Türk Edebiyatının Ödül Gerçeği

Edebiyat Gazetesi'nin on dördüncü sayısında yayımlanan Umut Özkan'ın Türk Edebiyatının Ödül Gerçeği başlıklı yazısını paylaşıyoruz.

Yaşamın her alanında da bir dostun, arkadaşın ya da ötekinin başarısından mutlu olunmuyor. Bu davranış her yere sinmiş durumda. Her yer buram buram ego ve bencillik kokuyor. Nerede o engin, koca gönlümüz? Hani, halk türkümüzün dizelerinde ne güzel dile gelir: Gel ha gönül havalanma / Engin ol gönül engin ol / Dünya malına güvenme /Engin ol gönül engin ol 

Türk Edebiyatının Ödül Gerçeği

Rıfat Ilgaz'ın şiirindeki insanlar gündelik yaşamın kahramanlarıdır. Yaşam içinde bu tiplere okulda, sokakta, markette çok karşılaşırız. Ilgaz dizelerinde bu tipleri hem betimler hem de anlatır: Bakıyoruz, kısırlar daha kısır  / Sinsiler daha sinsi. / Cüceler, bücürler, / Küçükler daha da küçük... / Ah hele onlar, / Yaşamadan kimliklerini eskitenler...

Ödül ve başyapıt tartışması yazınımızın önemli konularındandır. ‘Marifet iltifata tabidir’ diye kalıplaşmış bir söz vardır. Eğitim seviyemizden insan ilişkilerimize kadar tüm davranışlarımız sadece “Ben” üzerine şekillenmiştir. “Biz”in demagojisi, polemiği çok yapılır ama hep ‘istemem yan cebime koy’ durumu vardır.  Kentleşme süreçlerimizi iyi incelemek lâzım. 21. yüzyıldayız, “Bizim Köy”ü aşamadık. Kahramanlarını, olay örgüsünü, konusunu ve ana fikrini bu çağa uydurmak için sürekli bir çaba içindeyiz. Ondan hiç ders almadık. Yazınımızda da böyle. Şükrü Erbaş haklı çıktı. “Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz?” Herkes birbirinin kurdu, çukur kazma ile meşgul. Ben hep çırak kalıyorum.     

Ödül denince aklıma bir Yunus Nadi ödül töreni gelir. Fakir Baykurt'un, Yılanların Öcü'nün birinci olması. Her şey çok açık ve şeffaftır. Seçici kurulda Azra Erhat'tan Yaşar Kemal'e, Yakup Kadri’den Halide Edip Adıvar'a kadar uzayan bir yazar grubu….

Yaşar Kemal perde arkasında bir mücadele içindedir. Derler ki Atılgan, bu yenilgiden sonra içine kapandı. Manisa'ya, memleketine inzivaya çekildi. Bir başka iddia: Atılgan içe dönük bir insandı, o ödülle ilgisi yoktur. Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam’ı ile Yılanların Öcü arasındaki mücadele seçici kurulda devam etmiştir. Ancak Yaşar Kemal'in tavrını Baykurt'tan yana koyması Yunus Nadi Roman Ödülü’nü almasını sağlamıştır. Yaşar Kemal, seçici kurul üyelerine Baykurt ile bir teşekkür ziyaretinde bile bulunmuştur. O günden bugüne, bu ödüllerin dağıtımının “ölçme ve değerlendirmesi” hep tartışılmıştır. Her ödülün bir perde arkası vardır. Bu doğaldır. Seçici kurul üyelerinin her birinin farklı değerlendirme ölçütleri de vardır. Bu değerlendirmeler bir tutanakla gün yüzüne çıkıyor mu bilmem. Duyarım. Birçok ödülün perde arkası tartışmalarında “Aslında onun hakkıydı ama içimizdeki bir boşboğaz onu önce açıkladı, geri dönemedik.” Ya da “Aile onu istedi.” Veya “Diğerini hiç tanımıyoruz. Çok iyi bir dosyaydı ama...” Şeklinde bir günah çıkarma hep vardır. Bugün daha farklı, önce seçici kurul “bize yakın” insanlardan oluşturuluyor. Sonra “Bize yakın” aday belirleniyor. Ödülü sen, ben, bizim oğlan arasında paylaştırılıyor… Hepsi böyle yapılıyor da demiyorum. Bir çoğu kuralına göre de yapılıyor 

Bir yazar ya da şair istemez mi ödül almak? Hele bu bir ustanın adına düzenlenmişse. Bu usta Refik Durbaş'ın dizelerindeki gibi bir ustaysa o sevinçle hayali bile cihana bedel der. O hayalle şartnamenin tamamı bir kurşun kalem ile tek tek çizmeye başlarız, nüshaları ayrı ayrı çoğaltır, “elden kabul edilmez” notu dikkatlice tekrar okunur. Yıllar önce yine bir büyük ustanın adıyla açılan ödül için başvuruda bulunmuştum. Beş dalda ödül veriliyordu. Seçici kurul oluşturulmuştu. Kuruldaki her üye farklı dallardaki değerlendirme kurularında da vardı. Bir büyük özgüvenle başvurdum. Önce başvuruya alınan ürünler ön değerlendirmeden geçiriliyordu. Son değerlendirmenin ardından ödüller açıklanacaktı. Tam 10 yıldır verilen bir ödüldü. 10 yıldır değerlendiren kurul hiç değişmemişti. Bu ödül  yurtta efsanesi hâlâ süren bir isim adına veriliyordu. Baktım, eserimle ben de varım. Çok sevindim. Başvurular da önceden açıklanmıştı. İki isim gözüme çarptı, “Bu işte bir şeyler var. Bu ikisinden biri kesin ödülü alır.” dedim. Arkadaşlarıma da söyledim. Dediler ki “O kadar olmaz, o senin hüsnü kuruntun.” Fakat olan oldu. Ödülü 2 defadır alan kişi yeniden aldı. Şimdi böyle bir şey olur mu? O büyük ustanın ismine saygısızlık değil mi? Bu tip ödüller, hem genç kuşakları teşvik etmek amacıyla hem de adına ödül konulan kişiyi yaşamı, kişiliği ve eserleriyle yeni kuşaklara tanıtmak ve yaşatmak için verilir. “Bu işlerde de bir eş dost kapitalizmi mi var? Akrabayı taallukat işi mi var?” diye zaman zaman düşünmüyorum desem yalan olur. Yaptıkları işin yanlış olduğu ortaya çıkmasın diye, bir gönül alma işi olarak, “Biz başvuruları kitap yapacağız. Bu da bir ödüldür.” diye bir açıklama hemen gelir. 

Aslında yazınımızda bunlar hiç tartışılmıyor. Sürekli seçici kurullardaki şu isim ya da bu isim üzerine tartışmalar açılıyor. “Bunlar neden her yerde seçici durumda?” deniyor.  İnsanın olduğu yerde objektif kriter ile eser değerlendirilemez ise bu böyle gider anlayışı yanlıştır Gelin bir ödül çalışma grubu kurulsun. Yazar ve edebiyat sivil toplum kuruluşları bir ödül ve başyapıt çalıştayı düzenlesin. Burada ödüllerin adından seçici kurulun belirlenmesine hatta eser değerlendirme ölçeğine kadar her şey tartışılsın. Bu işler yazılı kurallara göre yapılsın. Yoksa bu  hep konuşulur, tartışılır Dergilere, panellere konu olur , havanda hep su dövmeye devam edilir.

1932-2024 © Edebiyat Gazetesi
ISSN 2980-0447