Mustafa Bilgücü: İnsan Kendinin Kılavuzu Olmalıdır

Edebiyat Gazetesi olarak Alaska Yayınları’ndan çıkan Roman Fabrikası kitabının yazarı Mustafa Bilgücü ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

Merhaba Mustafa Bey, okuyucularımıza kısaca kendinizden bahseder misiniz? 

İlk kitabım bilim kurgu türünde 20 Ağustos-Bir Kıyamet Öyküsü isimli bir roman. İkinci kitabımı irili ufaklı dergilerde yayımlattığım öykülerin derlemesi şeklinde Roman Fabrikası adı altında okurla buluşturdum.

Yazar Mustafa Bilgücü

Yazma yolculuğunuzdan kısaca bahseder misiniz? 

Sizi kültürel alanda kitap yazmaya yönlendiren nedenler nelerdir? (Kamuda memur kadrosunda görev yapıyorum. Şöhretli ve zengin insanlar gibi bir yaşam sürmek, dikkat çekmek, tanınmak, parmakla gösterilmek, ünlü olmak, çocukluğumdan beri içimde olan isteklerdendi. Yeteneklerimin farkında olmaya başladığım gün hayal kurmanın, kendimi yazarak ifade etmenin benim içimde olduğunu gördüm. O günden beri yazmaya devam ediyorum. Edebiyatla uğraşmaya yukarıda saydığım ve benim içimde olan arzulara ulaşmak ve kendimi ifade edebilmek için başladım. İnşallah hayatımın sonuna kadar da yazmaya devam edeceğim.

Bu yolculukta size kimler destek oldu? 

İnsan kendinin antrenörü, öğretmeni, kılavuzu olmalıdır. Bu yolculukta kendimden ve içi edebiyat sevgisiyle dolu insanlardan ilham aldım. Bunun haricinde ailemin desteği elbette ilk sırada gelir.

Bugüne dek yayınlanmış tüm öykülerinizin yer aldığı Roman Fabrikası isimli kitabınız Alaska Yayınları’ndan çıktı. Tebrik ederiz. Kitaplarınızda okurlarınızı ne gibi sürprizler bekliyor?

Bu kitaptaki öykülerde anlatılan konular, karakterler, düşünceler yerli edebiyatımızın belki de yadırgayacağı, anlamakta zorlanacağı, kavramakta güçlük çekeceği hikayelerle örtünmüş olarak okura sunuldu. Ufkun ne kadar uzakta olduğunu bilenler için bu öyküler nimet değerinde.

Başucu yazar ve kitaplarınız nelerdir? Yazarların ve kitapların hayatınıza nasıl bir etkisi oldu? 

Bilim kurgu edebiyatı benim için ilk sırada gelir. Bunun yanında hayatla kalem arasındaki bağlantıyı koparmamış her yazar benim için kıymetlidir. Herkesin sevdiği ve okuduğu yazarları ben de sever ve okurum. Ama onlara A şeklinde kokarlarsa bana B şeklinde kokarlar bu yazarlar ve kitapları. Gotik edebiyat ve korku edebiyatı da ilgimi çeker. İşin içine umudun ve hayal gücünün karıştığı her kitap benim için değerlidir. Olması gereken de budur.

Üzerinde çalıştığınız yeni bir kitabınız var mı? Okuyucularınıza ipucu verir misiniz? 

Üçüncü kitabımı roman şeklinde okurla buluşturmak istiyorum. Bu bilim kurgu türünde ilginç bir hikayesi olan roman yine insanı tahlil ediyor. Kitap tamamlandı. Yayımlanma aşamasında. İnşallah bunun da okurla buluşması beni mutlu edecektir.

Son olarak okuyuculara söylemek istediğiniz bir şey var mı? 

Kendi tecrübelerime dayanarak şunu söyleyebilirim ki, içimin umutla dolu olduğu zamanlarda yazarlık mesleğini icra eden herkesin “ilham” olarak adlandırdığı içsel dışa vurum beni tepeden tırnağa alıkoyuyor. Bu zamanlarda hiç yazma isteğim ve fikrim olmasa bile elime kalemi aldığımda bir şekilde içimdeki şeyler dışarı kendiliğinden taşıyor. Bu umudun oluştuğu zamanlarda en güzel satırlara dokunan kalemimin elimdeki parmaklardan bile daha değerli olduğu hissine kapılabiliyorum bazen. Umudun olduğu zamanlarda bir parlamaya, şimşek çakmasına benzer bir his damarlarımda dolaşıyor. Bu his âşık olduğunuz zamanki duyguya çok benziyor. 

Mutlu olduğum zamanlarda içimdeki yaramaz çocuğun kelimelerin yerlerini değiştirerek kendi oyun bahçesinde kendi kendine mutlu olduğunu görebiliyorum. Onun kendi halinde mutlu olması beni de derinden mutlu ediyor. Bir şeyleri beklemeye hiç gerek yok. Yazmaya başlamadan önce bu içsel enerjinin doyuma ulaşmasını arzulamak bir şeyleri üretmenin ilk adımı olsa gerek. Bunun zamanla, mekanla, mevsimlerle, maddi durumla, geçici ya da kalıcı şeylerle ilgisi yok. Bazen insan bir hapishanede en güzel eserini meydana getirebilir. Ya da bazen dünyanın en görkemli manzarasına bakarken bile elindeki kalemi kımıldatamayabilir insan. İnsanın içindeki o yaramaz çocuğun umudunu kaybetmemesi gerek. Yaramaz çocuk kendi kendine eğlenirken bitmek bilmeyen zihinsel devinim kendini kâğıt üzerinde öykü ya da roman olarak belli ediyor ve güneşin doğması, anne karnındaki bir bebeğin attığı tekmeler, sevdiğiniz insanın yüzünü görmek misali duygu devinimleri yaratıyor. Bu zamanlarda ortaya çıkması gereken satırlar kendiliğinden ortaya çıkıyor. Bu şartları oluşturmak insanın elinde mi bilemiyorum. Belki elinde, belki değil. Ama formül bu. Aksi durumda da yazdığım zamanlar var. Ama o zaman yeterince hayal edemediğimi fark ettim. Yaratıcılığı kanatmak için gereken oluşumun insanın yüzündeki gülüşle ya da içindeki derinlemesine hareketli canlılıkla doğrudan ilişkili olduğu kanısındayım. Okurlar da bunun farkına varıyor. Kimse yağmurlu bir havada bisiklete binmek istemez. Elbette onun da bir zevki vardır. Ama güzel olan güneşli bir yaz gününde insanın kuş sesleri eşliğinde bisiklete binmesidir. Bunun farkında olan insan kendini neyin mutlu ettiğini bildiğinden iyi edebiyatın hangi kalemin telinden seslendiğini çok net görebiliyor. Umuyorum hayat bizleri bu umudun hiç bitmediği edebi eserlerle ve onlara kulak olmuş kişilerle karşılaştırır.

1932-2024 © Edebiyat Gazetesi
ISSN 2980-0447