Yücel Aydın Yazdı: Bir Yaşamın Aynası

Edebiyat Gazetesi'nin on ikinci sayısında yayımlanan Yazar Yücel Aydın'ın Bir Yaşamın Aynası başlıklı öyküsünü paylaşıyoruz.

Soğuk bir kış gününde, köyde yaşayan Gencer, hayatının yeniden karanlık bir yolculuğa girdiğini hissetti. Evindeki sobanın alevi titriyordu ancak kalbindeki soğukluk, bu sıcak ışığa direniyordu. Gencer'in yüzü, yaşamın ona getirdiği zorlukların derin izlerini taşıyordu.

Yücel Aydın, Bir Yaşamın Aynası

30 yıl kadar önceydi. Ankara’nın orta halli mahallelerinden birinde, babasından kalan evde oturuyordu Gencer, eşi ve küçük çocuğuyla. Bir kış ayazında, arabasıyla işinden evine dönerken yol kenarında, bir otobüs durağının beş metre kadar ilerisinde diz üstü çökmüş halde duran birini görmüştü. Gencer, dürüstlüğüyle çevresine ün salmış, sadece işine değil, aynı zamanda kalbine de özen göstermiş bir adamdı. Yavaşça sağa doğru yaklaşıp, durdu. Emektar arabasından inerek adama yaklaştı. Ellili yaşlardaki adam ayakkabılarını çıkarmış, üzerinde gömleğiyle yere serdiği paltosunun üzerine diz çökmüştü. İlk bakışta “namaz mı kılıyor acaba?” diye düşündü. Ama neden? Soğuk bir akşamda, üstelik yüz metre bile olmayan mesafede sımsıcak cami dururken neden yolun kenarında böyle bir şey yapsın ki? Kısa süreli bir kafa karışıklığı yaşadıktan sonra “amca” dedi, “neden buradasın, ne yapıyorsun bu soğukta yol kenarında” Amcadan ses çıkmadı.    

“Gel amca arabaya binelim, biraz ısın, kendini toparladıktan sonra seni gideceğin yere bırakayım” diyerek adama elini uzattı.

İsmini bilmediği adam hâlâ konuşmuyordu ama soğuktan renk değiştirmiş titreyen ellerini Gencer’e uzattı. Arabaya bindiler. Sadece trafikte akan araç gürültülerinin sesi vardı içeride. Her ikisi de konuşmuyordu. Gencer, mahcubiyet hissettirmemek için adamın yüzüne bakmıyordu ama adamın boş bakışlar ve ıslak gözlerle dalgın olduğunu fark ediyordu ve sürekli titriyordu orta yaşlı adam. Yarım saat kadar sonra başı öne eğik bir halde ve titrek, kısık bir sesle “Ayhan” dedi. “Adım Ayhan, Bahadırım, oğlum.” Gencer, bekledi Ayhan Bey’in biraz daha açılmasını. Konuşmanın devamı gelmeyince, daha fazla bilgi alıp yardımcı olmak için sorular sormaya başladı. Ayhan Bey mecalsiz duruyordu hâlâ. Yüzündeki morluklar genişlemiş, bakışları daha da bitkin hale gelmişti. Yardımcı olmak istiyordu Gencer ama adamın ilk önce tıbbi bir müdahaleye ihtiyacı olabileceğini o an fark etmişti. 

Ayhan Bey müşahede altına alınmıştı. Gencer adamcağızı orada bir başına bırakıp eve gitmeyi aklından bile geçirmemişti. Evine gecikmişti ve eşine haber vermeyi ihmal etmişti. Hastanede bulunan telefon kulübesinden evini aradı. Uzun uzun çaldırdı. Telefon açılmıyordu. Yeni yürümeye başlayan kızının yaramazlıklarından biri olsa gerekti. Küçük kız ortalıkta duran eşyaları kendi oyun alanına dâhil etmeyi çok seviyordu. Daha geçen gün televizyonun kablosunu prizle beraber aşağı indirmişti. Ama ne olursa olsun eşine haber vermesi gerekliydi çünkü Ayhan Bey’in hastanede ne kadar kalacağı belirsizdi. “Gidip dönerim” diye düşünerek doktorun yanına gitti. İç parçalayan, acı acı çalan cankurtaran arabasının siren sesleri eşliğinde nöbetçi doktorla konuştu ve koşar adım hastanenin koridorlarından çıkış kapısına doğru gitti. 

Ayhan Bey, geçimini çiftçilikle sağlayan, köyünde kendi halinde yaşayan, köylüler tarafından sevilen, hürmet edilen, sessiz ama saygın bir adamdı. Karısından tek hatırası oğlu idi. Kaçarak evlendiği, çok sevdiği eşinin hamileliği çiftin mutluluğunu zirveye çıkarmıştı. Eşinin içinde büyüyen minik kalbin verdiği huzurla doğum anını bekliyorlardı. Ancak, hayat veren doğum süreci bir ölüm sessizliğine bürünmüştü. Ayhan Bey, bir yandan eşinin yasını tutarken bir yandan da yeni doğan yaşamı içselleştirmeye çalışıyordu. Bir zamanlar sevinç içinde yürüdüğü evleri, yankılanan sessizlikle dolmuştu. Her geçen gün, kaybının ağırlığını daha fazla hissediyordu. Bu yükün altından kalkabilmek için karısına ait ne varsa dağıttı. Sadece oğlu Bahadır kalmıştı eşinden hatıra.

Bahadır, özünde, tıpkı babası gibi iyi bir insandı. Fakat annesinin yokluğunu hissetmeye başladığında içsel bir boşlukla yüzleşmek zorunda kalmıştı. İçindeki bu boşluğu doldurmak için çeşitli yollar aramaya başladı. Ancak ne yaparsa yapsın, bir annenin sıcaklığını ve sevgisini bulamıyordu. Gün geçtikçe, duygusal acı, onun iç dünyasını sarmalayan soğuk bir sis gibi yayıldı.

Ayhan Bey’in o gün Ankara’da bulunmasının nedeniydi Bahadır. Ayhan Bey, gri saçları ve kırışmış yüzüyle sabah yediden beri otobüs garında dikilmekteydi. İkindi vaktiydi, gözleri uzaklara dalmış, geçmişin karmaşık anılarına dalıp gitmişti. Radyodan duyulan ürkütücü haber yorgun bedeninin direncini kırmış, kalbinin ritmini hızlandırmıştı. Tezkere alan askerlerin olduğu konvoy hain saldırıya uğramış, birçok vatan evladı şehit düşmüştü. Duyduğu radyo anonsundaki sözler kulaklarına hançer gibi saplanıyordu. Şuurunu kaybetmişti. Karısının ölümünden sonra yeniden inşa ettiği derme çatma hayalleri yerle bir olmuştu. Yoklukta kaybolan bir babanın, donmaya yüz tutmuş bedeniydi Gencer’in yoluna çıkan.  Gencer, mahallesine dönmüştü dönmesine de, itfaiye ve polis arabalarının oturduğu binanın önünde ne işi vardı? Göğsü sıkıştı, nefes alamıyordu. Arabasından indi, polis aracının yanına yürüdü. Yutkundu, kafasını öne eğip gözlerini kapattı. Derin derin nefes almaya çalışıyordu ama soluduğu hava boğazına düğümlenmişti. Ve maalesef, acı gerçeği öğrenmesi uzun sürmemişti. Eşi ve çocuğu yangından ağır yaralı kurtarılmış fakat hayati tehlikeleri devam ediyordu. 

Gencer’in o akşam hastaneye ikinci gelişiydi. Eşi sabaha karşı yaşamını yitirmiş, küçük yavrusu ise bitkisel hayata tutunmuş, yaşamla ölüm arasında bir yerde babasına umut olmaya devam etmişti. Dört yüz yıl yaşlandıran dört günün ardından Gencer’in bu çaresiz ve ümit dolu bekleyişi son bulmuş, minik yavrusunun bedeni hayat ile bağlantısını koparmıştı.  Ayhan Bey ise yaklaşık bir ay sonra yaşama yeniden tutunmuştu, yaşadığı travma ve donmanın vücudunda bıraktığı derin hasarlar ile. Hain pusuya düşürülen evlatlarımızın bir kısmının kurtulduğu o kara geceye dair, zihninde küçük bir kırıntı bile kalmamıştı. Bilinci kısmen kapalı, sol tarafı tamamen felçli bir halde evladı Bahadır ile köye dönmüştü. Geçmişe dair hatırladığı sadece iki şey kalmıştı… Biri çok sevdiği biricik eşi, diğeri canının diğer yarısı Bahadır. 

Dile kolay 30 sene… Bir bebek gibi baktı ona Bahadır. Olur da bakımını ihmal ederim, saygıda kusur, sevgide eksiklik hissettiririm düşüncesiyle evlenmedi bile… İşte bugün, ağlayarak toprağa vermişti manevi babasını, Ayhan Bey’in Bahadır diye sarılarak hayat bulduğu Gencer…

1932-2024 © Edebiyat Gazetesi
ISSN 2980-0447