Neden Savaşıyorsun Yasin?

“Anneciğim, Yaşasın, Yüzme kulübünde Milli Takıma seçildim. Belki Olimpiyatlarda yarışabileceğim” dedi. Annesi, “İnşallah oğlum. Hayırlısı olsun” ...
0

“Anneciğim, Yaşasın, Yüzme kulübünde Milli Takıma seçildim. Belki Olimpiyatlarda yarışabileceğim” dedi. Annesi, “İnşallah oğlum. Hayırlısı olsun” diye cevap verdi. Bommmmmm. Tam bu sırada bahçeden gelen bomba sesiyle neye uğradıklarını şaşırdılar. Yasin ne olduğunu anlayamadan annesinin yanına koştu.

Şaziye İnceler Ekici Yazdı: Neden Savaşıyorsun Yasin

“Anneee, ne oluyor? Savaş artık bizim bahçeye kadar geldi mi? Bu bomba da nereden çıktı?” Evdeki bütün hizmetçiler ve aşçı da koşarak evin hanımının oturduğu salona koştular. Aslında Mart ayının güneşi tüm parlaklığı ile insanın içini ısıtan, ışığı ile karamsarlığa yüz tutmuş şehrin her noktasını aydınlatan bir gündü. Ta ki 15 Mart 2011 tarihine kadar...

Bu tarihte başlayan iç savaş anlaşılmaz bir biçimde kontrol altına alınamıyordu. Devlet kendi insanına eziyet etmeye başlamıştı. Hiçbir Kara bağlantısı olmamasına rağmen ABD ve Rusya Suriye'nin iç işlerine müdahil olmuşlar ve yaptıkları silah sevkiyatı ile Halkı birbirine düşürmüşlerdi. Diğer şehirlerde olan terör ve iç savaş demek buralara kadar gelmişti. Suriye ile 911 KM. Sınırı olan Türkiye sınırındaki YPG ve IŞID Saldırıları ve tehdidine karşı sınırlarını korumak zorunda kalmış ve ister istemez bu iç savaşa müdahil olmuştu. 

Yasin, henüz 14 yaşında, konuşkan sevecen, uzun boylu ve cana bir ergendi. Konuşurken yeşil gözleri ışıl ışıl parlardı. 

Ailesi ile beraber Suriye'nin İdlib şehrinde oturuyordu. İdlib, Suriye'nin Kuzeybatısında bulunan ve aynı isimli Yönetim Bölgesinin Merkezi olan şehirdir. Halep şehrine 60 KM uzaklıktadır ve Türkiyenin Hatay şehrine komşudur. Al-Mansuri Ailesi Osmanlı Zamanında İdlib şehrine yerleşmiş, Türkmen kökenli ailelerdendi. Erkekleri çok çalışkan ve ticaret zekası ile kabiliyeti olan adamlardı.

Bu aile ticari zekası ve çalışkanlığı sayesinde İdlib'in ileri gelen zengin ailelerinden birisiydi.. 150 kişinin istihdam edildiği bir tekstil fabrikaları vardı. Köşk yavrusu, havuzlu, bahçelerinde dört mevsim rengarenk çiçek açan evlerinde aşçılar, bahçıvan ve evin hizmetçileri çalışırdı. Evin kültürlü, görgülü ve güngörmüş bir Hanım olan Meryem Hanım sadece çocukların bakımı, eğitimleri ve evin diğer ihtiyaçları ile meşgul olurdu. Bahçeye düşen bomba herkesin suratında korku ile beraber anlaşılmaz ifadeler oluşmasına sebep oldu. İç savaş buralara kadar gelmiş miydi?

Korku, tedirginlik ve sıkıntıyla geçen gecenin ertesi günü, daha gün ağarmadan eve gelen, kollarında YPG bandajları olan asker kılıklı adamlar evin babasını ve iki oğlunu götürdüler. Meryem Hanım Ve diğerlerinin karşı çıkmaları hiç fayda etmemişti. Hamit Al Mansuri Hanımına: 'Merak etme Hanım. Birkaç saat sonra geri geliriz inşallah' dedi. Fakat o gün ve gece gelen giden olmadı. Kabus gibi karanlık geçen gecenin sabahında Meryem Hanım polis karakoluna gitti. Ömründe adım dahi atmadığı taş merdivenlerden çıkarken başına neler gelebileceğini hesaplamaya çalışıyordu. Fakat elleri boş, yüzü üzüntüden sararmış bir bitkinlikle karakoldan çıkıp eve geldi.

Gittikleri günden beri ne eşinden ne evlatlarından hiçbir haber yoktu. Meryem Hanımın gecesi gündüzüne karışmış, sorabileceği herkeslere sormuştu. Büyük bir çaresizlik içinde yorgunluktan yarı uyur, yarı uyanık bir haldeyken kapı çaldı. Gelen Hamit Beydi. İki günde sanki 20 yaş birden çökmüş, avurtları kemiklerine geçmiş, gözlerindeki fer sönmüştü. Hamit Bey'i ilerleyen yaşı ve sağlık sebepleriyle salıvermişlerdi. Diğer iki oğlu yargılanmak üzere ismi bilinmeyen ve kim olduklarını bilmediği birileri tarafından başka bir yere götürülmüştü. Hamit Bey ise her gün Karakola gidip imza vermek şartı ile salınmıştı. Hamit Bey defalarca karakolda polislere sorulmasına rağmen hala neyle suçlandıklarını öğrenememişti. Evde gergin bir bekleyişle beraber hayat devam ediyordu. Evin küçük oğlu Yasin normal olarak okula gidip geliyordu. Fakat ne derslerde bir ilerleme, ne de bir başarı söz konusuydu. Öğretmenlerin çoğu derslere gelmiyor ya da gelemiyordu.

14 yaşında olan bir ergen olan Yasin zaten okulu ve dersleri pek sevmezdi. Akşamın puslu karanlığı çökmeye başladığı halde hala eve gelmemişti. Meryem Hanım huzursuzlanmaya başladı. Fakat ortalığı telaşa vermemek ve eşini de huzursuz etmemek için fabrikayı aramadı. Akşam Hamit Bey eve gelince oğlunu göremedi.

“Yasin nerede hala gelmedi mi o Haylaz?” dedi. Meryem Hanım telaşlı cevap verdi.

"Gelmedi bey, Sabahleyin ısmarlamıştım erken gel diye fakat hala gelmedi."

Hamit Bey sinirlendi. “Bıktım sizin bu lakayt  tavırlarınızdan.  Oğlu başka problem, anası başka problem. Ben nelerle uğraşıyorum ya Rabbi.” dedi. 

Hemen Yasin'le aynı sınıfa giden arkadaşını aradı. Öğrendiğine göre Yasin okuldan çıkmış eve geleceğini söylemişti. “Meryem Hanım, Sınıf Öğretmeninin ve arkadaşlarının telefon listesini getirir misin” diye seslendi ve sırayla öğretmenlerini ve arkadaşlarını aramaya başladı. Hiç kimse bir şey bilmiyordu. En sonunda sınıf arkadaşı Ahmet, Yasin'in, yanında duran bir arabanın yanına gittiğini ve arabadakilerle bir şeyler konuştuğunu ve sonra arabaya binip gittiğini söyledi.  Ahmet Bey öfkeyle üzüntü arasında gidip geldi. Alnında boncuk boncuk ter birikmişti. Suratı,  yüzünden kan fışkıracakmış gibi kıpkırmızı oldu. Ağzı kurumuş dili ağzında dönmez olmuştu.

“Benim tansiyon İlacımı getirin” diye seslendi.  Başını ellerinin arasına alarak düşünmeye başladı. “

“Oğlum neredesin” diye inlercesine bir cümle döküldü ağzından. İki oğlu zaten nerede olduğu belli olmayan bir yerlere götürülmüştü. Hamit Bey daha fazla dayanamayıp oturduğu koltukta yan tarafa yığıldı.  Meryem Hanım panik ile eşinin yanına gidip gömleğinin düğmelerini açtı.

“Yetişin, çabuk gelin buraya” diye seslendi. Hizmetçilerin yardımıyla Hamit Bey'i koltuğa uzattılar. Hamit Bey hırıltı ile nefes alıp nefes veriyordu . Sanki nefes aldığında veremeyecekmiş, verdiğinde de alamayacakmış  gibi hırıltılı bir nefesti bu. Meryem Hanım hemen özel doktorlarını aradı. Doktor gelip muayene ettikten sonra acil müdahalede bulundu. Gerekli ilaçları yazdıktan sonra Hamit  Bey biraz rahatladı ve derin bir uykuya daldı. Doktor Hamit Bey'in bir kalp krizi geçirdiğini ve sakin ve stresten uzak bir hayat yaşaması gerektiği konusunda Meryem Hanımı uyardı.  

Meryem Hanım bu kasvetli ve ilaç kokan ortamdan çok huzursuz olmuştu. Biraz önce Hamit Bey'in konuştuğu ve oğlu hakkında bilgi aldığı çocuğu tekrar aradı. Çocuğun anlattığı kişileri ve arabayı tanımıyorlardı. “Neler oluyor böyle,  Suriye nereye gidiyor böyle, oğlum nerede?“ diyerek ağlamaya başladı .Aslında çok metanetli ve dayanıklı bir kadındı. Fakat artık gücünün tükendiğini ve sabrının bittiğini hissediyordu .

“Allah'ım sen yardım eyle!  Allah'ım sen yavrumu bize bağışla! diğer oğullarımı  da  sen kurtar” diye dualarla sesli sesli ağlıyordu. Kendisi de sağlık sorunları yaşadığı için ilaçlarını içti ve bir süre sonra gözlerinde yaş, uykuya daldı. Hamit bey sabah uyanınca  kahvaltı bile yapmadan oğlunun okuluna  gitmek için yola çıktı. Okulda öğretmenler ve sınıf arkadaşlarıyla görüştü Fakat Yasin'in nereye gittiği hakkında hiçbir malumat edinemedi. Delirmek işten bile değildi .Hamit Bey niye üzüleceğini şaşırmıştı. Meçhul bir yere götürülen iki oğluna mı üzülsün  iki gündür kayıp olan çocuk yaştaki küçük oğluna mı üzülsün, bilemiyordu. Çaresiz ne yapacağını bilmez bir halde fabrikaya doğru yola çıktı .Yolda giderken göğsünün sıkıştığı ve sırtıyla  çenesinin ağrıdığını hissetti .

Fabrikaya geldiğinde giriş kapısının yanındaki bekçi kulübesine yürürken yere yığıldı. Bekçi hemen yanına koştu ve onu bir sandalyeye oturttu . Hemen acil hastane numarasını çevirdi ve gelen ambulans Hamit Bey'i alarak hastaneye götürdü.  Meryem Hanım'a  haber verdiler. Kadın hemen şoförü çağırarak hastaneye gitti. Hastaneden Aile Doktorlarına haber ettiler. Hastanede Meryem hanımı  eşinin yanına almadılar. Doktorla sadece koridorda konuşabildiler. Hamit Bey bir kalp krizini daha atlatmış görünüyordu. Doktor Meryem Hanımı tekrar uyardı ve “ 3 .krizde  kurtaramayız” dedi.

Meryem Hanım dönüş yolunda Yasin'in okuluna tekrar uğradı. Hala bir haber yoktu. Bu arada uzaklarda arada sırada patlayan silah veya bomba sesleri çoğalmaya başladı. Meryem Hanım eve ulaşalı  2 saat geçmişti ki,  zil çaldı .Her an tetikte olan ve  bir haber almak kaygısıyla panikleyen Meryem Hanımın elleri ve ayakları titremeye başladı.  Hizmetçi Kapıyı açınca gayri  ihtiyarı bir çığlık attı . 

“Hoş geldiniz küçük Bey,  bu ne hal ? Ne oldu size?” dedi. Yasin üstü başı kir pas içinde, gömleğinin düğmeleri kopmuş,  pantolonu yırtılmış ve kafasından sızan kanla  perişan bir halde kapıda duruyordu. Meryem Hanım kapıya koştuğunda oğlunun perişan halde  görünce metanetli  olmaya çalışarak

“Hoş geldin yavrum, nerede kaldın?  Meraktan öldük !” dedi. 

Yasin “Hele bir içeri gireyim de anlatacağım Anne”  dedi. Hemen ayakkabılarını çıkararak banyoya yöneldi. 

“Anne, Ben banyoya giriyorum. Bana temiz iç çamaşırları ve pijamaları mı getirir misin”  diye seslendi. Meryem hanım oğlunun istediklerini hazırlayıp banyoya götürdü.

Yasin ellerini ve yüzünü yıkarken kafasından akan  kanlarla yüzü gözü kan içinde kalmıştı. Meryem Hanım oğlunu tekrar kanlar içinde görünce içi acıyla burkuldu. “Aman Allah'ım, oğlum ,Ne yaptılar sana diğer hıçkırdı?”

“Tamam anne geldim işte. Duştan çıkayım anlatacağım sana.” dedi.

Meryem Hanım kalbinin acısını içine gömüp yutkundu ve hemen eşini aradı.

“Hamit Bey, gözümüz aydın,  Yasin eve geldi. Perişan, üstü başı yırtılmış bir vaziyette,  hatta hafif yaralı. Fakat hamdolsun sağ salim eve geldi . Şimdi duşa girdi. Nerede olduğunu söylemedi. Çıkınca anlatacak” dedi. 

Meryem Hanım bütün bunları bir solukta, öyle hızlı söylemişti ki Hamit Bey anlamakta güçlük çekti .

“Efendim ? Gerçekten mi ? Oh çok şükür.  Beni sakinleştirmek için söylemiyorsun değil mi? Tamam ben de hemen geliyorum eve” dedi. 

Hamit Bey hastanede hemen doktorla konuşup çıkış yapılmasını rica etti ve şoförü arayarak gelip kendisini almasını söyledi. Eve geldiklerinde , Yasin de duştan çıkmış ve temiz elbiseler giymişti. Hep beraber salonda oturdular . Anne ve babası oğullarının gözünün içine bakarak ne anlatacağını merak ediyorlardı. Yasin anlatmaya başladı.

 “Önceki gün, okul çıkışında siyah bir minibüsle gelen adamlar benim yolumu kestiler. Abimlerin nerede olduklarını bildiklerini, onlarla konuştuklarını ve abimlerin bazı istekleri ve talepleri olduğu için beni onların yanına götürmek istediklerini söylediler. Söz konusu abimler olunca hiç tereddüt etmeden kabul edip minibüse bindim. Hemen elimden telefonumu alıp size haber vermemi engellediler. Arkadan biri kafama vurduğu için bayılmışım. Sonra beni bilmediğim bir yere götürdüler. Ellerimi, ayaklarımı ve gözlerimi bağladılar. Ben Abimleri görmek istediğimi söylediğimde bana,

“Sen de pek safmışsın,  sana gerçekten onları göstereceğimizi mi sandın? Seni babandan fidye almak için kaçırdık” dediler. Her yer karanlık olduğu için saatin kaç olduğunu hiç bilmiyordum . Adamlardan biri telefonla konuşup yanımıza geldi.

“İşlerin çok çetrefilli bir hale geldiğini, durumların çok karıştığını söyleyip fidye işini şimdilik unutacağız” dedi. Gözlerim bağlı olduğu için yüzlerini göremedim. Fakat birinin kadın gibi ince , iç gıcıklayıcı bir sesi vardı. Oradakilere, “Boşu boşuna bu kadar uğraştık.  Allahtan bu herif yüzümüzü görmedi. Hemen geri götürelim.” dedi. Daha fazla seslerini ve konuştuklarını duymamı istemediler. İçlerinden biri yanıma gelip burnuma bir şey değdirdi. Tekrar bayılmışım. Ne kadar öylece kaldığımı bilmiyorum. Sabah olmuş herhalde. O ana kadar duymadığım, başka birinin sesini duydum. 

“Şu ana kuzusuna biraz haddini bildirelim. Kendisinin hiçbir şeyden haberi yoktur. Fakat Babası ve abileri rejim düşmanıdır. Şunu biraz dövelim de bu akıllansın, onlar gibi olmasın.” dedi.

Sonra kafamı, sırtımı, karnımı, her tarafımı tekmelediler. Ellerim bağlı olduğu için kafamı bile koruyamadım. Sadece düştüğüm yerde, taşın üzerinde büzülebildim. Daha fazla birşey hatırlamıyorum. Uyandığımda şehir dışındaki çöplüğün kenarındaydım. Allah'tan Ellerimi çözmüşler. Eve yürüyerek gelebildim” dedi  Meryem Hanım oğlunun anlattıklarını dinledikçe renkten renge giriyordu.  Hamit Bey öfkeden yumruklarını sıkmıştı.  Olanlar karşısına hiçbir şey yapamamanın çaresizliğiyle, dudakları kurumuş, gözleri kırıp kırmızı olmuştu. 

İlerleyen günlerde ne suçların ne olduğunu, ne de iki oğlunun nereye götürüldüğünü öğrenemedi. Aradan 6 ay geçtiği halde ne iki evladından bir haber,  ne de işlerinde bir düzen vardı. İşçiler kafalarına göre izine çıkıyorlar, ya da hasta oluyorlardı. Zaten ham madde olmadığı için üretim de yapamıyorlardı. Hamit Bey işçiler parasız kalmasın diye maaşlarını ve tazminatlarını ödeyerek büyük bir zararla fabrikayı kapatmıştı. Fakat artık dayanma gücü kalmamıştı .

Günün akşamında  Meryem Hanım'la Suriye'nin durumunu, iç savaş ve rejimin insanlara yaptığı eziyetleri konuşup bir yol haritası çizmeleri gerektiğini anlattı. Birkaç hafta içinde içinde yaşadıkları bu Konak hariç fabrikayı ve ellerindeki malları satmayı planladılar. Hamit Bey Türkiye'deki akrabalarıyla irtibata geçti . Bu arada iç savaş iyice kızışmıştı.  Bir taraftan rejimin  baskıları diğer taraftan teröristlerin saldırıları insanları çaresiz bırakmış ve iyice huzursuz etmişti. Suriyeli kadınlar eşlerini kaybettikleri için yiyecek ekmek bulamıyorlar ve her yönden fakir ve muhtaç hale gelmişlerdi . Okullar kapalı olduğu için çocuklar aç bilaç sokaklardaydılar. Fırsat bulabilenler bütün varlıklarını bir bavulla doldurup Türkiye'ye iltica etmek için yollara düşmüşlerdi.

Hamit Bey iki oğlunu bulmak ve yerlerini öğrenmek için Dedektif bile tutmuştu. Fakat nafile!  Hiç bir sonuç elde edemediler. Nerede olduğunu hiç kimse bilmiyordu. Fakat Şam yakınlarında bir Hapishane olduğunu ve o hapishanede akıl almaz işkencelerin uygulandığını ve girenin bir daha çıkmadığını öğrenebilmişlerdi. Bu muamma, çaresizlik ve bilinmemezlik sonucunda acil bir kararla öncelikle Yasin'i  İstanbul'a, dayısının yanına göndermeye karar verdiler.

II. Bölüm

Yasin yağmurlu ve fırtınalı bir günde hayalinde canlandırdığı ve asla ulaşılamaz  olarak gördüğü İstanbul'a gitmek için Uçağa bindi.  Yanında özel eşyalarının olduğu bir bavul ve bir miktar para vardı. Yasin'i havalimanında İstanbul'da oturan dayısı Salih Bey karşıladı. 

“Yeğenim Maşallah, ne kadar büyümüşsün? Neredeyse tanıyamayacaktım seni” dedi.  Büyük bir heyecan ve  muhabbetle, yürekten gelen içtenlikle yeğenine  sarıldı. “Çok özlemişim seni!  Dur, seni doya doya bir kere daha koklayayım , memleket kokusunu getirdin bana” dedi. Yasin'in dayısı 30 sene önce İstanbul'da bir sarrafla arkadaş olmuş ve altın ticaretine başlamıştı. Şama İstanbul'dan altın götürüyor, Şam'daki kullanılmış eski altınları İstanbul'a getirerek yenileriyle değiş  tokuş yapıyorlardı .

Zamanla işler o kadar yoğunlaştı ki, Salih bey Şam'da  kendine bir ortak bularak kendisi işlerle ilgilenmek ve yerinde takip etmek için İstanbul'da kalmak zorunda kaldı. Böylece zamanla işlerinin iyi gitmesi, İstanbul'un cazip bir Ticaret Merkezi olması ve bu şehrin  çekici güzelliği onu İstanbul'a iyice bağladı. Zamanla Şama gidiş gelişleri gittikçe seyrekleşti.  Bu arada işleri takip eden  güvenilir bir ekip kurmuştu. Salih Bey  30'lu yaşlara geldiğinde sağ kolum, varlık sebebim dediği,  İşletme Fakültesi mezunu Nuran Hanım'la evlendi . Nuran Hanım derin bilgisi, cesur atılımları ve tecrübesiyle Salih Bey'in işlerini yönetti. Çiftin 2 evladı dünyaya geldi ve onlar da ana babalarının  yolundan giderek iktisat ve  işletme okuyarak işleri devralma seviyesine geldiler.

 Salih Bey yeğeninin omzuna eline atarak yürümeye çalışırken, “Maşallah Yasin, boyun beni geçmiş. Nasılsın yeğenim anlat bakalım?” diyerek O’nu konuşturmaya çabalıyordu. Yasin uçaktan seyrettiği bu devasa şehrin güzelliği  ve büyüklüğü konusunda hala şaşkındı . Fakat dayısın bu sıcak  karşılaması , heyecanı ve sevgisi onun konuşmasına yardımcı oldu. “İyilik dayı’ dedi.” “ Herkesin ve bilhassa da annemin çok çok selamları var.  Babam işleri toparlayınca onlar da gelecekler. Abimlerden hala bir haber yok.  İç savaş bizim oralara da sıçrayacak gibi. Zaten bazı bölgelerde çok yoğun savaş var. Artık biz Türkmenlere ne huzur ne de rahat var. Ben burada okula başlamak istiyorum hayırlısıyla. Sonrası Allah Kerim” dedi. 

Yaşı henüz 18 bile olmamış yeğeninden böyle bir olgunluk beklemeyen Salih Bey oldukça şaşırmıştı. Aklı bir karış havada bir ergen olan Yasin, vaktinden evvel olgunlaşmış, hayatı ve geleceği hakkında kafa yorar hale gelmişti.  

“Ne dersin dayı, ben burada Üniversite okuyabilir miyim?”  diye sordu.

“Tabii okuyabilirsin yeğenim. Bunun için ne gerekirse yaparım. Fakat benim oğlan  yani senin abin bu konuda bana göre daha tecrübeli ve  bilgilidir. O sana daha iyi yardımcı olur. Gerekirse özel dersler aldırırım sana . Söyle bana,  sen ne okumak istiyorsun ?” dedi. “Dayıcığım benim gönlümden Tıp okumak geçiyor.  Malum Suriye'de,  bakımsızlık ve iç savaştan dolayı çok hasta insan var.  İnsanlara en iyi hizmet  böyle olur diye düşünüyorum.  Bilmem yapabilir miyim?”

Dayı ve yeğen sevinçle evlerinin yolunu tuttular.  Evde kuzenleri ve yengesi tarafından muhabbetle ve coşkuyla karşılandılar. Yasin ve ev ahalisi türlü yiyeceklerle ve yemeklerle bezenmiş  olan yemek sofrasına oturdular ve bir yandan da sohbete başladılar. Salih Bey “Evlatlar,  Bugün aramıza ve evimize yeğenim geldi. O sizin hiç bilmediğiniz bir dünyadan geliyor. Burada yepyeni bir hayata başlayacak.  Bu süreçte hepimize çok iş düşüyor. Bilhassa sizler yeni nesil ve Üniversiteliler olarak araştırma yapacaksınız ve Yasin'in buraya adapte olmasına yardım edeceksiniz. Bu arada sizin yardımınıza da çok ihtiyacımız olacak” dedi . 

Oğuz hemen atıldı. “Tabii ki babacığım. Kuzenim Yasin gelmiş, hoş gelmiş. Onun okul işlerini ben takip ederim. Yarın hemen Milli Eğitim Müdürlüğüne giderek okuduğu Lise için denklik alırız. Üniversiteye hazırlık sürecinde özel okullar ayarlarız ve hangi üniversiteyi istiyorsa  ona göre bir yol haritası çizeriz” dedi.

“Ha bu arada İstanbul'u tanıtma ve gezdirme işini de ben üstlenirim.” diye ilave etti. 

Salih Bey yeğeninin sağ salim İstanbula geldiğini, okul ve denklik için hemen çalışmalara başlayacaklarını Suriye'deki kardeşine telefonla haber etti.

Yasin'in ailesi İdlib'te  adeta ateş üstündeydi. Hamit Bey  iki büyük oğlundan hala haber alamamıştı.  Sanki dünya yıkılmış altında kalmış gibi omuzları düşmüş ve gayri ihtiyari kafasını sağ tarafına yatırıp kaldırıyordu. Bu hareketi artık bir tik olmuş konuşurken yemek yerken sürekli kafasını yana yatıyordu. Bunu fark edince de hemen kendi geliyordu. Bu iki senede saçları bembeyaz olmuştu. Fabrikaya satacak birilerini  bulamayınca kapısına kilit vurmak zorunda kaldı. Evdeki hizmetçileri ve bahçıvanı süresiz izine  çıkartarak elinde kalan son imkanlarla paraları ve alacaklarını toparladı. 

Aradan 6 ay gibi bir zaman geçince Meryem hanımla beraber Lazkiye  limanından Mersin'e, Oradan da İstanbul'a geldiler. Artık onlar için ikinci bir hayat başlıyordu.

III. Bölüm

İKİNCİ HAYAT

İstanbul hayallerin şehri! Hayallerde büyüyen, kimilerinin aşık olup geldiği, şairlerin şiirlerini süsleyen, sokaklarla heyecan, evlerinde gizem saklayan bu şehir Yasin'in ve ailesinin hayata yeniden başladığı bir kurtarıcı olmuştu. Yasin o sene Tıp fakültesini kazanma ve  hayalindeki mesleğe kavuşma arzusuyla büyük bir hırs ve hevesle ders çalışıyordu. Salih Bey, Hamit Bey ile beraber ikinci bir kuyumcu dükkanı açtı. Hem çevreyi tanıma,  hem de ailesinin geçimini sağlamak için bu zorunluydu.

Meryem Hanım da hiç boş durmuyor, bir taraftan Türkçesini ilerletmek için kitaplar okuyor diğer taraftan ailenin yemeklerini yapıyordu. Ev çok büyük olduğu için şimdilik idare ediyorlardı. Nuran Hanım ileriyi gören, girişimci ve çok iyi niyetli bir kadın olduğu için, Meryem Hanım onların evinde kendini hiç misafir gibi hissetmiyordu. Adeta evin hanımı olmuştu. Bir süre sonra Meryem Hanım muhtaç olan Suriyeli aileleri desteklemek için Nuran Hanım'la konuştu. Hemen bir çalışma başlatıp muhtaç Suriyeli mülteci ailelerin listesini çıkarttılar ve onlara yardım etmek için bir dernek kurdular. Bu dernekle muhtaç ve ihtiyaç sahiplerine maddi yardımlar yapılırken, çocukların okul ve kayıt işlerinde de yardımcı oluyorlardı. Ayrıca bedensel ve psikolojik travmalar yaşayan kişilere gönüllü doktor ve Psikologlar tarafından destek veriliyordu. Dernek kısa sürede yaptığı hizmetlerle Kendinden söz ettirmeye başlamış ve bir hayırseverin bağışladığı apartman dairesinde faaliyet yapıyordu.

Henüz Tıp fakültesinin 3 sınıfında olan Yasin her gün derneğe uğruyor gençlere ve çocuklara dersler veriyordu. Aradan geçen aylar ve yıllar Suriye'deki durumu iyileşmesi bir tarafa daha da kötü ve içinden çıkılmaz bir hale götürdü. Bir taraftan Rusya'nın destek verdiği Esat rejimi , diğer taraftan İran'ın desteklediği gruplar Suriye'nin masum halkına nefes aldırmıyordu. Öte yandan terörist PKK'nın yönlendirdiği terörist gruplar halkı öyle bir duruma getirdiler ki insanlar ne yapacağını bilmez bir hale gelmişlerdi. Bir tarafta Kürt devleti kurma hayali ile gençleri kaçırarak dağa çıkmaya mecbur eden ve ellerine silah veren PKK, diğer taraftan mecburi askerlik için silah altına giren gençler bulunuyordu. 

Her türlü zorluğa rağmen Türkiye Cumhuriyeti Suriyeli mültecilere kucak açmaya devam ediyordu. Bu da her açıdan hem mültecilere hem devlete, hem de onlara karşılıksız yardım eden gönüllerin işini daha sonra sokuyordu. Bu arada Yasin Tıp fakültesini bitirdi ve İstanbul'daki Şehir Hastanesinde staja başladı. Hastane dışında bir dakikasını bile boşa geçirmeyip hem kendini geliştiriyor,  hem de ailesine ve mültecilere yardım etmek için sürekli koşturuyordu.

Nihayet Aralık 2024 senesine gelindiğinde Beşar Esad rejimi çözülmeye başladı ve Şam'ın düşmesi ile sonuçlanarak Esad ailesi Diktatörlüğü sona erdi. Yasin'in ailesi geri dönüş hazırlıklarına başlarken Yasin'e geri çeviremeyeceği bir teklif geldi. Çalışmanın, gayretin, iyi niyetin, vatanını sevmenin ve temiz kalpli olmanın verdiği bir hediyeydi bu. Yasin’i arayan yeni kurulan hükümetin Başbakanı idi ve Yasin'e Sağlık Bakanı olması için güzel bir teklif sunmuştu.

Şaziye İnceler Ekici / Edebiyat Gazetesi / Haziran 2025 / Sayı 29


Hiç yorum yok

Yorum Gönder

1932-2025 © Edebiyat Gazetesi
ISSN 2980-0447