Orkun Cabi: Çifte Kumrular

Yazar Orkun Cabi'nin Edebiyat Gazetesi'nin haziran sayısında yayımlanan Çifte Kumrular isimli yazısını sizlerle paylaşıyoruz.

Sabah camda öten kumru sesiyle uyandınız mı hiç? Bir  arkadaşımla sohbet ederken sabah camdaki kumruların sesiyle uyandığını ve kumru sesini sevmediğini söyledi. Çok hüzünlü ve iç karartıcı buluyormuş. Bu tip yargılar, geçmişten gelen çağrışımlarla ilgili olabilir mi diye düşündüm. Çocukken mutsuz zamanlarında sabah pencerenin önüne gelip öten kumruları hatırlamak ile mutlu bir çocukluk anısında sabah duyduğun kumru sesini hatırlamak, bizim ileride kumru sesini sevip sevmememizde etkili oluyor mu acaba? 

Orkun Cabi: Çifte Kumrular

Benim kumru deyince aklıma gelen ise, Samsun Ladikli olan dedemin Ladik’te hiç kumru olmamasına üzülmesi, bir çift yakalayıp götürebilsem yaşarlar mı acaba diye düşündüğünden bana bahsetmesi idi. Belki de dedemle olan anılarımı hatırlattığı için kumruları seven biri olarak  arkadaşım da kumru sesini sevmesi gerekliymiş ya da ben kumruları sevdirme misyonu ile görevlendirilmişim gibi kumrularla ilgili, kumruya itibar kazandıracak özellikleri saymaya başladım. Doğadaki nadir tek eşli canlılardan biri kumru. Hatta eşine o kadar sadık bir kuş ki, eşlerden biri ölünce diğeri kalan ömrünü yalnız tamamlıyormuş. Bunda muhtemelen kumruların sanayi devriminden geçip kapitalist düzene başlayamamasının etkisi büyük. Saf ve temiz kalpli kumrular kendi ana babalarından gördükleri ve hatta Alfred Adler’in ‘‘İnsan Tabiatını Tanıma’’ kitabında bahsettiği, insanın yetiştirilirken farkından olmadan kendisine öğretilen rolleri oynaması gibi, kendilerine verilen doğadaki tek eşlilik rolünü saf bir şekilde oynamaya devam ediyorlar. Halbuki biraz gözü açılan bir kumru güvercinin biri ile takılsa belki de hayatı sorgulayacak.

Ama yine de modern dünyada bazı değerlerin korunmasını istiyorsak, kumruları takdir etmek ve örnek göstermemiz gerekmektedir. Balkonumuza yuva yapan kumruları yavruları yumurtadan çıkana kadar koruyup kollamak ve balkonu kirletmelerine müsaade etmek boynumuzun borcu.

Tabi kuşlardan bahsetmişken, insan kuş ilişkisinde, insana en yakın kuşlardan olan muhabbet kuşlarını da es geçemeyiz. Hemen hemen her çocuğun anılarında yer eden muhabbet kuşları ile ilgili okuduğum en komik şey, internette gördüğüm muhabbet kuşu fotoğrafının altına yazılmış yazı idi. ‘’Bir tane zengin evinde görmedim muhabbet kuşu, fakirliğin turnusolü gibi hayvan’’ yazmıştı biri, çok gülmüştüm. Çok katılmasam da kedi köpek beslemenin maliyeti yanında hem daha az masraflı hem de daha az meşakkatli bir ev hayvanı olarak muhabbet kuşları birçok çocuğun eve hayvan alalım ısrarlarına son çare olarak tercih sebebi olmuştur.

Oğlum ufakken biz de benzer ısrarı yaşayınca, haliyle soluğu evcil hayvan dükkanında aldık. Satıcıya sordum, muhabbet kuşu alacağız ne alalım. Adam dedi ki; size alışmasını istiyorsanız tek almanız lazım. Tek alacaksanız da erkek alın, erkekler konuşur. Ufak bir şaşkınlıktan sonra tamam dedik. Ben dişilerin konuşma ihtimalinin daha fazla olacağını ve daha cana yakın olacaklarını tahmin ederdim. Tabi satıcıyı dinledik ve bir tane erkek kuş aldık geldik eve. Oğluma sordum ismi ne olsun. Nuri olsun dedi. Akvaryumcunun talimatları doğrultusunda ilk birkaç gün bulaşmadık Nuriye, kendi haline bıraktık. Sonra da eve alışınca saldık kafesinden salona. Nuri de bize alıştı ve üstümüze başımıza,abjure konmaya ve her yeri kirletmeye başladı doğası gereği. Aradan kısa bir zaman geçti, tabi bizim oğlanın da hevesi geçti. Baktım Nuri ilgiden, sevgiden yoksun bir şekilde kafesinde mutsuz mutsuz yaşıyor. Bir akşam işten gelip kanepenin köşesinde otururken, solumdaki mahsun Nuri ile göz göze geldim, o bir anlık göz teması esnasında Nuri ile kurduğum empati sonucunda şu fikre kapıldım. Dedim ben Nuri’nin yerinde olsam, yalnız başıma kafesin içinde bütün gün, zaten Amistad filmi gibi özgürlüğüm elimden alınmış, hayattan bir beklentim yok, önüme konulan karışık yemi yemek dışında. Yalandan koydukları bir top, bir salıncak bir de ayna. Artık yüzüme de bakan yok. Eee, ne beni mutlu ederdi diye sordum kendi kendime? Bunun üzerine, dedim hiç olmazsa yanında bir sevdiceği olsun,   samanlık seyran olur. Şehirler arası yolda giderken tarlaların ortasındaki yalnız evlerde yaşayan insanlar, bir ömrü nasıl geçiriyorsa, bir eş de bu Nuri’ye can yoldaşı olur. 

Ertesi gün kuşçunun yolunu tuttum. Tabi empatiyi abarttığım gibi, aşırı hümanizmle birleşince, ütopik düşünceler aldı beni. Normal insan gibi kuşçudan bir dişi muhabbet kuşu alıp gelmek varken, kuşçuya dedim ki; ‘biz erkek kuşa eş almak istiyoruz’. Adam da ‘seç Abi oradan’ dedi, bir sürü kuşun içinde olduğu kalabalık kafesi gösterip. Dedim ‘ben öyle istemiyorum’. ‘Nasıl yani?’ dedi adam. Dedim ‘ben bizim kuşu size getirsem, sizin kafese koysak, bir süre takılsa diğer kuşlarla, sonra eşini seçtiği zaman gelip ikisini alsam’. Adam dedi ki, ‘abi olur mu öyle şey’. ‘Sen buradan al bir tane dişi kuş, onlar birbirlerine alışır’. Dedim ‘ben istiyorum ki, bizim Nuri sevdiğine varsın’. Adam ‘yok Abi’ dedi, ‘olmaz’. ‘Sonra senin kuşta hastalık varsa benim kuşlara taşır. Kuşlarım ölür, sermayeden oluruz’. Baktım kuş sevdiğine varacak diye akvaryumcu sermayeyi riske etmiyor. ‘Tamam’ dedim ‘o zaman ver bir tane’. ‘Seç abi’ dedi. Neyse seçtim şöyle işveli, cilveli görünen bir tane, aldım eve götürdüm. Kafese koyduk Nuri’nin yanına. Baktım Nuri acayip sevindi. Hemen yanına gitti, yanaşmaya çalıştı. Sırnaşmaya öpmeye falan çalışıyor, tabi hayvan ne zamandır yalnız. Diğeri de bir sürü kuşun arasından alınıp getirilmiş, diskolarda gezerken görücü usulü evlendirilmiş yeni gelin gibi mutsuz. Sana mı kaldım der gibi Nuri yanaştıkça gagalıyor Nuri’yi. O ara bunları seyrederken oğlana sordum ‘adı ne olsun’. Bu sefer ‘Margalo olsun’ dedi bizim oğlan. Yeni gelin sanki ismini duyunca daha da bir havaya girdi. Nuri ile Margalo, Nuri’ye yabancı gelin getirmiş gibi olduk.  Ama Nuri azimli çıktı. Baktım sürekli peşinde. Birkaç gün Margalo’nun ağzından girdi burnundan çıktı ve sonunda sevdirdi kendini, bağlamayı başardı Margolo’yu kendine. Sonraki günlerde bunlar bir sohbet bir muhabbet, bir aşk yaşıyorlar. Tamam dedim bu iş oldu. Ben gereksiz hassasiyet göstermişim. Kuşçu haklıymış. Neyse bir süre daha Nuri ve Margalo’yu evimizde yedirdik içirdik, misafir ettik. Sonra da oğlanı ikna ettikten sonra verdik ikisini de  bir bir yere, kafes temizleme işinden kurtulduk. 

Onlar erdi muradına biz çıkalım kerevetine diye bitirelim bu hikayeyi de o zaman. Bu da şu demekmiş; başka insanların mutluluğuna ortak olmak ve bundan kendilerine düşen payı almak. Kalın sağlıcakla.

1932-2024 © Edebiyat Gazetesi
ISSN 2980-0447