Rüya, uykularımızda bize eşlik eden, günlük yaşantımızı olumlu ya da olumsuz etkileyen, her gün karşılaştığımız bir kavramdır. Türkçe Sözlükte rüyanın karşılığı düş. İki mecazi anlamı var. Gerçekleşmesi imkânsız durum, hayal. Gerçekleşmesi beklenen ve istenen şey, umut. Rüya Arapça bir kelime. Bu yazıda sözcüğün bu anlamlarını sınırlandırarak uykuda görülen rüyadan bahsedeceğiz.
Rüyalarına gereğinden fazla anlamlar yükleyen insanlar olduğu gibi bu işten para kazanan rüya yorumculuğu yapıp para kazanan insanlar bulunmaktadır. Gün boyunca rüyanın etkisinde kalarak yaşamı kendisine zehir eden insanlara rastlanmaktadır. Rüyayı neden görürüz, bunun sebebi bilim adamlarınca araştırıldı. Psikoloji biliminin önemli isimlerinden Freud’a göre bilinçaltı kavramı bilinç kadar önemlidir. Günlük yaşamdaki duygularımız, isteklerimiz umutlarımız, hayallerimiz, öğrendiğimiz bilgiler bilinçaltında depolanır.
Uykuya daldığımızda bilinçaltımızda sakladıklarımız rüya yoluyla bilince çıkar. Freud bu yönüyle rüyalara büyük önem verir. Freud’un Edebiyatta en çok etkilendiği isim olan Dostoyevski eserlerinde rüyaya önem verir.
Yeraltından Notlar ve Öteki gibi psikoloji ağırlıklı romanlarında kahramanlarımız gördükleri rüyaları gerçek gibi düşünüp, gerçeklerle bağlarını koparınca toplum onları dışlama yoluna gider. Gerçekle düşü ayırt edemeyen roman kahramanları sonunda yıkıma uğrarlar. Savaşlar, göçler, depremler gibi toplumsal yıkımların yoğun olduğu dönemlerde insan psikolojisi bozulur ve bu durum rüyalara yansır. İkinci Dünya Savaşı’nın acılarını yaşamış olan Frankfurt Okulu yazarı Teodor Adorno, Rüya Kayıtları adlı eserinde gördüğü rüyalardan bahsetmektedir. Nazi Almanya’sının düşünüre yaşattıklarını günlüklerinde görüyoruz. Rüyalarından nasıl etkilendiğine örnekler verelim:
Frankfurt, Ocak 1954
Hoparlörlerden Hitler’e ait olduğu aşikar bir ses şu konuşmayı yapıyor: “Tek kızım dün trajik bir kazaya kurban gitti. Bunun kefaretinin ödenmesi için bütün trenlerin raydan çıkmasını emrediyorum.” Kahkahalar atarak uyandım.
Hamburg, Mayıs 1954
Damarlarımın şişip, patlayacak kadar sertleştiğini hissettiğim bir gece gördüğüm rüya. Bazı iğrenç ve küçük hayvanlar kargaşa çıkarıyor. Oyuncak biçimindeki bir triceratops disiplini sağlamak için ortaya çıkıyor ama hiçbir şey olmuyor ve nihayetinde o da diğer hayvanlardan ayırt edilemeyecek hale geliyor.
30 Temmuz 1954
Rüyamda L’yi gördüm. Çok zarif görünüyordu ama karşımda bir ölünün suratı kadar solgun bir suratla oturuyordu. İki kardeş gibi birbirimize sarıldık. Bu kadar kötü görünmesinin sebebini sordum. “Çok hastayım.’’ “Neyin var peki?’’ Kanser. Onu böyle söylemekte vazgeçirmeye çalıştım. Ne kadar iğrendiğimi belli etmemeye çalıştım ve ona ne kanseri olduğunu sordum, şu yanıtı verdi, koltuk kanseri.
Portekiz Edebiyatı’nın dünyaya tanıttığı Fernando Pessoa, mutluluğu tema olarak işlediği eserlerinde düşlerinden bahsetmektedir: “Çok düş kurdum ben. Bunca düş kurmuş olmaktan yorgunum ama düş kurmanın kendisinden yorulmuş değilim kesinlikle… Düşlerimde her şeye sahip oldum. Uyandığım zamanlar oldu ama bunun ne önemi var? Kaç kez imparator oldum kim bilir? İmparatorluğum yalnızca düşlerde geçerliydi ve işte bu yüzden gerçekte hiçbir şey olamadım.’’
Türk Edebiyatı’nda rüyalar önemli bir işlev görmektedir. Âşıklık geleneğinde rüya motifi geleneğe giriş ritüeli işlevi görmektedir. On beş yaşına gelen delikanlı köyde çeşme başında ya da mezarlık gibi tenha bir yerde uykuya dalar. Rüyasında Pir elinden bade içer. Pir, aşığa bağlama çalmayı öğretir. Kısmeti olan kızı gösterir. Âşık uyandığında önce kendine gelemez. Birisi bağlamaya dokununca kendine gelip çalmaya başlar. Diyar diyar dolaşıp türkü söyleyerek nasibini arar. Hacettepe Üniversitesi hocalarından Prof. Dr. Umay Günay’ın çalışması Âşık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi adlı eserinde yüzden fazla âşıkla görüşülmüş ve birbirine benzeyen hikâyeler derlenmiştir. Âşık Mahsuni Şerif, Himi Şahballı ve daha birçok âşık gördükleri rüyaları anlatmış ve geleneğe nasıl girdiklerini anlatmışlardır.
Yunus Emre şiirinde şöyle der:
Geldi geçti ömrüm benim
Şol yel esip geçmiş gibi
Meğer bana şöyle gelir
Bir göz yumup açmış gibi
Modern Edebiyatımızda rüyalara sıkça yer verilmektedir.
Nazım Hikmet’ten bir alıntı:
Gönlümün yolları öyle ıssız ki
Görmedim üstünde bir rüya bile
Ahmet Haşim’in şirinde rüyalar:
Altın kulelerden yine kuşlar
Tekrarını ömrün eder ilan
Kuşlar mıdır onlar ki her akşam
Âlemlerimizden sefer eyler
Akşam, akşam yine akşam
Göllerde bu dem bir kamış olsam
Orhan Veli Kanık’ın ünlü şiirinin ismi rüyadır.
RÜYA
Annemi ölmüş gördüm rüyamda
Ağlayarak uyanışım hatırlattı bana
Bir bayram sabahı
Gökyüzüne kaçırdığım balonuma bakarak
Ağlayışımı
Edebiyatımızda romanlarda, hikâyelerde rüyalardan yararlanılır. İnsanı tanıyıp anlatmaya çalışan edebi metinler için rüyalar psikolojik malzeme sunmaktadır.
İnsanları robotlardan ayıran bir özelik de rüya görmeleridir. İnsanlar duygusal varlıklardır. Rüya yorumları insanların iç dünyalarını yansıtan yorumlardır. At görmek murattır, çocuk görmek aileye çocuk geleceğini gösterir gibi yorumlar insanları rahatlatır. Kötü rüyalar olan kâbuslar da insanları olumsuz etkiler. Rüyalarımız bizim psikolojimizi yansıtır. Yazımızı Melih Cevdet Anday’ın Telgrafhane adlı şiiriyle bitirelim.
TELGRAFHANE
Uyuyamayacaksın
Memleketin hali
Seni seslerle uyandıracak
Oturup yazacaksın
Çünkü sen artık o sen değilsin
Sen şimdi ıssız bir telgrafhane gibisin
Durmadan sesler alacak
Sesler vereceksin
Uyuyamayacaksın
Düzelmeden memleketin hali
Düzelmeden dünyanın hali
Gözüne uyku giremez ki
Uyuyamayacaksın
Bir sis çanı gecenin içinde
Ta gün ışıyıncaya kadar
Vakur metin sade
Çalacaksın
Ellerine sağlık Fırat hocam.
YanıtlaSil