Güzel Uyu Kitabı Üzerine Değiniler

İlkay Coşkun'un Edebiyat Gazetesi'nin dokuzuncu sayısında yayımlanan Güzel Uyu Kitabı Üzerine Değiniler isimli yazısını sizlerle paylaşıyoruz.

Güzel Uyu öykü kitabı, Yazar Zeynep Kasap’ın “Mut” isimli şiir kitabından sonrası, ilk öykü kitabı. Eylül 2020’de Hayal Yayınları aracılığıyla okurlarıyla buluşturulmuş. On beş öykünün yer aldığı kitap, seksen sayfa hacmindedir. Kitap da yer alan öykü isimleri şu şekildedir. “Ulu Ağaç, Fesleğen, Taş Köprü, Derin, Güzel Uyu, Palto, Kurban, Kapı, Mutfak, Kırılacak Eşya, Bacak Hasan, Lütfen Boşlukları Doldurunuz, Her Şey Bitti, Uçuş İzni ve Günlerden Pazar”

Güzel Uyu, Zeynep Kasap

Öyküler, gündelik yaşantılardan alıntılanmış hissini uyandırıyor. Her karakterin ayrı ayrı bir giriftliği olsa da daha çok başkahraman istikametinde yol alıyor öyküler. Aile ve ölüm olgusunu başat bir tema olarak gördüğümü söyleyebilirim. Öykü anlatıcısı bazen dış sestir bazen de öykünün başkahramanıdır. Öykü başkahramanlarını daha çok konuşturur yazar. Bir nevi içsel yolculuklara çıkarır. Kişilik tahlilleri ile psikanaliz hallerine yolculuk yapılır. Kimi öykülerde tekrarlarla, hem vurgu sağlanmaya çalışılmakta hem de o tekrar üzerinden okurun öyküye odaklanması amaçlanmaktadır. Aile teması, anne, kardeş, mahalle, ölüm olgusu, mezarlık, hastane, muska, büyü şeklinde devam eder konular… Hayal ve hatıralardan inşa olmuş hayatlara hüzün, acı ve karabasanlar musallat oluyor maalesef. Kıvamında bir hüzün tabi ki bunlar, karamsar değiller. Evlerde ki mutluluk ve sevinç kırıntılarıyla beraber, huzursuzluklar, yürek sızıları, özlemler, karşılıksız sevdalar ve daha neler neler...    

Öykülerde, hayatın içinden, bizden diyebileceğimiz karakterler yer almakta. “Güler, Nilgün, Samet, Modalı Naime, Ayşe, Mehmet, Zehra, Mustafa, Elif, Derin, Nevin, Murat, Halime, Ali Rıza, Süleyman, Naciye, Nükhet, Feriha, Bora, Cin Ahmet, Bacak Hasan, Gülşen, Fehmi Bey, Hikmet, Semra Hanım, Hayriye Hanım, Dilek Hanım” gibi birçok ismi sıralayabilirim.

Bunlarla birlikte, Didem Madak, Ahmet Haşim, Susanna Tamaro gibi alıntılama yapılan veya göndermelerde bulunulan isimleri de görmek mümkün. Öyküleri okuyan okurun merak duygusu genelde tazedir. Şöyle ki öykülerin tamamına yakını en heyecanlı taraflarında bırakılır. Başka bir ifadeyle öykülerde parçalı resimler, görüntüler görüyoruz. Çoğu öykü de tam bir resmi göremiyoruz. Öykü başkarakterleri çocuk, yetişkin, yaşlı, erkek veya kadın olabilmektedir. Okurun merak duygusunu törpülemeden, birkaç öyküye kısa kısa değinmek istiyorum izninizle. “Günlerden Pazar” öyküsünde orta yaşta Dilek Hanım’ın, genç bir pazarcıya gönül vermesi ve bu pazarcıdan trajikomik bir karşılık alması…” “Kapı” öyküsün de Nükhet’in yatsı namazından sonra cami de kilitli kalması ve caminin genç imamı vasıtasıyla camiden çıkma serüveni anlatılmaktadır. Ayrıca bu öykü de Nükhet’in pencereden çıkmaya çalışması ve pencerelerin demirli olması üzerine şöyle bir mesel anlatılır. “Osmanlılarda cami pencerelerindeki demirler “Allah’ım sen beni Kuran ve Sünnetten ayırma. Ayağımı Kuran ve Sünnette sabit kıl” demekmiş. Demirlerin dikey olanları Kuran’ı, yatay olanları ise sünneti sembolize etmekteymiş” (sayfa 38)

Beni çok etkileyen, öykülerde yer alan bazı kısa bölümleri paylaşmak istiyorum; “Bazı kadınlar acısını sızdırmaz hiçbir yerinden” (sayfa 13), “Ruhları tekrar umuttan yana çeviremezsen yandık demektir” (sayfa 13), “Ölememektir çaresizlik” (sayfa 13), “Dünyada bir çıkıntı gibi durmak…” (sayfa 30), İnsan korkunca önce çocukluğunu hatırlar” (sayfa 41), “İçindeki boşluğu ölümle doldurdu” (sayfa 65), “Ölüm girdi mi bir eve, gece de hep sessiz gündüz de” (sayfa 71), “Güvenli gülüşler olsun isterim gözlerimde, yüzümde, yüreğimde…” (sayfa 75) Mazi anlatımlarıyla beraber, kimi karakterler üzerinden; dede ve büyükanne nasihatlerine, ibretlik sözlerine de yer verilmektedir. Bunlara da bir örnek verecek olursam; “Sen, yaratana yeterli zamanı ayırmazsan, o da sana ayırmaz” (sayfa 37)

Öykülerde geçen ‘berjer’ gibi kimi kelimelerden, günümüzün öyküleri olduğunu anlayabiliyoruz. İzmir, İstanbul, ev, köy, mahalle ve sokağın; öykülere mekânlık yaptığını söyleyebiliriz. Öykülerde geçen, ‘tente’ kelimesinin, yağmurdan, güneşten korunmak için yapılmış bir örtü olduğunu, kırsal kesimde kısa boylulara lakap olarak ‘bacak’ denmesini ve ‘tezek’e ‘tersi’ dendiğini öğreniyoruz. Halk ve sokak ağzı da öykülerde yer yer görülmektedir. “Geçimsiz nemrut, güzellikle avrat olunmaz, soyunu sopunu…, herifin it olsun, getirdiği et olsun, …. Git ulan nereye gidersen, yine seni keklemişler, ziftin pekini ye, …. yerim senin oğlum, hasretinden acısından saydırıyordu gelmişine geçmişine, manyak karı” gibi ifadelerle örneklendirebilirim.

Bu öykülerde daha çok anaerkil ve ataerkil kültürün yansımalarını görmekteyiz. İnsan ne kadar değişime uğramışta olsa, yine de asli yüzünü hep yanında taşıyacaktır. Her ne kadar çalışmamız, çabalamamız, şansımız oranında yol alsak da bir taraftan da bahşolunan, kader ve tevafuk hayatlarımızı da yaşarız. Bahşolunan hayatlarımızın da kahramanlarıyızdır. Hayali, özlemleri, umudu taşıdığımız kadar, üşümeleri, acıları ve ölümleri de yaşarız. Hayata dair itirazlarımızın yanında şükrümüzü de taşırız ve barındırırız. Bu meyanda her yaşanmışlık derin izleri ve acıları da taşır. Sonuçta ölümlü bir hayatı ve bağrı yanık bir dünyada yaşıyoruz. Bu da bize gösteriyor ki hiçbir dünya telaşına kapılmamak gerekiyor.

Safiyane samimi bir bakışla yüzü insana dönük, sokaktaki, hanedeki ve ailedeki kendi hallince yaşayan insanı okuyan bir gözle süzüp yazıya döker yazar. Hayatlar hep çekidüzende ve yeknesak değildir elbette. Yazar gibi, rutin dünyaların dışındaki sokakları da görmek gerekiyor. Sokaklar, kam alıp sırrına mazhar olmuşlarla doludur. Görene bir adım mesabesinde ne hayatlar yaşanmakta... Böylelikle daha çok hüzünler taşınır öykülere. Ailede, çevrede, sokakta sorunlarıyla, güçlükleriyle ve güzellikleriyle yaşayan sımsıcak kişilikler bunlar. Namazlısı da, harabat ehli de eyyamcısı da hep bizim insanımız, bizim mahallemizin müdavimleri değil mi? Her şeye rağmen öykü kahramanları güzelliklerle hizalanmaktadırlar. Sonuçta insan hikâyeleriyle yazılı sokaklar da bir kütüphanedir. İyi okumalar.

Tastamam ve Şeybişey

İnsan daha çok malum olanı görüyor. Perde gerisinde olan ve sır daha az görünendir. Enstantaneyi, hâlükârdayı bu seyreklik kat ve kat değerliyor olmalı. Aşinalıkta sır çözülüyor giz yok oluyor. Bir gövde gösterisi yapılan şu hayatta, tastamamcı ve garanticidir kimi insanlar. Ki tıyneti bunu gerektirir. Başka bi cihette de şek ve şüpheye mahal veren muğlâklıkta gelgitler. Sonunda hayatın kahramanlığını taşıyan bütün karakterler, biri Türk mavisi turkuaz diğeri de dini sosyallikte bir hayat oluyor. Ağzı dualıdır ikisinin de biri sadece duaya biraz geç geçer, ihtiyarlık da diyelim. Diğeri de birazcık itiraz ehlidir. Dönem dönem kimsesizlikleri olmaktadır elbet ama şükürcüdürler. Vara yoğa muhalefet etmeyi severler. Sanki bir görev hüviyetindedirler. Her ikisinde de doğrucu davutluk yok değil. Mayalarından gelir bütün bunlar besbelli. Ama Allah'ın sanatının üstüne başka bir sanat yoktur anlayışından taviz vermezler.

Biri katıdır diğeri şüpheci. Aksa ak kara ise karadır. Diğeri hep ara renkleri de kollar. Belki ola ki neden ki gibi birçok ihtimali tevarüs eder. Belki de eksi artı gibi, köşe kenar gibi, iç dış gibi tamamlayıcı olmasındandır bunlar. Bir denge hali. Öznel bir ilişki ağında yani, hayatın tam göbeğinde. Ama her ikisi de kırbaç izlerini taşırlar. Hayat yorgunluğu da denir buna. Kiminin zihninde kiminin belinde. Zulalarında mütebessim çehreler istiflenmiştir. Tastamam kuralcıdır ama pencere ve kapıların hep içeri açılması gibi kuralları yoktur. Birbirlerinden hazzetmez değillerdir. İçleri ve dışları dağınıktır biraz.

Bir eski zaman dervişi olamadılar. Çok bir kitap yalamışlıkları da yok hani. Kızdıkları da neşeleri de olmuştur. Taşıdıkları sadece ağırlık değildir. Avamca sırlanacaklar desek de yeridir. Hayatı çok ciddiye almayı da matah görürler asıl olan ölümdür bildikleri. Kendinden dışarı yürüyen hikâyesi çok da ağır olmayan zamanlardan geçmiş kişiliklerdir. Fazla ciddiyet, boş verememe biraz da Rodin heykeline dönüşmüştük hali. Mükemmeliyetçilik sopasını yutmuş gibidirler adeta.

Belki de hayat zamanla müdavimini kendine daha da muhkemleştirip tik oluşturuyor olmalı. Her lafı getiremediğinde şey, hım, şeybişey gibi çokça takıntı buluyor kendine. Birazını yaşına yorsan da kalanına ne demeli. Herkesin pazarda sergilediği bir meziyeti var ama pazarda müşteriler hep türlü türlü. Bu hayatlar işte Tastamam Osman ile Şeybişey Hüsnü'nün içine tik kaçmış hikâyesi olmalı.

Fotoğraf: Instagram / ebrubooks

1932-2024 © Edebiyat Gazetesi
ISSN 2980-0447