Karanfil kokulu çayıma eşlik eden akide şekerim ve fonda çalan Ludovico Einaudi’nin Experience isimli eseri eşliğinde Waal nehrine düşen yağmur damlalarını izledim bu sabah penceremden. Hafif buğulu hava, usulca çiseleyen yağmur, penceremin önündeki limon ağacımdan yayılan koku, ince belli bardaktaki çay ve o an sokakta gördüğüm yağan yağmura rağmen hızla bisikletinin pedalını çeviren kızıl saçlı kızın etkisi ile kendimi bir masalın içinde hissettim. Masalları severim ama “masalken misal olarak alıp, içselleştirmedik mi çoğu masalı?” diye de düşünürüm zaman zaman.
Masallarla büyüdük hepimiz. Çocukken dinlediğimiz masallar, farkında olmadan bilinçaltı korku, arzu, özlem, koşullanmalarımızı, hayattan, ilişkilerden beklentilerimizi, hayallerimizi, potansiyelimizi keşfetme ve kullanma cesaretimizi etkiledi. Dinlediğimiz, okuduğumuz masallarda Rapunzel saçlarını uzatarak alıkonulduğu kuleden kendisini kurtaracak prensi bekledi yıllarca. Uyuyan güzel ise prensin öpücüğü ile uyanabildi. Üvey annesi tarafından bir elma ile zehirlenen Pamuk Prenses ’in şifası ise bir prensin öpücüğünde saklıydı.
Çocukluğumuzda dinlediğimiz her masalda bir zorba, kurban ve kurtarıcı vardı. Farkında olmadan dinlediği her şeyi sünger gibi emip, bilinçaltına kaydeden yaşlarda idik. Atasal travmalar, yaşadıklarımız, okulda maruz kaldıklarımız ve şahit olduklarımız, epigenetik kodlar, izlediğimiz filmler, farklı ortamlarda günlük sohbetlere kulak verdiğimizde duyduklarımıza ek olarak dinlediğimiz masalların da etkisi ile bazılarımız dünyayı korkulan, pasif bekleyişte iken aniden gelen bir kurtarıcının sayesinde özgürlüğe, itibara, başarıya ancak o kurtarıcı sayesinde kavuşabildiğimiz bir yer olarak algıladık.
Bazılarımız ise dünyayı zorlu ve aşılması gereken sınavlarla dolu, türlü türlü zorlukların üstesinden tek başımıza gelmek zorunda olduğumuz, sürekli emek ve çaba göstermemiz gereken, sevdiklerimiz ve inandığımız davalar uğruna her türlü fedakarlıkta bulunmaya razı olarak yılmadan mücadele ettiğimiz ve nihayetinde mağduru zalimin elinden kurtardığımız bir alan olarak kodladık bilinçaltımıza. Bu ikinci grup için, mutluluk ve huzur başkalarının kahramanı olmaktan geçer oldu ilerleyen yıllarda.
Her ne kadar yaşananlar, şahit olunanlar, duyulanlar, okunanlar bilinç altı kodlarımızı oluştursa da tamamen aynı şeylere maruz kalan iki kardeşten biri kurban rolünü seçerken, öteki kurtarıcı rolünü de seçer oldu bazen.
Mizaç, zekâ, maruz kalınanları algılayış şeklimiz, doğum sıramız, ebeveynlerimizin bizlere yüklediği sorumluluk, misyon, bizlerden beklentileri ve tavırları da etkili oldu bu durumda. Özgür irademizle, tamamen otantik bir yerden üstlendiğimizi sandığımız görev ve sorumluluklar, yaşam tarzımız, koyduğumuz ya da koyamadığımız sınırlar, beklentilerimizi ortaya koyuş şeklimiz, ihtiyaçlarımızla kurduğumuz bağ, duygularımızı tanıma kapasitemiz ve düzenleme şeklimiz bile biz farkında olmadan aslında bilinç altı kodlarımızın eseriydi.
Hayatta öyle bir an geliyor ki kurtarıcı herkesin kahramanı olurken, kendine yetmez hale gelip, yorgun düşüyor. Ancak etrafına kümelenenler ondan beslenen, onun rehberliği ile ilerleyen, onun desteği ile zorluklarla başa çıkanlar olunca, kurtarıcı yorulduğunda yüzleşiyor içine girmiş olduğu yardım isteyemeyen ve alamayan haliyle. Ancak yine de başkalarının derdini çözme ve yardım etme döngüsünden kolaylıkla çıkamıyor çoğunlukla. Kurban rolündeki ise durumu ile daha zor ve geç yüzleşiyor belki de. Pasif bekleyişte olması ve her durumun dış koşullardan olduğu kabulünde olması nedeniyle kendisini kurtaracak, dayanak, destek olacak birini arama, bulma ya da bekleme halini sürdüren döngüde kalıyor çoğu zaman, biraz da yılların getirdiği tembellik ve tek başına bir şey yapamayacağına olan inancının da etkisi ile. Özetle kurtarıcı rolündeki de kurban rolündeki de Sisifos döngüsünde tutuklu kalıyor yıllarca.
Bazen, kurtarıcının maddi ve manevi kaynaklarından faydalanmaya alışan kurban rolündeki kişi zamanla zorba rolüne bürünüyor. Fakat, bu durumu ne kurtarıcı ne de kurban fark edip, kondurabiliyor bunu yılların içinde oluşan etkileşime. Bu döngülerden çıkma yolculuğu ise farkındalık ile başlıyor. Farkındalık ise bakan gözle, açık kalple, çokça acılı deneyim sonrası nasip oluyor çoğu insana. Önce farkındalık oluşuyor, sonra alternatif bir yaşamın ve farklı davranış kalıplarının da var olduğunu anlıyor insan okuduklarının, araştırdıklarının, gözlemlediklerinin ve de bazen dışarıdan aldığı profesyonel yardımın etkisi ile. Kişinin reflekse bağladığı hal ve tavırlardan arınmayı seçimi ile ise değişim ve dönüşüm başlıyor.
Farkındalık yolun yarısı derler, ama asıl zorlu olan farkında olduğumuz hal, tavır, inanç ve seçimlerimizin yerine kalp, beden ve akıl üçlemesine sağlıklı ve adil şekilde hizmet edecek ve bütünün de hayrına olacak yeni eylem ve tavırları hayata geçirmek bence. O zamana kadar Sisifos’la aynı kaderi paylaşmaya devam ediyoruz maalesef. Döngüden kolaylıkla çıkabilmek dileğiyle, aşk ve sevgiyle kalın…
Yazar Güz / Edebiyat Gazetesi / Haziran 2025 / Sayı 29
Hiç yorum yok
Yorum Gönder