaslı maniler yaygın olarak söylenen manilerdir. Yazılışı aynı anlamı farklı sözcükler dize sonlarında kullanılarak cinaslı maniyi oluşturur. 

Yara sızlar / Ok değmiş yara sızlar / Yaralının halinden / Ne bilir yarasızlar / Gam zedeler / Gam vurur gam zedeler / Sinem hakkak delemez / Delerse gamze deler

Maniler genellikle dört dizeden oluşur fakat yedekli mani dört dizeden fazladır.

Ağlarım çağlar gibi / Derdim var dağlar gibi / Ciğerden yaralıyım / Gülerim ağlar gibi / Her gelen bir gül ister / Sahipsiz bağlar gibi 

Manilerin içerdikleri konulara göre sınıflandırılması şöyledir:

1.Niyet (fal,yorum) manileri 

2. Sevda manileri 

3. İş manileri 

4. Bekçi ve davulcu manileri 

5. Sokak satıcılarının manileri 

6. Meydan kahvelerinin cinaslı manileri 

7. Doğu Anadolu’da hikaye manileri 

8.Mektup manileri

Mani türünü seslendirenler halk içinde yaşayan âşıklar, saz şairleri olabileceği gibi hiçbir eğitimi olmayan, işinde gücünde insanlar da olabilir. Günlük yaşamda karşılaşılan herhangi bir olay, sorun, sevinç, acı, özlem, ayrılık, umut ya da umutsuzluk mani söylemeye sebep olabilir.

Türk şairlerini mani türü etkilediği için birçok şair mani tarzında şiir yazmıştır. Burada örneklerin hepsini vermeye sayfalar yetmez. Ancak çok azının örneğini buraya alacağız. Mani tarzındaki bu şiir örnekleri şairlerin edebiyata kattıkları özgün dilleriyle halk edebiyatındaki manilerden beslenirken bir yandan da yeni bir estetik zevk oluşturmaktadır. Sözü uzatmadan modern şiirimizdeki mani tarzında yazılmış şiirleri görelim. 

ŞAŞIBEY’E MANİLER 

Başında poşusu var  / Gözünde şaşı-sı var / Kanmayın beyliğine / Onun da paşası var / Dağ di-binde dolanır  / Sabah akşam ilenir / Besni’de kemik duysa / Harkete’den yalanır / Aşı küncülü ekmek / Üstü incili ekmek / Önümüze attığı / İçi sancılı ekmek / Gün olur harman olur / Bizde de derman olur / Şaşıbey’in beyliği / Boynuna ferman olur / Ülkü Tamer

SEVİNÇ 

Sarılıp birbirinize çocuğunuzla / Uyudunuz mu hiç / Akan uyku değil sanki aranızda / Uyku hafifliğinde bir se-vinç  /  İsmail Uyaroğlu

YARI YOL 

Nasıl istersen öyle dinle, bakın; / Dalların zirve-sindeyiz ancak, / Yarı yoldan ziyade yerden uzak; / Yarı yol-dan ziyade maha yakın. / Ahmet Haşim

GÜZ 

Kurudu artık otlar / Bitmiyor tazeleri / Birikinti sularda / Yaprak cenazeleri / Kemalettin Kamu

DÖRTLÜK 

Dağ doruğu deler gider bulutu / Dağ dibinde ak evler kutu kutu / Evdekiler! Yok mu koklamak isteyen / Dağ doruğundan getirdiğim otu / Nazım Hikmet

BEKLENEN 

Ne hasta bekler sabahı / Ne kanlı şehidi mezar / Ne de şeytan bir günahı / Seni beklediğim kadar / Necip Fazıl Kısakürek

ODALAR VE SOFALAR 

Evler bir nara benzer / Nar tanesi, sofalar / Akşam, yol gibi gezer; / Sükun, su gibi dolar / Sabri Esat Siyavuşgil

CIMBIZLI ŞİİR 

Ne atom bombası / Ne Londra Konferansı / Bir elinde cımbız, bir elinde ayna / Umurunda mı dünya

Mani türü insanımızın yaratıcılığını ortaya koyan bir edebi tür olarak bütün edebi metinlerin içinde yer almıştır. Biz burada sadece modern şiirden örnekler verdik. Dikkatli okur-lar romandan hikâyeye, tiyatrodan denemeye her edebi türün içinde maniye rastlayabilirler. Günümüz edebiyatını etkileyen mani türü bu gidişle geleceğin edebiyatında da yerini alacak-tır. Yazımızı Sunay Akın’ın mani tarzındaki şiiriyle bitirelim.

Bir kömür çıtırdadı sobada / Kayıp bir madencinin kalbi rast geldi /Atıverdi / Sıcak odada

Çocuklar Erken Bir Dönemde Kitaplarla Tanıştırılmalı

Merhaba Coşkun Bey, çoğu okurumuz sizi kitaplarınızdan tanıyor ama yine de okuyucularımıza kısaca kendinizden bahseder misiniz?

29.10.1983 yılında Elazığ’da dünyaya geldim. İlkokul ve ortaokulu Elazığ merkezde bulunan Evren Paşa İlköğretim Okulunda okuduktan sonra lise eğitimini de merkezdeki Balakgazi Lisesinde tamamladım. 2002-2006 yılları arasında Fırat Üniversitesi Sınıf Öğretmenliği bölümünü okudum ve 2006 yılında mezun oldum. Aynı yılın eylül ayında Zonguldak’ın Gelik İlkokulunda sınıf öğretmenliğine başladım. 2017 yılının şubat ayına kadar buradaki görevimi ifa ettikten sonra bu tarihte Elazığ’ın Kovancılar ilçesinin TOKİ Şehit Piyade Üsteğmen Emre Ercan İlkokuluna tayin oldum ve buradaki görevime devam etmekteyim. Dünyaya Açılan Kapı Türkiye ve 2040 adlı romanlarım ve “Şiir Dünyam” isimli bir şiir kitabım bulunmaktadır. Ayrıca Çocuk Oyunları Teknolojiye Karşı, Kitap Adası, Minik Deha, Çocuk Şehri, Şakacı Meyveler ve Sebzeler isimli çocuk kitaplarım satıştadır. Çocuk Şehri kitabım Altın Kitap ödülüne layık görüldü. Aynı zamanda Altın Yazar ödülünü de aldım. Yazar Coşkun Bulut olarak açtığım Instagram hesabım bulunmaktadır. Kitap okuma, sinema, gezi ve özellikle “çalışmak” hobilerim arasındadır.

Yazar Coşkun Bulut

Bir eğitimci olarak yazarlık sizin için ne ifade ediyor? Yazar olma yolculuğunuzdan kısaca bahseder misiniz? Bu yolculukta size kimler destek oldu?

Bana göre yazarlık, kalıcı eser bırakmanın en önemli fırsatlarından biridir. Üniversite yıllarında şiir yazarak yazarlığa adım attım. Sürekli yazıyordum. Yakın çevremdeki insanlar, hep yazmam konusunda teşvikte bulundular. Yazdıklarımın zamanla hep daha iyi olacağını, yazarlığımın gelişeceğini söylüyorlardı. Dedikleri gibi de oldu. Her ne kadar çok iyi bir yazarım diyemesem de zamanla kendimi geliştirdiğimi görüyorum ve düşünüyorum. Zamanla babamın bazı şiirlerinin olduğunu fark ettim. Hem yazdıklarımı aileme okutmadan başkalarına okutmazdım. O yüzden diyebilirim ki en büyük desteği ailemden aldım. Ayrıca birçok insandan kalemimin güçlü olduğu yorumlarını aldığımı söylemeden geçemeyeceğim. Benim de birçok yazar gibi hayatımda acıların, zorlukların yeri büyüktür. Allah’a çok şükür, Allah’ın yardımıyla her acının üstesinden geliyorsunuz ve acılar kaybolup gidiyor. Fakat o acıların büyüklüğü duyguları daha çabuk harekete geçiriyor. Bu bağlamda şiiri çok severim. Bir kelimeyle, cümleyle sayfalarca anlatacağınız duygularınızı anlatabiliyorsunuz. Yani kelimelerle oynuyorsunuz! Elbette bu durum yazarlığın güzelliğini bir kere daha ortaya çıkarıyor.

Çocuk Şehri, Şakacı Meyveler ve Sebzeler, Minik Deha kitaplarınız Alaska Yayınevi’nden ikinci baskı yaptı. Altın Kalemler ödülü de aldınız. Sizi tebrik ederiz. Bu konularla ilgili söylemek istedikleriniz nelerdir?

Kitaplarımın ikinci baskı yapması öncelikle beni çok mutlu etti. Bir yazarın en büyük isteği, mutluluğu okunmaktır. Bu bağlamda benim için okunan her kitap, her yeni bir insanın dünyasına girmek demek olduğundan oldukça önem arz etmektedir. Kitaplarımın ödül almış olmasından dolayı ayrıca berhudar oldum. Hatırlanmak, eserlerinizle konuşulmak, ödül almak gibi durumlar insani değer görmenin en büyük tercümanlığını yaptığından insan yaşadığı bu olaylarla çok onurlanıyor. Bu yüzden ödüller, manevi olarak “İyi ki varsın!” anlamına geliyor. 

Sizi çocuk edebiyatına yönlendiren sebepler nelerdir? 

Ben bir sınıf öğretmeniyim. Anlattıklarım sadece sınıfımdaki öğrencilerle sınırlı kalıyor maalesef. Hem her şeyi de konuşamıyoruz. Duygularla dolup taşan benim gibi bir insana ders saatleri az geliyor. İşte, tam da burada yazarlığım devreye giriyor! Ben, dünyadaki her çocukla konuşmak, oynamak, empati kurmak, onlarla dertlenmek ve sevinmek yani onların dünyalarına girmek istiyorum. O saf, tertemiz, sıcacık kalplerde yer bulmanın coşkusunu taşıyorum. Kitaplarım vesilesiyle tüm bunların gerçekleşeceğini bildiğimden çocuk edebiyatı benim için bulunmaz bir fırsattır. Ayrıca çocuklara faydalı olmak için çaba gösterdiğim gerçeğini de söylemek isterim.

Türkiye’de okuma oranları çocuklar haricinde maalesef çok düşük. Her geçen gün de okuma oranı azalıyor. Yeni nesle kitap okuma alışkanlığı kazandırmak için bir eğitimci olarak önerileriniz nelerdir?

Şu anda çocukların yetişkinlerden daha fazla okuduğu bir gerçektir. Aslında bir öğretmen olarak çocukların da büyük bir kısmının mecbur kaldığı için okuduğunu söylemem doğru olacaktır. Bunun son derece üzüntü verdiğini söylemem gerekir. Elbette TV, bilgisayar, telefon, tablet gibi teknolojik ürünlerin bu duruma katkısı oldukça fazladır. Oyunlar dâhi fiziki ortamdan dijital ortama taşınmış durumda maalesef. Bundan 40-50 yıl önceki çocuklar, teknolojik ürünlerin yaygın olmaması sebebiyle kitap okuyarak, masal, fıkra, bilmece anlatarak eğleniyorlardı. Elbette teknolojinin çok güzel yönleri var. İşte, çocuklarımızın bu durumu fark etmeleri elzemdir. Bu konuda biz büyüklere büyük görevler düşüyor. En başta çocuklarımıza onların ilgisini çekecek bir kitaplık yapmak gerekir. 

Çocuklarımızın iyi yetişmesi konusunda onları oldukça erken bir dönemde kitaplarla tanıştırmalıyız.

Onların düzenleyeceği, istediği zaman ulaşacağı, temizleyeceği yani sürekli iç içe olacakları bir kitaplık… Sonra çocuklarımız bu kitaplığa sevdikleri kitapları koyabilmeli. Tabii büyüklerinin denetimi ile kitaplar seçilmeli. Özellikle çocuklar için görsel zenginliğe sahip kitaplar tercih edilmeli. Son yıllarda yazarlarımızın da yöneldiği milli ve manevi değerleri anlatan “Değerler Eğitimine” uygun kitaplara çocuklar teşvik edilmeli. Bu yaş çocuklarda görsellik önemli olduğu için kitap okumalarda görsel okumalar asla ihmal edilmemeli, hatta ön plana alınmalıdır. İyi bir görselle hazırlanmış kitap, o kitabın özetini taşır. Çocuklarımız uyumadan önce onlara mutlaka kitap okuyalım. Hatta onların da okumalarını isteyelim ve sabırla dinleyelim. Bu onlara değer verdiğimizi gösterecek ve yaptıkları işin doğru olduğunu gösterecektir. Hatta kitap okumanın aslında ne kadar zevkli olduğunu onlara gizli bir mesajla anlatacaktır. Masallarla, bilmece ve tekerlemelerle, fıkralarla bu durumu zenginleştirebiliriz. Bir de imkân oldukça “canlandırma” yapmalarını tavsiye ederim. Özellikle sevdikleri karakterleri canlandırabilirler. Tabii doğru karakter olmalı ve gerçek hayata uygun yani tehlikelerden uzak bir canlandırma yapılmalı. Hayal dünyasıyla gerçek dünyayı ayırt edebilmelerine yardımcı olunmalıdır. Bu faaliyetler zamanla çocuğunuzu kitaplarla hemhal edecektir.

Başucu yazar ve kitaplarınız nelerdir? Yazarların ve kitapların hayatınıza nasıl bir etkisi oldu?

Özellikle üstat Necip Fazıl Kısakürek’ten ve Mehmet Akif Ersoy’dan etkilendiğimi söylemem gerekir. Belki de benim üniversite yıllarında yazma sebeplerim onlardan etkilenmem oldu. Milli ve manevi değerlerin yansıtılması adına bu güçlü yazarları hep kendime rehber edindiğim doğrudur. Çile kitabını birkaç defa okuduğum gerçeğini söylemek isterim. Arkadaşlarımın şiirlerim için üstat Necip Fazıl’ın tarzına benzediğini söylemeleri belki de bu yüzdendir. Bunun dışında başucu kitaplarım arasında çocuk gelişimi ile ilgili kitaplarım yer almaktadır. Bu kitaplar hem beni dinç tutuyor hem de çocuklara fayda sağlıyor diye düşünüyorum.

Eğitimci-Yazar Coşkun Bulut Kitapları

Şimdiye kadar yayımlanmış kitaplarınızdan okur ve eleştirmenlerden aldığınız dönüşlerden bahseder misiniz?

Genelde kalemimin güçlü olduğunu söylediler. Özellikle minik okurlarımdan aldığım dönüş hep olumlu oldu. Akıllarında kalan, en beğendikleri bölümleri söylemeyi ihmâl etmediler. Elbette bunun yanında iyi kitap okuyanlar, eleştirmenler kendimi geliştirmem gereken bazı eksikliklerden de bahsetti. Her ne kadar büyük eksiklikler olmasa da başka bir gözle kitaplarıma bakılması ve eksikliklerimi tamamlamam yönünden yapılan bu eleştiriler her zaman beni memnun etti ve eleştirilere hep açık oldum.

Üzerinde çalıştığınız yeni bir kitabınız var mı? Okuyucularınıza ipucu verir misiniz?

Aslında minik okurlarıma bir sürprizim var!  Alaska Yayınevi’nden bu yılın ağustos ayı sonunda basılacak Şakacı Meyveler ve Sebzeler Sağlık Turnuvaları, Şakacı Meyveler ve Sebzeler Boyama Kitabı ve 3 K Takımı isimli çocuk kitaplarım minik okurlarımla buluşacak. Boyama kitabı, Şakacı Meyveler ve Sebzeler kitaplarının görsellerini içerdiğinden bir bakıma kitapların özetini kapsayacak. Yani hem görsel okuma ile kitapları daha iyi anlayacaklar hem de boyama kitabımız, ana sınıfı öğrencilerinin rahatlıkla kullanabileceği bir kitap olacak.

Son olarak okuyuculara söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Her bir kitap her bir yazarın dünyası demektir. Farklı bir fikir, hayal dünyası ile tanışmak için kitaplar bulunmaz bir fırsattır. Bunun için kitap okumak çok önemlidir. Okumak ve okutmak adına her birey üzerine düşen vazifeyi yapmalıdır. İnsan, ufkunu genişletmeli, en iyi dostlarımızdan biri olan kitapları hayatının önemli bir köşesine koymalıdır. Çocuklarımızın iyi yetişmesi konusunda onları oldukça erken bir dönemde kitaplarla tanıştırmalıyız.

Edebiyat Gazetesi’nin Yedinci Sayısı Yayında

Genel Yayın Yönetmenliğini Gülseren Baran’ın yaptığı Edebiyat Gazetesi’nin manşetinde Fırat Kasap’ın Halk Edebiyatında Maniler başlıklı yazısı yer alıyor. Söyleşi bölümünde, Eğitimci-Yazar Coşkun Bulut ile çocuk edebiyatı hakkında konuşuldu.

Edebiyat Gazetesi

Editörlüğünü Yücel Aydın’ın üstlendiği Edebiyat Gazetesi’nin ağustos sayısında Annemin Türküsü isimli yazısıyla Umut Özkan, Sonbahar Rüzgârı isimli yazısıyla İsmail Hilal, Yanduğumun Melhemeti isimli küçürek öyküsüyle Hüseyin Avni Cengiz, Gönül Penceresi isimli şiiriyle İlknur Kaya, Sen Söyle Cumhuriyet isimli şiiriyle Adam Silver, Özgürlük Nedir isimli şiiriyle Mehmet Sayan ve Karaca Gözü isimli kitap değerlendirme yazısıyla İlkay Coşkun yer aldı. 

Çıktı alınıp okunabilen Edebiyat Gazetesi’ni edebiyatseverler çevrimiçi olarak Magzter, Dergilik, Google Play Kitaplar ve edebiyatgazetesi.com üzerinden de ücretsiz okuyabilirler. Gazeteyi cihazınıza indirip okumak için tıklayınız.

Edebiyat Gazetesi

Şiir Türü Romanlara Göre Neden Daha Az İlgi Görüyor?

Türkiye'de şiir, uzun bir zaman boyunca romanlar ve diğer edebi türlerle kıyaslandığında daha az ilgi görmüş bir türdür. Peki, bu durumun nedenleri neler olabilir? Türkiye'de şiirin neden romanlara nazaran daha az ilgi gördüğünü kısaca anlatmak istiyorum.

Şiir neden daha az ilgi görüyor

Öncelikle, şiirin daha az popüler olmasının bir nedeni olarak eğitim sistemimizi ve okuma alışkanlıklarımızı gösterebiliriz. Ülkemizde eğitim sisteminde şiire yeterli önem ve ağırlık verilmemesi, genç nesillerin şiirle doğru bir şekilde tanışmasını engelleyebilir. Okul müfredatında şiirin yerinin kısıtlı olması veya şiire yeterli öğretim süresi ayrılmaması, öğrencilerin şiiri keşfetme ve anlamlandırma fırsatını sınırlayabilir. Ayrıca, popüler kültürün şiire olan ilginin azalmasına yol açtığını da söyleyebiliriz. Medya, müzik endüstrisi ve sosyal medya gibi platformlar, daha çok hikaye anlatımı odaklı olan romanlar ve daha ticari edebi türleri destekler. Bu durum, şiirin kitlelere ulaşmasını zorlaştırabilir ve potansiyel okuyucu kitlesini sınırlayabilir. 

Şiirin daha az okunan bir tür olmasında, şiirin kendine özgü bir dil kullanması ve anlaşılırlık açısından bazen zorlu olabilmesi de etkili olabilir.

Şiir, kısa ve yoğun bir ifade şekli olduğu için bazı okuyucular için bu ifade biçimi anlamlandırmayı zorlaştırabilir. Bu durum, şiirin anlaşılabilirliğini azaltabilir ve okuyucuları başka edebi türlere yönlendirebilir. Bununla birlikte, Türkiye'de şiirin çok sayıda yetenekli şair tarafından üretildiği ve şiire olan ilginin zaman zaman artabileceği de bir gerçektir. Özellikle şiir etkinlikleri, şairlerin okuma ve imza etkinlikleri, şiir festivalleri gibi organizasyonlarla şiirin daha geniş bir kitleye ulaşması ve popülerleşmesi mümkün olabilir. Sonuç olarak, Türkiye'de şiir türünün romanlara nazaran daha az ilgi görmesinin birçok faktöre bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Eğitim sistemimiz, popüler kültür etkisi ve şiirin anlaşılabilirliği gibi faktörler, şiirin yaygınlaşmasını ve popülerleşmesini zorlaştırabilir. Ancak, şiirin sahip olduğu güçlü ifade biçimi ve birçok yetenekli şairin üretimi, şiire olan ilginin gelecekte artabileceğine işaret ediyor.

Şiir Sadece İmgelerden İbaret Değildir

Merhaba Mehmet Bey, okuyucularımıza kısaca kendinizden bahseder misiniz?

Merhaba, ben Mehmet Sayan. 1969 yılında Erzurum'un Tekman ilçesine bağlı Kalaycı Köyü'nde doğdum. Uzun yıllardır Almanya'nın Köln şehrinde yaşıyorum ve bu şehirde çeşitli işlerde çalıştım. Aynı zamanda üç harika kız çocuğunun babasıyım.

Şair Mehmet Sayan, Sonsuzluğun Sessizliği, Alaska Yayınevi

Sizce şiir nedir? Okurun şiirden aldığı lezzeti hangi imgelere bağlıyorsunuz?

Şiir benim için dilin büyülü bir dansıdır. Kelimelerin, duyguları ve düşünceleri ifade etmek için bir araç olarak kullanılmasıdır. Şiir, estetik bir deneyimdir, zihinleri ve kalpleri coşturan bir melodidir. Okurun şiirden aldığı lezzet, imgelerin gücüne bağlıdır. İmgeler, şiirin dilini zenginleştirir ve okuyucunun hayal gücünü harekete geçirir. İmgeleme katkıda bulunan renkli ayrıntılar, duyusal ayrıntılar veya metaforlar, okuyucunun şiirin içine girmesini ve duygusal bir bağlantı kurmasını sağlar. İmgeler, şiiri gerçekten canlandırır ve okuyucuya derin bir deneyim sunar. Ancak, şiir sadece imgelerden ibaret değildir. Doğru kelime seçimi, ritmik yapı, ses tekrarı gibi dil araçları da okurun şiire olan ilgisini körükler. Duygu aktarımı da önemlidir; şiirde yüreğinizi ve ruhunuzu hissetmenizi istemem, size dokunmanızı istememdir. Şiir, farklı insanlara farklı şekillerde etki edebilir. Kimisi için bir teselli kaynağı, kimisi içinse adeta bir ayna olabilir. Önemli olan, okuyucunun kendi deneyimini şiirin içinde bulması ve kendisiyle bağ kurmasıdır.

Şairlik sizin için ne ifade ediyor? Yazma yolculuğunuzdan kısaca bahseder misiniz? Bu yolculukta size kimler destek oldu?

Şairlik benim için bir yaşam tarzı ve bir kimlik ifadesidir. Şiir, duygularımı ve düşüncelerimi ifade etmenin yanı sıra dünyaya bakış açımı da yansıtan bir araçtır. Şiir, derinlikli bir bağlantı kurmayı ve insanların kalplerine dokunmayı sağlar. Kendi iç dünyamı keşfetmek ve başkalarının da kendilerinde bir parça bulmalarına yardımcı olmak amacıyla yazdığım şiirler, benim için bir terapi ve arınma kaynağıdır. Yazma yolculuğum, çocukluk yıllarımda başladı. Küçük yaşlardan itibaren şiir yazmaya başladım ve bu tutkum her geçen gün büyüdü. Babam, bu yolculukta en büyük destekçim oldu. Babam da kendisi bir felsefeci ve şairdi ve onun şiirlerine maruz kalmak, beni derinden etkiledi ve ilham verdi. Onun şiirleriyle büyüdüm ve bu, kendi şiirsel anlayışımı geliştirmeme yardımcı oldu.

Yazma süreci bazen zorlu olabilir, fakat destekleyici ve anlayışlı bir çevre, bunun üstesinden gelmemi sağladı. ailem ve yakın arkadaşlarım her zaman yanımda oldular ve bana inandılar. Onların teşvik ve övgüleri, beni daha da ileriye taşıdı ve yazma yolculuğumda güven ve motivasyon sağladı. Şiir benim için hem kişisel bir ifade hem de başkalarına ilham vermeyi hedefleyen bir yolculuk. Babamdan aldığım ilham ve sevdiklerimin verdiği destek, beni bugünkü noktaya getirdi. Şimdi, okuyucularımla derin bir bağ kurmak ve onlara iç dünyamdaki deneyimleri aktarmak için şiirimi kullanmaya devam ediyorum.

Mehmet Sayan, Sonsuzluğun Sessizliği, Alaska Yayınevi

Sorgulayıcı felsefi, derin duygu ve düşüncelerinizi yansıtan şiirlerin yer aldığı Sonsuzluğun Sessizliği kitabının okuyucuyla buluştu. Satırlarınızda hayatın anlamını sorgulayan ve evrenin derinliklerindeki gizemlere dair düşünceler ağırlıkta. Sizi bu varoluşsal sorunlar ve hayatın karmaşıklığı ile ilgili şiirler yazmaya sevk eden nedenler nelerdir?

İnsanlık tarihinden beri varoluşsal sorunlar ve hayatın karmaşıklığı, bizi derin düşüncelere ve sorgulamalara iten temel konulardan biridir. Bu konular, insanın doğasını ve yerini evrende anlamlandırma çabasını yansıtır. Ben de bu evrensel sorulara ve derin duygulara merak duyan biri olarak, şiirlerimde hayatın anlamını sorgulamayı seçtim. Sonsuzluğun Sessizliği adlı kitabımda, evrenin derinliklerindeki gizemlere ve insanın ruhuna dair düşüncelerimi paylaşıyorum. Hayatın anlamını bulma çabaları, varoluşsal boşluklar ve zamanın akışı ile ilgili düşüncelerim, şiirlerimin ruhunu oluşturuyor. Hayat, birçok kez anlamlandıramadığımız olaylarla doludur.  

Acılar, kayıplar, ayrılıklar gibi deneyimler bizim varoluşumuzu sorgulamamıza neden olabilir.

Bu tür zorlu süreçlerde, içsel bir yolculuk başlar ve kendi varoluşumuzun anlamını aramaya başlarız. Şiir, benim için bu yolculuğun bir ifadesi ve bir tür terapidir.Aynı zamanda evrenin derinliklerindeki gizemler de beni etkileyen bir başka unsur. Evrenin sonsuz büyüklüğü, zamanın akışı, varoluşun kaynağı gibi konular, kafamı kurcalayan sorulara neden olur. Bu düşünceler, şiirlerimde somutlaşır ve okuyucularımla paylaşma arzusu uyandırır. Şiir, bu evrensel sorulara ve derin duygulara bir çıkış noktası sağlar. Kelimelerin sihirli gücüyle, okuyucularıma derin bir duygusal deneyim sunmak ve onları düşünmeye teşvik etmek istiyorum. Her bireyin yaşadığı deneyimler farklı olsa da, bizlerin ortak soruları, korkuları ve arzuları vardır. Bu nedenle, şiirlerimi paylaşarak insanların kendilerini bulmalarına ve içsel bir dönüşüm yaşamalarına yardımcı olmak istiyorum.

Türkiye’de şiir türü romanlara nazaran daha az ilgi görüyor. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Türkiye'de şiir, uzun bir zaman boyunca romanlar ve diğer edebi türlerle kıyaslandığında daha az ilgi görmüş bir türdür. Peki, bu durumun nedenleri neler olabilir? Türkiye'de şiirin neden romanlara nazaran daha az ilgi gördüğünü kısaca anlatmak istiyorum.

Öncelikle, şiirin daha az popüler olmasının bir nedeni olarak eğitim sistemimizi ve okuma alışkanlıklarımızı gösterebiliriz. Ülkemizde eğitim sisteminde şiire yeterli önem ve ağırlık verilmemesi, genç nesillerin şiirle doğru bir şekilde tanışmasını engelleyebilir. Okul müfredatında şiirin yerinin kısıtlı olması veya şiire yeterli öğretim süresi ayrılmaması, öğrencilerin şiiri keşfetme ve anlamlandırma fırsatını sınırlayabilir. Ayrıca, popüler kültürün şiire olan ilginin azalmasına yol açtığını da söyleyebiliriz. Medya, müzik endüstrisi ve sosyal medya gibi platformlar, daha çok hikaye anlatımı odaklı olan romanlar ve daha ticari edebi türleri destekler. Bu durum, şiirin kitlelere ulaşmasını zorlaştırabilir ve potansiyel okuyucu kitlesini sınırlayabilir.

Şiirin daha az okunan bir tür olmasında, şiirin kendine özgü bir dil kullanması ve anlaşılırlık açısından bazen zorlu olabilmesi de etkili olabilir. Şiir, kısa ve yoğun bir ifade şekli olduğu için bazı okuyucular için bu ifade biçimi anlamlandırmayı zorlaştırabilir. Bu durum, şiirin anlaşılabilirliğini azaltabilir ve okuyucuları başka edebi türlere yönlendirebilir. Bununla birlikte, Türkiye'de şiirin çok sayıda yetenekli şair tarafından üretildiği ve şiire olan ilginin zaman zaman artabileceği de bir gerçektir. Özellikle şiir etkinlikleri, şairlerin okuma ve imza etkinlikleri, şiir festivalleri gibi organizasyonlarla şiirin daha geniş bir kitleye ulaşması ve popülerleşmesi mümkün olabilir. Sonuç olarak, Türkiye'de şiir türünün romanlara nazaran daha az ilgi görmesinin birçok faktöre bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Eğitim sistemimiz, popüler kültür etkisi ve şiirin anlaşılabilirliği gibi faktörler, şiirin yaygınlaşmasını ve popülerleşmesini zorlaştırabilir. Ancak, şiirin sahip olduğu güçlü ifade biçimi ve birçok yetenekli şairin üretimi, şiire olan ilginin gelecekte artabileceğine işaret ediyor.

Başucu yazar, şair ve kitaplarınız nelerdir? Yazarların ve kitapların hayatınıza nasıl bir etkisi oldu?

Felsefe insan hayatının en derin sorularını sorgulayan ve cevaplar arayan bir disiplindir. Bu düşünce yolculuğumda başucu yazarlarımın kitapları, ruhumu besleyen ve düşünce dünyamı zenginleştiren rehberler oldular. İşte benim başucu yazarlarım:

Sokrates: Antik Yunan düşünürü Sokrates'in etiği ve insan bilgisine yönelik sorgulamaları beni derinden etkilemiştir. "Sokrates'in Savunması" ve "Fedon" gibi kitapları, onun görüşlerini anlamama ve düşünceyi sorgulama becerimi geliştirmeme yardımcı oldu.

Platon: Sokrates'in öğrencisi olan Platon, ideal devletin ve doğrunun arayışıyla tanınır. "Devlet", "Faidon" ve "Banliyo Hikâyeleri" gibi eserleri, beni adalet, ahlak ve bilginin doğasını düşünmeye itti. Ayrıca, yazdığı diyaloglarla felsefeyi daha anlaşılır hale getiren bir yazardır.

Aristoteles: Platon'un öğrencisi olan Aristoteles, mantık, varlık ve siyaset konularında derinlemesine çalışmalar yapmış bir filozoftur. "Nikomakhos'a Etik" ve "Mantık Organon" gibi eserleri, düşüncelerimi sistemli bir şekilde düzenlemeye ve akademik bir bakış açısı geliştirmeme yardımcı oldu.

Friedrich Nietzsche: Zarathustra İthusları" ve "Ahlakın Soykütüğü" gibi eserlerle tanınan Nietzsche, nihilizm ve varoluşçu düşünceleriyle öne çıkar. Onun felsefi eleştirileri, toplumun alışkanlıklarını sorgulamamı ve kendi değerlerim üzerine düşünmemi sağladı.

Jean-Paul Sartre: Varoluşçuluk akımının önemli isimlerinden biri olan Sartre, özgürlük ve sorumluluk kavramlarını derinlemesine ele aldı. "Varoluşçuluk Nedir?" ve "Bir Yazarın Dergi Notları" gibi eserleri, beni insanın özgürlük arayışı ve varoluşsal kaygılar üzerine düşünmeye yöneltti.

Bu felsefecilerin eserleri, benim düşünce dünyamı zenginleştirdi ve insan bilgisine olan merakımı sürekli diri tuttu. Hayatıma yön verme, değerlerimi araştırma ve düşünce yapımı şekillendirme konusunda büyük etkileri oldu. Başucu yazarlarım, dünyayı daha derinlemesine anlamama yardımcı oldular ve birçok soru sormalarıyla beni düşünmeye teşvik ettiler.

Üzerinde çalıştığınız yeni bir kitabınız var mı? Okuyucularınıza ipucu verir misiniz?

Elbette! Yeni Kitabimda "Felsefe, Aşk, Doğa ve Hayat Şiirleri", evrensel temaları birleştiren bir şiir koleksiyonudur. Kitap, felsefi düşünceleri, aşkı, doğayı ve hayatın anlamını keşfetmeyi amaçlar. Her şiir, derin düşünceleri ve duygusal yolculukları içeren, okuyuculara içsel bir deneyim sunar. Kitapta, felsefi düşünceleri aşk, doğa ve hayatın güzellikleriyle birleştirerek derin bir anlam arayışına odaklandım. Aşkın gizemi, doğanın büyüsü ve hayatın anlamı gibi evrensel konular üzerinde yoğunlaştım. Her bir şiir, okuyucuya yaşama yeni bir perspektif sunmayı hedefler. "Felsefe, Aşk, Doğa ve Hayat Şiirleri" okuyuculara içsel bir yolculuk yapma fırsatı sunacak. Şiirler, okuyucunun düşüncelerini sorgulayacak, duygusal bir bağ kuracak ve ruhsal bir derinliği keşfetmeye teşvik edecek. Kitapta sunulan felsefi düşünceler, aşkın gücü ve doğanın büyüleyici kudreti birleştirilerek okuyuculara ilham vermeyi amaçlıyor. Şu anda kitabın final aşamasında olduğunu söyleyebilirim. Yaklaşık 3 ay içinde hazır hale gelecek ve okuyucularla buluşacak. Kitapta yer alan her şiir, özenle seçilmiş ve düzenlenmiştir. Okuyucuların şiirin içine derinlemesine dalmalarını sağlamak için özenle bir düzen oluşturulmuştur.  "Felsefe, Aşk, Doğa ve Hayat Şiirleri" ile okuyucuları düşünceye sevk etmek, içsel bir yolculuğa çıkmak ve hayatın güzelliklerini yeniden keşfetmek için ilham vermek istiyorum. Her bir şiir, okuyuculara hayata, aşka, doğaya ve evrene dair yeni bir bakış açısı sunacak. Umuyorum ki, bu kitaptan okuyuculara ilham verici bir deneyim sunabilirim.

Son olarak okuyuculara söylemek istediğiniz bir şey var mı? 

Sevgili okuyucular, Ben, bir şairim ve kelime denizinde kaybolmayı seven biriyim. Duygularımı, düşüncelerimi ve hayal dünyamı kelimelerin büyüsüyle ifade etmeyi seçtim. Benim dilim, duygusal bir renk cümbüşüdür; bazen sakin mavilerde dolaşırken, bazen ateşli kırmızılara bürünür. Yazdığım şiirlerle insanların kalplerine dokunmayı hedefliyorum. Sözcüklerle dans etmek, düşüncelerimi derinlemesine keşfetmek ve hayatın anlamını sorgulamak, benim için bir yaşam tarzı haline geldi. Yüzeydeki gerçekliğin ötesine geçmeye çalışarak, okurlarımı sonsuzluğun sessizliğiyle tanıştırmayı umuyorum. Felsefeye olan ilgim, şairlik yolculuğumda önemli bir rol oynuyor. Düşüncelerimi analiz etmek, evrenin gizemlerini çözmeye çalışmak ve eksiksiz bir anlam arayışına düşmek, beni daha iyi bir şair yapmayı hedefliyor. Şiirlerimde felsefi bir bakış açısı sergilemeye çalışırken, insanın varoluşsal sorularına dokunmayı amaçlıyorum.

Benim dilim, melankoliyle dolu, hüzünlü bir sesle dans eder. Aşkın karmaşıklığından, doğanın büyüsüne kadar her konuya dokunurken, okurlarıma derin bir düşünce deneyimi sunmayı amaçlıyorum. Sözcüklerimin arasında kaybolacak, duygusal bir yolculuğa çıkacak ve benim dilimdeki şiirin büyüsünü keşfedeceksiniz. Sonsuzluğun sessizliği kitabımda, her bir satırda kendi sesimi yansıtmaya çalıştım. Bu kitapta yer alan yazılar, benim iç dünyamı ve insanlığın ortak duygularını keşfetmek için bir davettir. Şiirlerimde sorular sormak, cevapları aramak ve kendimize gerçekten neden burada olduğumuzu hatırlatmayı umuyorum. Ben, bu satırlarda dolaşan bir şairim. Sessizliğin derinliklerinde, kelimelerin büyülü dünyasında vakit geçirmek isteyen herkesi okyanusumdaki şiirlerime davet ediyorum. Sizlerle bu şiir yolculuğunda buluşmayı sabırsızlıkla bekliyorum. İyi okumalar!

İsmail Hilal Yazdı: Merhaba

Bazen insan ne diyecek ne konuşacak ne söyleyecek bilemez ya, öyle zamanların birindeydim işte. Konuşmak ve yazmak istediğim çok şey var ama kelimeler sanki kayboldular. Aslında mevsime aykırı bir durum bu; mevsim en güzel haliyle etraftayken, insanlar cıvıl cıvıl, sevgililer el ele…  Harflerin kuş sesleri gibi akması gereken demde sanki karlar örtülüydü üzerimde.  

İsmail Hilal

Şu an bile yazarken kırk defa düşünüyorum. Yüzümde çaresiz bir tebessüm, gönlümde yeni başlangıçların yükselmeye başlayan isyanı. Bu öze dönüş değil olsa bilirdim. Olsa olsa kimliğini hiç bilmediğim birine doğru açtığım yeni yelken. Eskimiş elbiseleri, yükleri, gönül yaralarını kenara atmayıp onları yok edip mazide bırakıp hiç olmamışlar gibi yürümeye başlamaktan bahsediyorum. 

Peki, bu nasıl olacak?

Herkes kişisel gelişim kitapları okuyor; yogalar, uzman videoları ve psikologlar çok çeşitli yollar deneniyor. İnsanlar kesinlikle haklı. Siyasal ve toplumsal olarak geçilen zamanı gözden geçirince hak vermemek elde değil. Ancak tek bir yerde hataları var. Kendi hayatlarını kendi psikolojilerinde sadece kendileri yaşayıp anlayabilir. Hiçbir kitap, video, psikolog sizi tam anlamıyla anlayıp yön veremez. Bunların içinde en keskin olması gereken psikolog dahi sizi, sizin gösterdiğiniz kadar tanır ve yol gösterir. Ruhunuza asla inemez. O oda siz ve iradenizin baş başa kaldığı yer. Kim ne derse desin sabır ve inançla belki sürünerek, belki bir süre durduğunuzu zannederek ilerlemek ellerinizde değil, kalbiniz ve o dikenleri temizleyecek tırnaklarınızda gizli. Lütfen bazen geriye doğru bakın, belki temizlenen yerlerde çiçekler açmıştır ve kokuları, devam etmeniz konusunda ruhunuzu güçlendirir.  Unutmayın yolda durup pes de etseniz ya da mücadele de etseniz zaman akmaya devam edecek.  Ve bu ay Barış Manço ile veda edebiliriz. 

“Dostlar merhaba, Yeni bir gün doğdu merhaba.”

Öykü: Sadakat

Çocuk akşam okuldan eve geldiğinde tedirgin bir ruh hali içindeydi. Sanki bir şeyi ailesine nasıl söyleyeceğini düşünüyor gibiydi. Annesi çocuktaki bu değişikliği hemen fark etti. Akşam sofraya oturduklarında anne dayanamayıp sordu, “Kızım bu akşam sende bir değişiklik var. Okulda bir şey mi oldu? Bize söylemek istediğin bir şey mi var?”. Çocuk niyetinin anlaşıldığını sezinleyince bir an için durakladı. Sonra biraz çekinerek, “Arkadaşımın babası ona bir köpek almış. Bugün hep onu anlattı. Benim de çoktan beri içimde bir köpeğe sahip olma arzusu vardı. Ama bunu size bir türlü söyleyemedim. Rica etsem bana da bir köpek alabilir misiniz?”. Anne baba birbirlerine baktılar. Böyle bir teklifi hiç beklemiyorlardı. Kısa bir süre tereddüt ettiler. Sonra baba, “Tabii kızım, neden olmasın. Bir araştıralım gereğini yaparız” dedi. 

Hazım Gökçen, Sadakat

Aile dar gelirli idi. Baba bir fabrikada işçi olarak çalışıyor, anne ise evde sipariş üzerine dantela örüyordu. Şehrin kenar mahallelerinden birinde gecekonduda oturuyorlar, yaşamlarını kıt kanaat sürdürüyorlardı. Üç çocukları vardı. İkisi okula gidiyor biri ise henüz yaşı tutmadığı için evde annesiyle beraber kalıyordu. O gece anne babanın gözüne uyku girmedi. Çocuklarının isteğini nasıl yerine getireceklerdi? Köpeği nereden bulacaklardı? Bulsalar masraflarını nasıl karşılayacaklardı? Duyduklarına göre köpeğin maması, aşısı, ilacı bir hayli para tutuyordu. Zaten beş kişi zar zor yaşamlarını sürdürüyorlardı. En sağlıklı köpek, hayvan satan mağazalarda vardı ama onlara da maddi yönden ulaşmak çok zordu. Babanın aklına birden arkadaşından duyduğu belediyenin bakım merkezi geldi. Bu merkezde sokaktan toplanan sahipsiz köpeklere bakıcı aile bulunuyordu. Birden içini tarifsiz bir sevinç kapladı. En azından ilk aşamayı halletmiş olacaklardı. Artık rahat uyuyabilirdi. Ertesi günü kahvaltıda çocuğa bu konuyu hiç açmadı. Baba heyecanla işe gitti. Arkadaşını buldu. Ondan bakımevinin nerede olduğunu öğrendi. O günün nasıl geçtiğini bilemedi. İş bitiminde hemen evine gitti. Kızına müjdeyi verdi. Ertesi gün hafta sonu idi. Birlikte bakım evine gideceklerini söyledi. Çocuğun sevinci görmeye değerdi. Babasının boynuna sarıldı. Yanaklarından öperek teşekkür etti. O gece gözüne hiç uyku girmedi. Hep köpekle geçireceği anları düşledi. Ertesi gün erkenden baba kız bir komşunun arabası ile bakım merkezinin yolunu tuttular.

Bakımevi şehrin biraz dışında ağaçlık bir yerdi. İdari binanın dışında sahipsiz kedi ve köpek kafeslerinin bulunduğu bir bölüm daha vardı.

Çocuk hemen kafeslerin olduğu bölüme koştu. Köpekler çocuğu ve babasını görünce havlıyor ve kafes tellerine patileri ile parçalarcasına vurup sanki beni sahiplenin dercesine coşkulu hareketler yapıyorlardı. Çocuğun gözü birden hafif sarımsı renkli, fazla büyük olmayan, kulakları düşük bir köpeğe takıldı. Köpek de çocuk önüne geldiğinde ona ısınmışçasına sevimli davranışlar sergilemeye başladı. Çocuk babasına heyecanla “Babacığım, işte aradığım köpek bu” diye bağırdı. Baba çocuğunu orada bırakarak sahiplenme işlemlerini yapmak üzere idari binaya yöneldi. Geçen kısa zaman içinde çocuk ve köpek birbirlerine iyice bağlanmışlardı. Baba kız köpeği arabaya koydular ve eve getirdiler.

Köpeğin gelmesiyle evde büyük bir bayram havası esiyordu. Çocuk sürekli köpeğe sarılıyor yanından bir an olsun bile ayrılmıyordu. Anne, köpek gelmeden hazırlıklarını yapmış, yemlik ve suluğunu almış,  kızının yatak odasının bir köşesinde yatması için yumuşak bir yer minderi sermişti. Köpek ilk geceyi çocuğun yatağında geçirdi. Günler birbirini kovalamış çocuk köpeğe iyice alışmıştı. Anne baba kızlarındaki olumlu gelişmeye inanamıyordu. Çocuğun hayatına alışılmadık bir düzen gelmişti. Öğlenci olduğu için sabah ve okuldan döndükten sonra akşam köpeği dışarıya çıkarıyor, evlerinin yakınındaki parkta dolaştırıyordu. Akşam eve geldiğinde ise sabunlu sularla yıkayıp temizliyordu. Aradan bir hayli zaman geçti. Köpeğin yemleri, ilaçları, aşıları, tıraşı bir hayli para tutuyordu. Kendilerini zor geçindiren aile bir de köpeğe masraf etmeye başlamışlardı. Çocuğun köpeğe ilgisi de gün geçtikçe azalıyordu. O ilk günkü hevesi kalmamıştı. Bu durum karşısında anne baba kara kara düşünmeye başladılar. Uykusuz geceler geri gelmişti. Sonunda köpeği evden uzaklaştırmaya karar verdiler. Çocuğun okulda olduğu bir gün komşunun arabasıyla köpeği oldukça uzak bir yerdeki ağaçlığa bıraktılar. Köpeğin arkalarından koşarak uzun süre arabayı takip etmesine çok üzüldüler ama başka bir çareleri de yoktu. Akşam çocuk okuldan gelip köpeği göremeyince “ Köpeğim nerede? “ diye sordu. Baba üzüntülü bir ifadeyle,“ Köpek bir an için kapıyı açık görünce evden kaçmış. Ne kadar aradıysak da bulamadık “ diye seslendi. Bunu duyan çocuk çok üzüldü ve ağlamaya başladı.

Aradan yaklaşık bir ay geçmişti. Çocuk köpeği çoktan unutmuştu. Bir gece tam yatmak üzereyken dışarıdan yarı havlama yarı inleme şeklinde bir ses duydu. Önce aldırmadı. Ses devam edince kapıyı gören pencerenin perdesini aralayıp dışarı baktı. Birden, “Köpeğim geri gelmiş“ diye bağırdı. Sese uyanan anne baba kapıyı açtıklarında karşılarında zayıflamış, kir pas içinde kalmış köpeği gördüler. Köpek onları görünce kuyruğunu sallamaya ve sevinçle etrafında dönmeye başladı. Bu arada çocuk da geldi ve köpeğe sıkıca sarıldı. Çocuk sevinçten ağlıyordu. Hemen köpeği içeri aldılar. Doğru banyoya götürüp güzelce yıkadılar. Sevinçten uyuyamıyorlardı. Köpek yorgunluktan minderinde uyuya kalmıştı. Birbirlerine sıkıca sarıldılar. Bir yandan sadık köpeklerine sevgiyle bakıyorlar bir yandan da artık hiç ayrılmayacaklarının sözünü veriyorlardı.

Kalemi Pusat Bilmek Kitabı Üzerine

Kalemi Pusat Bilmek, Yazar Ahmet Doğru'nun, Haziran 2023'te KDY Yayınları etiketiyle okurlarıyla buluşturduğu deneme kitabı. Kitapta otuz deneme yer almaktadır. "İlgileri Yazmaya Dair, Algıları Sezmeye Dair ve Olguları Süzmeye Dair" üç bölüm şeklinde tasniflenmiş yazılar. Bu tasnifleme, tasavvuf ve sûfî geleneğimizde olan “hamdık, yandık, piştik” anlayışının, modern anlamda bir benzerini çağrıştırıyor sanki. Bu farika içerisinde, kitap isminden de anlaşıldığı üzere daha çok yazma konusu etrafında temerküz etmiş konular işlenmekte diyebiliriz.

Ahmet Doğru, Kalemi Pusat Bilmek, İlkay Coşkun

Daha çok yazma ameliyesiyle beraber hayatı anlamaya, yaşananları hissetmeye, duyumsamaya, kavramaya ve sorgulamaya yönelik bir yaklaşım sergilendiğini söyleyebiliriz. Yiğitlik, dava, Türklük gibi kavramlarının da geri planda işlendiğini ve kendisini hissettirdiğini söyleyebiliriz. Yazarın "Aşkın Kaleleri" kitabında yer alan "Söz Süvarileri" metaforunun; kaleme ve kâğıda yansıtılmış görüntülerini de taşımaktadır bu eser. Bunlarla birlikte yazar, özellikle yazının haysiyetinin korunması gerektiğini vurgulamaktadır. Sözün alın teriyle, çabayla yoğrulması gerektiğine dikkat çekmektedir. Yazılanlar, fikir ateşinde pişirip dost süzgecinden geçirilmiştir. Acıyla, çileyle ve kutlu düşünceler ile mayalanmıştır. Bu işçilik ki soylu bir üretimi gaye edinmektir. 

Yazar, yazmayı bir cenk gibi görür. Hakkın ve hakikatin cenginde, yerine göre kendinden geçer yerine göre dellenir.

azarak hayatta ve ayakta kalma kavgasının kutsiyetine inanır. Ama bütün bunları sesiyle, kalemiyle, sanatıyla ve edebiyle yapar. Pusat mücadeleyi, savaşı imler. "Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı" muhkemliğindedir bu mücadele. Kalemine halel getirmeyen bir doğrulukta ve şaşmazlıkta bir muhkemliktir bu çaba. Yazar; yazı, dil ve sözü bitişik nizamda görür. Bu üç olgununda birbirini bütünlediğine inanır. Gerek anlatımlar gerekse de alıntı sözlerden bunu anlıyoruz. Mesela dil, Kutadgu Bilig'de şu şekilde ele alınır. "Kara başın düşmanı kırmızı dildir; o ne kadar baş yemiştir ve yine de yemektedir. Başını kurtarmak istersen dilini gözet; dilin her gün senin başını tehdit eder" Başka bir taraftan yazar şunları söyler. “Kelime ile söz gövdelenir, düşünce dağlaşır. Dolayısıyla düşünce kelime dallarıyla gürleyen söz ormanıdır” (sayfa 23). Yazar ayrıca, kelimelerin daha bilindik anlamlarının yanında yan anlamlarıyla da ilgilenir. Kelime kırmalarıyla da farklı anlamlara ulaşmaya çalışılır. İzninizle bir kısmını burada dercedeyim. “Eğ(r)ilmez, kes(k)in, yazı(k)lanmış" şeklinde örneklendirebilirim.Kitabın içeriğinde dikkatimi çeken, beğenimi celp eden bazı ifadeleri buraya taşımak istiyorum. “Yazdıkça duruş kavileşir, yazdıkça hedef belirginleşir” (sayfa 16), “Acı mutlaka gelip bir ucundan tutardı yazının. Hele şiirler, hüzne ve kedere bandırmadan, bulaştırmadan gözlerini açamazlardı” (sayfa 20), “Yazarak düşünmeye kalkışmak, sistemli bir çalışmayı ve bereketli bir çabayı da doğurur” (sayfa 25). Bunlar gibi etkili, derinlikli, güzel tespitler çokça yer almaktadır. Son bir örnekle konuyu nihayete erdirelim. “Gençlik insanı aceleci kılar, sabrı cami avlusunda doksan dokuzluk tesbih deviren yaşlı dede zanneder. Muradı gözetmek ehli sabrın işidir, iradı kullanmak da aceleci insanın...” (sayfa 62)

Anlatımlarda Türk İslam medeniyetimizin ve kültürümüzün izlerini görmekteyiz. "Kudüs, ibadetimizin kıblesi olmasa da acılarımızın kıblesi olmuştur. Tuna yürek yaramız, Tanrı Dağları dinmeyen sevdamızdır" (sayfa 21) gibi. Ayrıca sözleri alıntılanan veya ismine gönderme yapılan birçok değerimiz vardır. “Yunus, Mevlana, Şeyh Galip, Nedim, Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal, Osman Yüksel Serdengeçti, Dilaver Cebeci, Âşık Veysel, Muallim Naci, Mehmet Akif, İsmet Özel, Fatih, Akşemseddin, Sinan” gibi isimleri aklıma ilk gelenler olarak sıralayabilirim.

Yazmak için yazabilmek için ulvi, hayal ötesi, sezgisel, derinlikli bakışlar gerekmektedir. “Koşan ata mahmuz vurulmaz” misali olayında olduğu gibi derinliğine, gerisine vakıf olma, durup düşünme, sükûneti yaşama sahip olmak gerekiyor. Kör buzağının dahi toparlanabilmesi için ekinlerin baş vermesi gerektiği gibi bir durum, bir kıvama gelme illaki gerekecektir. Okuma ile yazma arasındaki böylelikle birliktelikler insanlığa yeni yeni kapılar aralayacaktır. Deneme ve edebi türlerin genelinde okur, hiç karşılaşmadığı bir kelimeyi, bir sözcük dizinini aramaktadır. Derinlikli olan, akla az gelen veya hiç gelmemiş olan fikirleri arar okuyucu. Hatta okur, muamma gibi kafasında soru işaretleri bırakılmasını da ister. Ahmet Doğru'nun bu deneme kitabında da bahsettiğim bu öz duruş hali görülmektedir. Son olarak, yazarın bu denemeleri, hayat felsefesini yazma ve okuma üzerinden edinmek isteyenler için derinlikli fikirler, yol ve yöntemler sunmaktadır. Bu denemeler özellikle yazmaya heveslenenler için şümulLü bir tesir halkası hüviyetinde önemli bir değer olacaktır. İnkişaf, hak ve doğruluk üzerine husule gelen bu anlatımlar okuru aydınlığa ve geleceğe taşıyacaktır. İyi okumalar. 

Öykü: Üç Kaada Geldik

Sabaha kadar yağmur yağmıştı. Ankara'ya gelişimden beridir böyle fırtınalı ve sağanaklı bir gece daha hatırlamıyorum. Ansızın şimşek çakıyor; gece, eflatuni bir renkle aydınlanıyordu. Dışarıda, iplik iplik uzayan yağmur taneleri uygun bir açıyla bekâr odamın camlarını dövüyor, pencerenin denizliğinden ince ince içeriye sızıyordu. Bir kaç havluyu ıslattığını hatırlıyorum. Hastaydım. Ağır bir grip geçirmiştim. Kronik bronşit hastası oluşum, gribi bir haftada atlatabilmeme müsaade etmiyordu. Nezleyle başlayan hastalık ciğerlerime sirayet ediyor ve uzatmalı hastalığım tekrar nüksediyordu. Şükür ki iyileştikten sonra bir başka gribe yakalanana kadar hiç bir şikâyetim kalmıyordu. Yeni yeni iyileşiyordum. Ve anca içtiğim tütünün tadını bulmaya başlamıştım.
Hüseyin Avni Cengiz
Bir sigara yaktım. Sigaranın dumanını odanın insafsız boşluğuna üfürdükten sonra düşünmeye çalıştım. Duman dosdoğru gidiyor, sonra burgaca giriyor ve dağılıp odanın duvarlarına siniyor. Lâkin yağmurun dışarıdan içeriye akseden hışırtısı yeterince düşünebilmek için sessizliğe mahal vermiyordu. Pencereye doğru yürüdüm ve perdeyi araladım. Karşı çatının patlayan hortumundan yağmur sel gibi boşalıyordu. Döküldüğü yerden binanın saçaklarına doğru sıçrıyor daha sonra küçük küçük arklara dönüşüp gövdesindeki mini bir parlaklıkla bir yerlere akıyordu.  Ansızın bir şimşek daha çaktı. Sokağın ilerisinde bir insan gölgesi belirdi. Başının üstüne pardösüsünü çekmiş, telaşla karşıdan karşıya geçti ve binaların saçaklarına sığınmaya çalıştı. Daha önce görmeseydim fark edemezdim ama şimdi onu takip edebiliyordum. Bölgenin yabancısıymış gibi binalara bakarak bizim eve doğru yaklaşmaya çalışıyordu.
Rüzgâr, bazen üzerindeki örtüyü kaldırıyor; bazen de sıkı sıkıya adamın vücuduna yapıştırmaya çalışıyordu. Ve çok iyi görebildiğim bir mesafeye ulaştıktan sonra iki bina arasında kayboluverdi. Adamın nereye kaybolduğunu düşünürken derinden bir kampana sesi işitildi. Tanıdım. Son banliyö treninin sesiydi. Son dediğime bakılmaz belki de günün ilk banliyö treni idi bu. Bilemiyorum. Caddeye paralel bir şekilde uzayan demiryolundan ağır ağır tren geçiyordu. O esnada yağmurun biraz dinmiş olması treni çok net görebilmeme imkân veriyordu. Gördüğüm kadarıyla trende fazla kimse yoktu. İnsanların bazıları yüz yüze oturmuşlar, kimileri yalnız bir şekilde...  
Kimi bir şeyler okuyor olmalı kimi anlamsız gözlerle dışarıyı seyrediyordu. Hepsinde kabullenişin sükûnu…
Sanki bir suçlu treni gibi görünmüştü gözüme. Kimdi bu insanlar, nereye gidiyorlardı?
Belki vardiyalı sağlık çalışanları, belki fabrika işçileri…
Sincan’dan Cebeci’ye giden trendeki insanlar gecenin ya da sabahın bu saatinde nereye gidiyorlar? Başkent Ankara’nın devlet dairelerinde gece bekçileri, temizlik hizmetçileri ya da odacılar olmalıydı bunlar. Devlet dairelerini bekleyecekler. Temizliklerini yapacaklar. Bakanlar, devletin takım elbiseli, kravatlı yüksek bürokratları ve her dereceden memurları, sabah mesaiye geldiklerinde pırıl pırıl mekânlarında göreve başlayacaklar. Çalışacaklar. Çok çalışacaklar. Tertemiz takım elbiseleriyle masa başlarında oturarak pamuk tarlalarında çalışan ırgatların sosyal güvenlik meselelerini tartışacaklar. Pamuğun taban fiyatı hakkında hararetli şekilde görüş alışverişinde bulunacak ve raporlar hazırlayıp üstlerine sunacaklar. Çıt çıt atölye sahiplerine, fındık tüccarlarına, orta ölçekli girişimcilere düşük faizli devlet destekli krediler ayarlayacaklar.  Kahvelerini yudumlarken de kahve ithalatı yapan pek muhterem iş insanlarımızın gümrük işlerini tanzim edecekler. Kahve taşıyan gemilerin uluslararası sularda güvenli seyri için gerekli tedbirleri masa başında alacak bu bürokratlar. Hatta ülkenin dış politika stratejisini oluşturacaklar.
İşte Sincan’dan gecenin ya da sabahın bu vakti banliyö treninde seyahat eden bu insanlar mesai başlayana kadar devlet dairelerini beklemek, temizliğini yapmak ya da çay kazanlarının altını yakmak için gidiyor olmalılardı. Yahut siyasi partilerin veya sendikaların genel merkez çalışanları da olabilirlerdi tabii. Başkentin banliyö semtinden merkezine doğru bu saatte neden gitsinlerdi ki? Tabii aralarında istisnalar da olabilirdi. Bu gidişi bir de yaşlı dedelerimizin ocak başı imgeleminden biliyorum. Daha eşit bir dünya için bir saat içinde evleri boşaltılarak trenlere doldurulan milyonlarca insan Orta Asya’nın buz kesen bozkırında seyahat halindedir hâlâ. Yolda ölenlerini trenin kapısını açarak bozkır boşluğuna terk ede ede giden trende. Nereye gidiyorlar? Daha adil; daha eşit bir dünyayı kurmaya. İroni, kesinlikle ironi, dedim kendi kendime.  90’ların sonrasında ironi öne çıkacak gibi görünüyor.
Hafifleyen yağmurun titreşimlerinin ötesinde ağır ağır tren gözümden kayboldu. Tam bu esnada deminki kaybolan adam beliriverdi. Evimizin tam karşısındaki binanın adına baktı ve kapısını itekledi, Kapı açıktı. İçeri girip lambayı yaktı ve tekrar dışarı çıktı. Elindeki kâğıda tekrar baktı. Kapı zillerini inceledi. Düğmeye bastı ve beklemeye başladı. Daha sonra tekrar tekrar bastı fakat öyle zannediyorum ki kapıyı açan olmamıştı. El kol hareketleriyle dövünür gibi yaptı ve oradan ayrıldı. Caddenin karşısına geçti yağmura aldırmadan; daha sonra fark ettiğim stop lambaları yanar vaziyette bekleyen eski püskü bir otomobile bindi ve oradan uzaklaştı. Perdeyi kapattım…
Şiir yazmak istiyorum. Yazamıyorum, uyumaya çalıştım uyuyamadım, derken ansızın acı acı kapının zili çaldı. Bu da kim ola bu saatte? Bu saatte dediğime bakılmaz sabah olmuştu belki de. Kapıyı açtım. Hırpani görünümlü, epeyce yağmur yemiş bir köylü. Tanıdım onu yağmur altında adres arayan kişiydi bu.
“Buyurun, kimi aramıştınız?”
“Fazilet apartmanı daire 5, değil mi burası?”
“Evet, dedim. A.’nın evi burası değil miydi? Kendisi, Bilmem Ne Bakanlığı’nda İnsan Kaynaklarında çalışır!”
“Hayır, dedim. Ben buraya taşınalı neredeyse üç ay oldu.”
“Tüh, buradan da mı taşındı o ...? (Galiz bir kelimeyi isim yaptı aradığı kişiye.) Bakanlıklarda işe sokacadı beni. Gitti davarın neyin parası da desene... Kaptırdık mı ne!”
Yüzüne bakakaldım. Kapıyı kapatıp apartmandan indi. Ben de pencereye koşarak köylünün apartmandan çıkışını görmek istedim. Arabaya doğru yürüdü hafifleyen yağmurun altında. Bir şeyler homurdanıyordu. Aracın açık penceresinden bakan şoföre: “Yörü möhtar yörü, uç kaada geldik.”

Eşitsizlik Okuma Oranını Düşürüyor

Merhaba Deniz Bey, çoğu okurumuz sizi Deniz’in Gözü ile Film Dünyası kitabınızdan tanıyor ama yine de okuyucularımıza kısaca kendinizden bahseder misiniz?

Adım Deniz Boyraci 1981 Kars, Digor’da doğdum. İlk ve orta öğrenimimi Digor'da, liseyi ise Iğdır Atatürk Lisesinde tamamladım. Daha sonra eğitim hayatımı İstanbul'da sürdürdüm İstanbul'da kısa bir süre gazetecilik yaptıktan sonra Avrupa'da yaşama kararı aldım. Uzun yıllardır Avrupa'da gazetecilik yapmaktayım. 2022 yılında kaleme aldığım "Deniz'in Gözü İle Film Dünyası" adlı eserimle edebiyat dünyasında okuyucularla buluştum. Yazma serüvenimi şöyle açıklayabilirim: İnsan okur öğrenir  bilgiyi biriktirir. Biriktirdikleriniz belli bir süre sonra içinizden dışarıya doğru taşmaya başlar. Bendeki yazma tutkusunu  artık içime sığmayan duygu ve düşüncelerimin taşması olarak adlandırabilirim. Bu tutku ve düşüncemi paylaşma isteğim beni böyle bir yolculuğa çıkarttı. Bu yolda öğrendiklerimi sizler için yazdım. Yazma tutkusu ve yeteneği heyecan verici hikâyeler yaratma  hevesi ve düşüncesi, aynı zamanda Bir olay örgüsü içerisinde yeni olanı, farklı olanı tanımak değerlidir. Benim için bu motivasyonla, duyguları ve değerleri realiteden fazla uzaklaşmadan kaleme almak önemlidir.

Deniz Boyraci

Okuduğunuz bir birinden güzel eserlerle ilgili duygu ve düşüncelerinizi okuyucuya akıcı bir şekilde aktardığınız ikinci kitabınız Deniz’in Gözüyle Kitap Dünyası Alaska Yayınevi’nden çıktı. Tebrik ederiz. Deniz’in Gözüyle Kitap Dünyası’nın ortaya çıkış sürecini anlatır mısınız?

İnceliğinizden ve güzel sözlerinizden dolayı teşekkür ederim. Daha önce okuduğum, içimde yer edinen ve önemli bulduğum  eserleri sizler için tekrar okuyup analizlerini yazdım. Bu eserlerin özellikle sosyolojik ve psikolojik açıdan sunduğu izleri takip ettim. Deniz'in Gözüyle Film Dünyası adlı kitabım çıktığında bu eserin bir kitaplar serisinin başlangıcı olduğunu söylemiştim. Deniz sizler için izledi, Deniz sizler için okudu ve izlenimlerini farklı bir perspektiften yazdı. Yeni kitabım  aslında bir sürpriz değildi, ilk kitabımdan sonra  ifade ettiğim gibi  "Denizin Gözüyle" adlı projemin bir parçası olarak okuyucularımla tekrar buluşuyorum. Bu sefer yolculuğum kitapların dünyasına oldu. Kitaplar dünyasındaki gezintimiz, farklı tarihlerde, farklı coğrafyalarda farklı kültürlerde olacak.

Kitabınızı okuyacak okurları neler bekliyor? Okurlarınıza neler söylemek istersiniz?

Bu kapsamlı bir soru olduğundan etraflıca cevap vermeye çalışayım. Bu eser için farklı türlerden kitaplar seçtim. Kitapları sadece okumadım onları hayal ettim, yaşadım yazarlarla yolculuklar yaptım. Derin analizleri sağlayan şey yazarları ve hayatlarını okumamdı, kitapların arka planları ve hikâyelerini mercek altına aldım. Şöyle ki: İnsan bir kitabı neden okur? İnsan merak eden bir canlıdır. Merak ettiği için okur.  Tecrübe etmeden tecrübe sahibi olmak için okur. İnsan merak eder, İnsan anlamak ister, insan ön görmek ister. İnsan sebebini bilmek ister, insan dünyasını değiştirmek ya da değişenin ne olduğu nasıl değiştiğini bilmek ister. İnsan okur... 

Her bir kitap yeni bir hayata başlamaktır benim için. Evreni, doğayı, kadını, çocuk olmayı, tiranı, tanrıyı, inancı, sevinci, aşkı, devrimi, evrimi ve daha sayamadığım nice gerçekliği anlamak için okur  Okuduğum eserlerin bende bıraktığı izleri yazdım. Her bir kitap ruhumun kendi bedenimden ve kendi yaşadığım andan kopup başka bir hayatı başka bir insanı tanımasıdır. Okuduğum her kitap bir hayata, bir tarihe, bir sosyolojiye bir insana yolculuktur. Yolculuk notlarımı kitaplaştırdığım bu eserimin okuyucularımı okuma yolculuğuna çıkarması dileğiyle yazdım.

Deniz'in Gözüyle Kitap Dünyası, Deniz Boyraci

Türkiye’de kitap okuma oranlarının düşük olmasıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Kitap okuma oranı toplumun eğitim düzeyini belirler, Son yıllarda Türkiye'de refah düzeyinde aşırı  bir düşüş ile birlikte sosyokültürel ortam, kutuplaştırıcı ve gerilim yüklü olduğu için insanlar kitap okuyacak bilişsel ve psikolojik düzeyden uzaklaşmıştır. Kendi temel insani ihtiyaçlarını karşılamada zorlanan, emeğinin hakkını alamayan ve kaygılarından kendisini arındıramayan bireylerin oluşturduğu toplumda kitap okuma oranının yüksek olması beklenemez.

Böylece toplum okuma alışkanlığı olmayan her toplum gibi birbirini anlama kabiliyeti düşük çatışma ve kavga ile problem çözmeye çalışan derdini ifade etmekte zorlanan bir hale dönüşmüştür. Bu şekilde,  neyi bilmediğinin farkında olmayan, bildiklerinin kendisine yeteceği sanrısını gören bireyler giderek artmaktadır ve toplumun iletişim kalitesi düşmektedir. Olgular ve kavramlar üzerine düşünmek yerine yalnızca gündelik kaygılar ve kavgalar pençesinde yıpranmaktadır. Siyasal rejimlerin belirlediği eğitim sisteminin okuma oranı üzerindeki etkisi büyüktür.  

Fırsat eşitsizliği, cinsiyetler arası  eşitsizlik yani genel olarak eşitsizliğin kendisi de okuma oranını düşürüyor.

Örneğin okumaya en uygun ve meyilli olan  kadınlardır, onlar sabırlarıyla yetenekleriyle, hayatı örmeleriyle çocuk yetiştirmeleriyle örnek iken en fazla onlar eziliyor Türkiye'de. Kadın, kadın olmasının yanı sıra anne ve ailedir. Bu durumda toplumdaki okuma oranı nasıl yükselsin? Toplum topallaştırılmış bir ayağı devre dışı. Bu durumu tedavi etmek düzeltmek lazım. Diğer taraftan çocukların bir kısmı işçi olarak çalıştırılıyor diğer yandan entelektüel olarak kazanımlar elde etmesi gereken yaşlarda bu yetiştirilme kalitesinden uzakta büyüyor.

Durum  içler acısı, dolayısıyla toplumun ekonomik refahın düşüklüğü, sosyal  refahın kaotik durumu, huzur ve adaletten yoksunluk  kitap okuma oranlarını negatif olarak besleyen  bir meseledir. Refah yükseldikçe okuma oranı yükselir okuma oranı yükseldikçe özgür ve doğru  seçimler yapılabilir.

Üzerinde çalıştığınız yeni bir kitabınız var mı? Okuyucularınıza ipucu verir misiniz?

Yeni kitabım toplumsal duyarlılık içerikli bir çalışma olacak. Ayrıca bir de şiir kitabı olacak. Bu sefer duyguların dünyasında gezeceğiz. Bu kitap çalışmaların henüz başlangıç aşamasındayım. 

Son olarak okuyuculara söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Konuşmamın başında bir kitap dizisinden bahsettim. Özellikle dijitalleşme ile beraber toplumda kitapların okunma oranları düştü, bu durum karşısında bende böyle bir eseri yazmanın doğru olduğuna inandım, yazdığım eseri okuyan insanlar bu kitap üzerinden 30 tane  kitabın bilgisine ulaşmış olacaklar. 30 yazarı tanıyacaklar, 30 tane olay örgüsüne merhaba diyecekler. Bu eserleri  okuyacaklar bir kitap ve hikâye rehberi niteliğinde okumaya özendirecek bir eser olmasını istedim.

Ayrıca  Deniz'in bakış acısıyla okudum, analiz ettim ama başarılı olmamın anahtarı okuyucularımın elinde. Kitabıma gösterilen ilgi, satın alınan her  kitap  bir destektir; unutmayalım bu yaklaşım ve ilgi yeni eserlerin ortaya çıkmasına vesile olabilecek en büyük etkendir. Biz yazarlarda okuyucunun reaksiyonuna bakarak ilham alır ve yazarız, okuyucularımız bizim aynamızdır, onlar isterlerse  bizi büyütebilirler de  küçültebilirler de.

Şunu da  söylemeden geçemeyeceğim: Bana göre kitaplar kutsaldır: Her din, her kültür ve her ideolojide insanlığa kitaplar rehberlik etmiştir. Bu kutsallığa yaklaşımımız layıkıyla olmalıdır. Kitaplara hayatımızda yer verelim. Kitaplar  anlayış konusunda insanı olduğundan çok çok daha iyi bir noktaya taşırlar. Kitaplar insanlara arkadaştırlar yoldaş ve sırdaştırlar. İnsan sağlığı ve hafızasını koruması açısından terapi ve ilaçtırlar.  Okuma ve yazma serüveni pozitif bir sirkülasyon gerektiriyor, onun için yazarları yazma serüvenlerinde yalnız bırakmayalım desteklerimizi sunalım onları yaşatalım ki, onlar da topluma iyi eserler sunabilsin. Okuma ve anlam yükleme yolculuğunuzda sizlerleyim.

1932-2025 © Edebiyat Gazetesi
ISSN 2980-0447