Öykü: Sekiz Mart Ali

Yazar Kadir Ersoy'un Edebiyat Gazetesi'nin Şubat sayısında yayımlanan Sekiz Mart Ali isimli öyküsünü sizlerle paylaşıyoruz.

Didem her zamanki gibi sabah erkenden üniversite öğrencilerine kahvaltı hizmeti verdiği topu topu beş masadan oluşan minik pastanesinin kapısını açıp çayı, kahveyi ısıtmış, tost ekmeklerini hazırlamıştı. Ama kafası karmakarışıktı.

öykü, sekiz mart ali, kadir ersoy,

Sabah tam evin kapısından çıkarken annesi ona yan komşularının tanıdığı, Bursa’da küçük bir fabrikası olan, 40 yaşındaki saygın bir adamın evlenme teklifi gönderdiğini söylemişti. İki yıl önce İstanbul’da üniversiteyi bitiren Didem, işsizliğin kol gezdiği o yıllarda hiçbir yerde iş bulamamış, Bursa’ya dul annesinin yanına dönmüş ve ellerindeki son birikimleri ile mesleğiyle hiçbir ilgisi olmayan bu minik pastaneyi açmış, zor şartlarda evi geçindirmeye çalışıyordu.

Üniversitede iyi arkadaşlar edinmişti ama bir birliktelik yaşamamış veya düşünmemişti. Şimdi ise Bursa’da şu yaşadığı şartlar altında görücü usulü dışında tanıdığı veya istediği biriyle evlenme şansı yüzde kaç olabilirdi ki? Birden çalan cep telefonu daldığı konudan uyandırdı onu. Arayanın üniversiteden arkadaşı Ali Çağlar olduğunu görünce çok şaşırdı. Hemen açtı.

“Ali? Bu ne sürpriz? İki yıl sonra… Çok şaşırdım. Neredesin, ne yapıyorsun?”

“İstanbul’dayım Didem. Askerliğimi bitirip geldim ve bir işe girdim. Bir arayayım dedim. Nasılsın?”

“İyiyim… Ne olsun işte. Fazla bir değişiklik yok… Şakacı arkadaşım, senin okulda bize yaptığın şakaları bile özler oldum. Sana o eşek şakaların nedeniyle çok kızardık ama sensiz de olamazdık. Bizi hem çok şaşırtır hem de güldürürdün… Ne güzel günlermiş . Özlemişim vallaha”

“Yalnız bu yönümü mü hatırlıyorsun ya? Lakabım neydi, bi düşünsene!”

“Aaa… evet. Sekiz  Mart Ali!... Ha-hah-haaa… Unutur muyum hiç ya. Hiç bir Sekiz Mart Kadınlar Gününü unutmaz, nereden bulduğunu bilmediğimiz çiçekler alır, sınıfımızdaki tüm kızlara dağıtır, bizi kutlardın. Diğer erkek arkadaşlar sana hem kızar hem de kendileri bunu düşünememiş olduklarından seni kıskanırlardı. Sana Sekiz Mart Ali lakabını takmışlardı. Ama bir şeyi de kabul et, bize öyle şakalar yapıyordun ki, ne zaman doğru söylüyorsun ne zaman yalan söylüyorsun hiç anlamazdık ve açıkçası senin sözlerine hiç güvenmezdik.  Sonunda iyi kalpli ama sözüne güvenilmez arkadaş imajı oluşturdun, yalan mı?” 

“Haklısın. Hiçbir kötü düşüncem yoktu tabii, ama… Ne desen haklısın… Neyse, yarın günlerden ne?”

“Sekiz Mart”… Kısa bir sessizlik oldu. Sessizliği Ali bozdu, “Askerliğim nedeniyle geçen yıl becerememiştim. Yarın Bursa’ya gelip gülünü takdim edeceğim. Eşantiyon olarak bana bir sarılıp yanağımdan öpersen hiç itirazım olmaz doğrusu.” 

Didem’den bir kahkaha koptu. Sabah sabah arkadaşı onu eski günlerdeki gibi yine neşelendirmişti. Ali sözlerine devam etti: “Yalnız bu sefer ufak bir sürprizim var. Gelmişken sana evlenme de teklif edeceğim!”

Didem şaşırdı kaldı. Sonra kendini toparladı.

“Ali, bak yine bir şaka yapıyorsun!  Böyle hassas konularda şaka olmaz. Duymamazlıktan geliyorum.” 

Ali hemen atıldı. “Hayır, hayır, Vallahi şaka değil.” Biraz durdu, sonra “ Yani… Kabul etmezsen tabii ki anlayışla karşılarım. Arkadaşlığımıza bir zararı olmaz.”

“Konu o değil Ali. Biraz garip bir tesadüf ama daha bugün bir evlenme teklifi aldım ve yarın akşama kadar bir cevap vermem lazım. Yani beni oyalama lütfen. Kafam yeterince karışık zaten.”

“Hayır, hayır. Sakın kimseyle evlenme. Sabahtan hemen otobüse atlayıp geliyorum. En geç 12'de oradayım. Veya şöyle diyeyim. Saat ikiye kadar gelmemişsem istediğin kişiyle evlen… Anlaştık mı?”

Aslında Didem’in içi bir hoş olmuştu. Tercih yapması gerekirse tabii ki arkadaşı Ali’yi seçerdi. Ama zamanında onun öyle şakalarına maruz kalmıştı ki…  Bu seferki ise şaka olduğu takdirde çok kırıcı bir durum olurdu. İçindeki ümidi gizli tutmaya çalışarak anlaştık dedi. “İkiye kadar senden haber çıkmazsa, artık sen yoluna ben yoluma.” Sonra iyi niyetlerini dileyip telefonu kapattılar.

Ertesi gün Didem için tarifi imkânsız bir gündü. Pastanesini açmadı. Bu heyecanla eli ayağına dolaşacaktı. Evde gözü duvardaki saatte, kulağı telefonda bekliyordu. Saat iki oldu… Üç oldu… Üçü geçti… Beşe kadar sabretti… Sonra üzgün bir halde annesinin yanına gitti. Komşuya, tavsiye ettiği adamın evlenme teklifini kabul ettiğini bildirmesini söyledi. Ali maalesef yine şakasını yapmıştı.

Ertesi gün işe giderken canı çok sıkkındı. Her sabah bakkaldan gazete alır öyle giderdi. Onu bile unuttu… Unutması belki de daha iyi oldu.

Gazetenin üçüncü sayfasında bir köşede ufak bir haber vardı: “Sekiz mart günü İstanbul’dan Bursa’ya gitmekte olan şehirlerarası bir yolcu otobüsünün sabah on bir civarı Bursa yakınlarında bir şarampole yuvarlanması sonucunda Ali Çağlar isimli bir genç hayatını kaybetti.”

1932-2024 © Edebiyat Gazetesi
ISSN 2980-0447