Pilav Üstü Nohut - Seyahatlerden Anılar

Edebiyat Gazetesi'nin on dördüncü sayısında yayımlanan Kadir Ersoy'un Pilav Üstü Nohut başlıklı yazısını sizlerle paylaşıyoruz.

İnşaat ihalesi kazanmış bir şirketle iki seneliğine Lojistik Müdür sıfatıyla çalışmak üzere Ukrayna’ya gitmiştim. 1991 yılıydı. Ben gitmeden birkaç sene önce meşhur Çernobil faciası olmuş ve boyutunu bizlerin tam bilmediği radyasyon sızıntısı ülkede insanlar ve yiyecek v.s. her şey üzerinde bayağı zarara sebebiyet vermişti. Aradan yıllar geçmişti ama asıl mesleğim olan Kimya Mühendisliği nedeniyle radyasyonun ürünlerin üzerinden, özellikle de sudan kolay kolay çıkmadığını gayet iyi biliyordum. Zaten pazardaki yerli meyve ve sebzelerin çok garip büyük boyutlarda ve eğri büğrü görüntüleri radyasyonun tesirinin tam geçmediğinin ispatıydı. Bu ürünleri yemek yürek isterdi. Bunların yanında Avrupa’dan getirilmiş benzerlerinin fiyatları da beş misli pahalı olduğundan onları yemek de cüzdan isterdi.

Pilav Üstü Nohut

İnşaat yaklaşık iki yıl sürecekti. Bu nedenle bizim şantiyeye Türkiye’den neredeyse her hafta devamlı gelen işçi grupları otobüslerde beraberlerinde oradaki şantiyemizden gönderilen bol miktarda gıda malzemesini de getiriyorlardı. Bunlar genelde bozulma olasılığı olmayan pirinç, nohut v.s. gibi şeylerdi. İşçilere bunlarla yemek yapılıp dağıtılırdı.

Türkiye’den gelen işçi otobüsleri benim için bir nimet demekti, çünkü sağ olsun eşim her gelen otobüsle, bir işçiden rica eder, bana koca bir bidon su ve bazı yiyecekler gönderirdi. Bazen gelen malın bir kısmı eksik çıkardı ama canı çeken bir işçinin yolda biraz yediğini veya içtiğini tahmin ediyor, hoş görüyordum. Bazen de adıma gelen malzemenin içinden bir taraflarına acemice sıkıştırılmış ufak bir not kâğıdı çıkardı. Kızımdan. “Baba seni çok özledim” diye başlayan bazı hasret ve sonra şaklabanlıkla dolu satırlar, ne kadar belli etmemeye çalışsam başaramazdım, gözlerim sulanırdı.

Gelen malzemelerin olmazsa olmazı pirinç ve nohut nedeniyle şantiyede her gün standart yemek olarak pilav üstü nohut vardı. Tanrının gücüne gitmesin, tabii ki nimete itirazımız yoktur ama iki sene boyunca her gün pilav üstü nohut ta pek çekilmiyordu. Neyse iki sene tamamlanıp da inşaat bitince hepimiz Türkiye’ye döndük. Beni çok özlemiş olan anam hasretle bana sarıldı. Konu komşu hepsi dönüşümü kutlamaya geldiler. Akşamüstü komşular ayrılıp kalabalık dağılınca anam bana “Oğlum özlemişsindir, sana en çok sevdiğin yemeği yaptım. Pilav üstü nohut” demez mi? Nutkum tutuldu. Şaşkın hâlimi gören anam “Ne oldu oğlum, beğenmedin mi, yanına başka bir şey de yapayım mı?” deyince, hemen ellerine sarılıp öptüm ve “ Ne demek canım anam, öyle bir özlemiştim ki, bilemezsin. Tabaklar dolusu bile yiyebilirim” dedim. Ama sonra beni bir gülme krizi tuttu. Kendimi tutamıyordum. Dakikalarca kahkahalar atarak neredeyse yerlerde debelenmeye başladım. Anam şaşkın şaşkın beni seyrediyordu. Zorlukla “Sonra anlatacağım anacığım, sonra” diyebildim.

On gün kadar sonra bir sohbet esnasında ona iki sene boyunca her gün pilav üstü nohut yediğimi söylediğimde başta biraz üzüldü “ama senin elinden çıkan bambaşkaydı güzel anam” diyerek hemen gönlünü almasını bildim. Ne zaman bu konu açılsa sanki ilk defa duyuyor gibi her seferinde kendimizi tutamayıp kahkahalarla gülüyoruz.

1932-2024 © Edebiyat Gazetesi
ISSN 2980-0447